Hedefi şampiyonluk olan bir takımın kadrosu ne kadar dar olsa da, ne kadar kötü transfer yapmış olsa da, hakemler tarafından sıklıkla engelleniyor olsa da mutlaka ama mutlaka bir B hatta C planı olmalıdır...
Fenerbahçe’nin Advocaat tarafından üretilen ve yarım yamalak uyguladığı rakibin oynamasına izin vermeyle ilintili planı dışında bir planı yok. Böyle olunca 47 dakika bir kişi eksik oynayan rakibinize karşı bir şeyler yapamazsınız.
Rakibiniz bir kişi eksikken de onların gelmesini beklemek, ayrıca kenardan hücumu zenginleştirecek herhangi bir hamle görmemek Fenerbahçe’nin oyun planlaması anlamında ne kadar aciz olduğunun en net görüntüsüdür... Dün bunu Bursa karşısında Fenerbahçeliler yaşayarak, izleyiciler de seyrederek gayet net gördüler.
Fenerbahçe, koskoca 90 dakikada bir tek Alper ile pozisyon buldu. Maçın son anında Sow’un yakaladığını da pozisyon dersek iki olur. Onun dışında yok... Yani işin gerçeği şu, penaltı olmasa sarı-lacivertli ekibin gol atması neredeyse mümkün değil. Haftalardır aslında bu böyle. Fenerbahçe, 11’e 10 oynamayı beceremiyor. Kenarda Advocaat ise onca tecrübesine karşın oyunu okumada ve özellikle oyuncu değiştirmelerinde yetersiz kalıyor. Çok net bir
Hiç tartışmasız bu maçın üç tane çok öne çıkan ismi var... Birincisi elbette Karabükspor’u Galatasaray’a karşı mükemmel hazırlayan Igor Todor, ikincisi Riekerink, üçüncüsü de kuşkusuz Cüneyt Çakır... Todor takımı ile birlikte maçın kahramanı... Riekerink Galatasaray’la birlikte büyük kaybeden, Cüneyt Çakır ise paraşütsüz düşüşüne devam eden isim... Hem de limit tanımadan...
Riekerink’i anlamak mümkün değil... Daha bir hafta önce Konya deplasmanında (ben bu takımın 11’inde banko oynarım) mesajı veren yeni transfer Rodrigues elindeyken Bruma tercihi ile maça çıkıyor... Aslında Yasin’i tercih etmesi bile tartışılabilir... Riekerink’in kadro yanlışlığı bu kadar da değil; son 10 dakikada oyuna giren Eren, uzatma da dahil 15 dakika içinde 7 kere topla buluşup Karabük ceza alanını karıştırdı. Maçın başından sonuna kadar onun yerine oynayan Podolski, bırakın 7 kereyi 7 saniyelik bile tehlike üretemedi... Bir de Josue tercihi var ki, evlere şenlik... Geçtiğimiz hafta Konya’da sıfırı tükettiğini herkesin gördüğü Josue’nin, Sneijder yok diye oynatılması aslında sonun başlangıcıydı.
Selçuk’un biraz hareketlenmesi, geçmişte Burak’a attığı gibi savunma arkasına bıraktığı paslarla özellikle
Galatasaray’a bir 45 dakika, bir oyuncu değişikliği, bir de kırmızı kart yeterli oldu... Sarı-kırmızılılar vasatın altında bir performans gösterdikleri maçta Konyaspor’un cömertliğini affetmeyip sezonun en kritik üç puanlarından birini aldı.
Riekerink, ondan beklenen bir 11 ve sistemle başladığı maçta ilk 45 dakika tüm Galatasaraylılar gibi ölüp ölüp dirilmiştir... Kanat beklerinin neredeyse her Konya atağında hata yaptığı, topun sadece Selçuk, De Jong ve Sneijder üçlüsünün ayağına deyip forvet hattına hiç gitmediği, Galatasaray adına o kara 45 dakikada Konyaspor tam 4 tane yüzde yüz pozisyondan yararlanamadı. Bu bölümde Eren Derdiyok topla sadece bir kez -ki aynı Eren maçın tamamında da topu 5 kere görebildi- buluştu. Selçuk’un hücuma katkısı yok denecek kadar azdı ama en önemlisi kanat bindirmeleri sıfırdı.
Konyaspor’un savunmasını çizgiye kadar çıkartıp, oyunu Galatasaray yarı sahasına yığması işte bu hiç olmayan kanat çıkışlarından kaynaklanıyordu. Aykut Kocaman’ın talebeleri kaçırdıkça kaçırdı, Galatasaray da moralinin üzerine yığınlar yapıp soyunma odasına gitti.
