Dakika 90.
Nazım tek başına ceza sahasına doğru hareketlenmişken tam çizginin üzerinde düşürülüyor, bir ayağı rakip ceza alanının içinde diğeri dışarıda; darbeyi dışarıdaki ayağına alıyor.
Penaltı mı değil mi bir tartışma konusu olduğu kesin ama Fransız hakem “faul dışarıda” diyor ve serbest vuruş veriyor.
Tribünlerden ‘Arda, Arda’ sesleri yükseliyor.
Topu eline alıyor Arda, vurma hazırlığı içinde hatta Fransız hakem de serbest atışı onun kullanacağını düşünerek uyarılarda bulunuyor.
Ancak biraz geri planda duran Sosa, genç oyuncuya kendisinin kullanacağını işaret ediyor.
Arda “what” ile “why” arası bir şey söylüyor ve yüzündeki ifade düşüyor.
Geçen sezon Fenerbahçe’de 4 gol atabilmiş Sosa gelip topa vuruyor ve barajdan dönüyor.
36 yaşındaki Sosa o topu 90. Dakikada 16 yaşındaki Arda’ya bıraksaydı bir seçim yapmış olacaktı.
Neydi o seçim?
Fenerbahçe geçen sezon çok güvendiği bir futbol aklıyla takımın içine “büyük egolar” transfer etti.
Herbiri diğerinden kariyerli, nostaljisi olan önemli isimlerdi bunlar.
Kuşkusuz büyük bir umut ve beklenti yarattı.
Hayal kırıklığı o umut ve beklenti ile logoritmik orantılı oldu.
Çünkü takım olunamadı.
Kendilerine fırsat gelmesini bekleyen gençlerin bir kısmı daha transfer tahtası kapanmadan gönderilirken, kalanlar da sezon içinde o egoların gölgelerinin altında kaybolup gittiler.
Pereira Fenerbahçe’ye yepyeni bir sistem ve düzen kurmaya çalışırken önce o gölgede kalan gençleri tutup gün ışığına çıkardı. Peşinden de o güçlü egoları teker teker takımın dışına gönderdi.
İsimleri burada anmak çok gerekli değil, gidenlerin hepsi doğru tercihlerdir.
Dün birçok talihsizliğin peş peşe gelmesiyle bir anda gençlerden oluşan Fenerbahçe kulübesi mecburiyeti çıktı ortaya.
Gerçekten sıkışan karşılaşmada Pereira’nın hangi dakikaya kadar sahada oyuncu değişikliği yapmadan sabredebileceğini merakla bekliyorduk.
Olası bir durumda akla gelen ilk değişiklik Ferdi’ydi.
Ya ikincisi?
İrfan Can’ın sakatlanmasıyla yine bir zorunluluktan ortaya çıktı; ikincisiyse Pereira’nın cesur hamlesiydi.
Mesut’u çıkarıp, yerine Muhammed’i aldı.
O genç de Fenerbahçe’ye belki tur kapısını aralayan golün sahibi oldu.
Yıldızının parladığı anlar vardır.
O an geldiğinde ya kullanırsın her şeyi değiştirirsin ya da nostaljik bir beklenti ile defalarca denenmiş kahredici bir kaderciliğin içinde debelenip durursun.
Yanlış anlaşılmasın bu şu anlama gelmiyor; “Fenerbahçe’de ne kadar kariyerli futbolcu varsa hepsi kenara çekilsin, gençler çıksın oynasın!”
Böyle bir dünya yok!
Ne var?
Takım olma gerçekliği; kariyerlisi ve genciyle bir arada.
İlk yarı kimi futbolcuların hep birbirlerini aradıklarını, paslaştıklarını, riske girmeden tercih kullandıklarını izledik.
Oyunu 3-4 futbolcu kendi arasında oynamaya başladığında takım olma kurgusu bozuluyor.
Fenerbahçe bunu geçen sezon denedi ve başaramadı.
Başaramamasının nedeni ekibi oluşturan futbolcu grubunun vasatlığı değildi aksine belki de ülke ortalamasının da üzerinde bir nitelik vardı; ancak “takım” olamadı.
Adana Demirspor maçı sonrasında “Fenerbahçe’de Mesut ve İrfan Can’ın liderlik özelliği göstermeleri gerektiğini” belirtmiştim.
Liderlik; ilham olmak, önderlik etmek, zorlandığı yerden tutup çıkarmak, genciyle kariyerlisiyle bir takım bütünlüğü oluşturmak demektir.
Lider oyuncu bunu öncelikle yeteneği ve kariyeriyle yapar. Bu nedenle Mesut ve İrfan ilk akla gelen isimlerdir.
İkisi sahanın farklı taraflarında oyunu etrafındaki oyuncu grubuyla birlikte oynamayı denemelidir.
Her seferinde birbirlerine yaklaşarak, sadece ikisi paslaşarak değil.
Mesela Zajc, İrfan Can’ın koşu yoluna bir top attığında o topu kendine beklememeli, boş alana doğru hareketlenmelidir.
Fenerbahçe çok önemli bir eşik geçmeye hazırlanıyor.
Hesapta olmayan seri sakatlıklara yönetimsel transfer gecikmeleri eklendiğinde ortaya bir mecburiyet çıktı ve bu bir anda fırsat yarattı.
Fırsat gençlerin ayağına geldi.
Bu yazının anafikri hem Pereira’nın yeni düzen kurması hem de gençlere güvenle kurgulandı.
Yıllardır beklenen, umulan ve çok arzulanan da bu değil mi?