Türkiye hem askeri alanda hem diplomaside peş peşe yaptığı stratejik hamlelerle Suriye’de ve Libya’da ana aktörler arasında olduğunu ortaya koydu. Varlığını, önemini hissettirdi. Şu anda her iki nokta açısından da masada ve sahada yoğun bir trafik var. Bu bağlamda bir yanda çatışmasız çözüm için Ankara-Moskova hattında karşılıklı heyetler gidip gelirken, diğer yanda Esad ve Hafter güçleri saldırılarına devam ediyor. Çünkü verilen sözler tutulmuyor ve Rusya her ikisini de cesaretlendiriyor. Hatta İdlib’deki saldırılarda doğrudan hava desteği de veriyor. ABD ve NATO’nun tavrı ise malum. Sözde kalan destek dışında herhangi bir somut adım atmıyorlar. Özellikle ABD, kendi çıkarları doğrultusunda Türkiye ile Rusya’nın arasını bozmak için manipülasyon, provokasyon ne varsa yapıyor. Yani kendi hesabına çalışıyor. Dolayısıyla da mart başındaki Erdoğan-Putin görüşmesine endeksli çok kritik bir süreç söz konusu. Hem bölgedeki gelişmeler hem de bu gelişmelerin ülke içine yansıması
İdlib’deki tehlikeli çatışma ortamı yoğun diplomasi trafiğine rağmen yükselen bir ivme içinde tırmanmaya devam ediyor. Çünkü Esad durmuyor, daha doğrusu Putin dur demiyor. Aksine politik manevralarla zamana oynayarak daha fazla alan kazanması konusunda Esad’ı cesaretlendiriyor. Dolayısıyla da dikkatler 5 Mart’taki Erdoğan-Putin-Merkel-Macron zirvesine odaklanmış durumda... Tabii o güne kadar farklı yeni bir gelişme yaşanmazsa. Ya da İdlib’deki provokatör aktörler devreye girmezse. Şöyle ki; sahada güç bulunduran ülkeler dışında Suriye Milli Ordusu, İdlib’deki HTŞ ve diğer cihatçı örgütler, İran milisleri gibi çok sayıda silahlı devlet dışı silahlı aktörler de var. Dahası bölge CIA, MOSSAD başta olmak üzere her ülke gizli servislerinin bir anlamda laboratuvarına dönmüş durumda. Yani oranın özelliği provokatör aktörlerin her türlü provokasyonu yapabilecek durumda olmaları ve vekiller üzerinden aslında ülkelerin savaş hali... O nedenle de İdlib’deki görüntü zaten kritikti
İdlib’den yine saldırı ve şehit haberleri geldi... Bu şubat ayında Türk askerlerine bilerek, isteyerek yapılan üçüncü saldırı... Yani birileri ısrarla Türkiye’nin sabrını zorluyor ve rejim askerleriyle doğrudan çatışmaya girmesini istiyor. Çünkü son saldırı öncesinde diplomasi cephesindeki gelişmelerin tonu hem Türkiye hem de Rusya açısından düşüktü. Her iki tarafın mesajları da masada çözüm konusunda umut vericiydi. Mart başında Tahran’daki İdlib zirvesi de bunun bir başka sinyaliydi. Ancak Suriye rejiminin doğrudan Türk askerini hedef alan alçak saldırısıyla tansiyon bir anda yükseldi. Evet, bir yandan diplomasi trafiği devam ediyor, ABD ve NATO ülkelerinden de Putin’e saldırıların son bulması için çağrılar geliyor ama hava daha çok çatışma kokuyor. Hele de Rusya’nın ikircikliği dikkate alındığında. Dolayısıyla da koordinatları Rusya tarafından bilinen Türk askerinin konuşlandığı yere yapılan bu hava saldırısının bir tesadüf olmadığı çok net. Niyesini eski Genelkurmay İstihbarat
Rusya ile yapılan İdlib görüşmelerinde şu ana kadar Türkiye’yi tatmin edici bir sonuç çıkmadı. Rusya, Türk askeri gözlem noktalarının daha kuzeye çekilmesini, Türkiye ise Soçi Mutabaka-tı’ndaki haritaya geri dönülmesini istiyor. Dolayısıyla da temaslar devam edecek ancak sonuç açısından dikkatler daha çok zamanı ve formatı henüz belli olmayan Erdoğan ile Putin’in yapacakları görüşmeye odaklanmış durumda. Yani masada çözüm umudu hâlâ var. Bu arada da Türkiye’nin rejim güçlerinin çekilmesi, yoksa harekât seçeneği için verdiği ültimatomun süresi de doluyor. Nitekim dünkü grup toplantısında Erdoğan “İdlib harekâtı an meselesi” çıkışıyla Türkiye’nin bu konudaki kararlılığını bir kez daha çok net ortaya koydu ve uyardı. Çünkü masada temaslar sürerken bile sahada Esad güçleri Rusya’nın gazıyla saldırdı ve alan kazandı, kazanıyor. Hedefinde de Afrin-İdlib yolu ile Cilvegözü sınır
Türkiye kendisine yönelik tehditleri bertaraf etme konusundaki kararlılığını hem sahada hem de masada çok net ortaya koydu, koyuyor. Üstelik de ABD ve Rusya’ya rağmen. Çünkü her ikisi de bir yandan Türkiye ile müttefik gibi davranıyor, diğer yandan da biri terör örgütü YPG/PYD/PKK’yı diğeri Suriye rejimini kullanarak kendi çıkarlarına dönük çalışıyor. Dahası her ikisi arasında sanki gizliden bir müttefiklik havası da var gibi. Yani görünürde çıkar çatışması içindeler ama mümkün olduğu kadar birbirlerine dokunmuyorlar. Karşılıklı hâkimiyet alanlarına girmeden bir şeyler yapmaya çalışıyorlar. O alana giren olursa da onu engelliyorlar, bunun için de aralarında devir-teslim bile yapıyorlar. Örneğin; Fırat’ın doğusunda Türkiye’nin Barış Pınar Harekatı’nı yaptığı bölgenin doğusunu ve batısını ABD Rusya’ya bıraktı. Aynısını Menbiç’te de yaptı… Son olarak da Kamışlı’daki devriye geriliminde yan yana dalgalanan ABD-Rus bayraklarını gördük. ABD
Bir önceki “ABD ve Rusya’nın İdlib oyunları” başlıklı yazımızda iki süper gücün Suriye’de terör örgütü YPG/PYD/PKK’yı kendi safına çekme konusundaki rekabetine değinmiştik. Türkiye YPG/PKK’yı etkisiz duruma getirme mücadelesi verirken, İdlib’de müttefik gibi davranan ABD terör örgütünü yeşertmek, güçlendirmek için uğraşıyor, diğer aktör Rusya ise kıyafet değişikliğiyle o gücü Suriye ordusuna katıp kendi kontrolü altına almak istiyordu. Yani İdlib kriziyle bağlantılı başka tezgâhlar ya da kirli hesaplar da vardı. Hem de mazisi çok eskilere uzanan. Dolayısıyla, geçmişi de irdelemekte yarar var. Özellikle de terörist başı Abdullah Öcalan’ın 21 yıl önce bugün (15 Şubat 1999) özel bir uçak içinde elleri arkadan bağlı, ağzı bantlı şekilde Türkiye’ye getirildiği döneme dikkat çekerek... Çünkü Öcalan’ı veren ABD o günde müttefik havasındaydı ama kafasında bugünlerin hesabı vardı. Rusya da
ABD’den son iki haftadır İdlib konusunda Türkiye’ye destek görüntüsü var. Suriye Özel Temsilcisi Jeffrey’in Ankara’ya gelmesi de bu anlamda son derece kritik ve verilen mesajlar da ABD ile NATO’nun “müttefikliği” anımsaması açısından önemli. Ancak bunların hiçbiri ABD’nin elini taşın altına koyarak gerçek anlamda destek verdiği, vereceği anlamına gelmiyor. Çünkü somut adım yok, sadece “Mümkün olduğu kadar destek” gibisinden yuvarlak sözler var. ABD’ye olan ciddi anlamdaki güven ya da samimiyet sorunu da endişelerin bir başka boyutu. Hele de destek sözü veren ABD’nin vazgeçmediği PYD/YPG/PKK sevdası ve Pentagon’un 2021 mali yılı bütçesinde terör örgütüne ayırdığı 200 milyon dolarlık maddi katkı dikkate alındığında. Evet, bunlar sürpriz değil, ABD’nin 2011’den bu yana Suriye’de terör örgütüne alan açma çabası ve garnizon devletçiği kurdurma niyeti bilinen şeyler ama Pentagon’un son raporunun
İdlib’de çatışmalar şiddetlenecek mi, durulacak mı? Suriye rejiminin Türkiye’ye yönelik saldırısından sonra en çok tartışılan konu bu. Çünkü Suriye Ordusu’nun operasyonu sürdürmesi, Türkiye ile Suriye’yi çok ağır bir çatışma noktasına getirebilir. Nitekim Türkiye yapılacak yeni bir saldırı durumunda meşru müdafaa kapsamında yine en sert şekilde karşılık verileceğini de deklare etti. Dolayısıyla asıl merak edilen Rusya’nın tavrı ki bağlamda Ankara-Moskova hattında diplomatik temaslar yoğunlaşmış durumda. Ancak bu gelişmeleri Putin istese bir telefonla hamisi olduğu Esad’ı durdurur ama biraz daha alan kazanmasını sağlamak için zamana oynuyor diye yorumlayanlar da var. Yani Türkiye her zamanki gibi kartları açık oynuyor, Rusya ise ikircikli bir görüntü içinde. Aynısı NATO müttefikliğini hatırlayan ABD için de geçerli. O da Türkiye’nin yanındaymış havası veriyor ama “derinden” kontrolündeki “provokatör aktörleri” manipüle ediyor. Nasılını İstanbul