İkinci yarı Josue’nin yerine oyuna giren Rodrigues hem Galatasaray’ı gerçekten 11 kişi oynatmaya başladı (çünkü
Şurası bir gerçek, sezonun ilk yarısının bitmesine en çok sevinen takım Beşiktaş... Şenol Güneş, açık açık söylemese de teknik ekibe, yakın çalışma arkadaşlarına hatta aynadan kendisine bile ‘oh çok az kayıpla ilk yarıyı bitirdik, şükürler olsun ki, devre arası geldi’ demiştir...
Çünkü; Beşiktaş yorgun, tedirgin ve tek kanadı üzerine uçmaya çalıştığı için de beceri kalitesinden bir hayli uzaklaşmış bir takım... Dünkü karşılaşmanın neredeyse tamamı Antep’in sahasında oynandı. Beşiktaş, meşin yuvarlağı Antep’e topu topu 15 dakika ya bırakmıştır ya da bırakmamıştır. Buna karşın pozisyon bulan, hem de dört tane birden Gaziantep oldu. Beşiktaş’ın attığı gol, tartışmalı penaltısı, bir de Cenk’in kaçırdığı var, hepsi o... Gerçekçi konuşmak lazım... Antep biraz daha diri ve asıl önemlisi Beşiktaş’tan daha az korkarak oynasa idi bu maçın sonucu çok daha farklı olabilirdi.
Babel tamam bu sezon Deportivo’daki performansı ile Beşiktaş’ın ilacı olabilir (aynı seviyede oynamak koşuluyla)... Ama dün bir daha göründü ki, siyah-beyazlıların öncelikli ihtiyacı bir kanat hücumcusundan çok bir stoper... Hem de Tosic, Rhodolfo ikilisinin kat be kat üstünde kalitelisi olmalı... Rhodolfo dün uzun
Futbol belkide dünyanın en güzel oyunu. Her an her türlü heyecanın, her türlü hüznün ve her türlü sevincin birarada olabileceği bir oyun çünkü.
Taraftar olarak oyuncularınızı kötü oynadığı için yuhalamaya başladığınız anda takımınızın gol attığını görebilirsiniz... Tıpkı dün olduğu gibi.
Kalenizde arka arkaya üç birbirinden tehlikeli gol pozisyonu yaşayabilir, bunlar kaptanınız tarafından kurtarılırken siz derin bir oh çekebilirsiniz... Tıpkı dün olduğu gibi...
Savunma bloğunuz ve özellikle onların önündeki aşılması zor gibi görünen Topal-Souza tandeminiz hata üzerine hata yaparken farklı galibiyete gidebilirsiniz... Tıpkı dün olduğu gibi...
Topu rakibe bırakıp oynamalarına izin vermeyi taktiğe çevirip bunun sonucunda maç kazanabilirsiniz... Tıpkı dün olduğu gibi...
Rakibiniz Gençlerbirliği sahada basmadık yer bırakmamış olabilir. Fenerbahçe taraftarına kriz üstüne kriz geçirtebilir. Hatta maçın tamamında oyuna hükmedebilir. Ama skor tabelasında onların aleyhine 3-0’lık sonuç da yazabilir... Tıpkı dün olduğu gibi.
Dick Advocaat, uzun bir aradan bu yana ilk kez dün Saracoğlu’nda takımına sahip çıkma konusunda çaresiz kaldı. Çünkü; Ümit Özat öylesine mükemmel çözmüştü ki Fenerbahçe’yi ve
El Clasico’nun olduğu gün Türkiye’de de bir derbi oynanıyor olması ülke futbolu adına büyük bir şanssızlık. Erken başlayan Barcelona-Real Madrid karşılaşmasının ilk 45 dakikası bile Fenerbahçe-Beşiktaş derbisinde kralın çıplak olduğunu bize gösterdi. İki şampiyon adayının maçında sıfır beceri, sıfır pozisyon, sıfır heyecan ama onlarca faul, bir o kadar da kalitesizlik vardı.
Hiç kuşku yok ki Fenerbahçe Feyenoord, Beşiktaş da Dinamo Kiev maçı öncesi yara aldılar. Bu yaranın karşısında yorgunluk yazıyor. Özellikle Şenol Güneş’in kaybetmeme üzerine kurduğu yapı siyah-beyazlıları bir hayli yordu. Ama gerçekçi de olmak lazım Güneş, Kadıköy’den istediğini alarak ayrıldı. Maç öncesi kendisine ‘4 puan farkla geldin. Oynama, 4 farkla geri dön’ deseler, mutlaka kabul ederdi.
İşin ilginç yanı sarı-lacivertliler de seyirci desteğine karşın pozisyon üretmekte çok zorlandı, her geçen dakikada gol atmaktan çok skoru koruma, daha doğrusu yenilmeme sevdasına kapıldı. Oysa kağıt üzerinde Advocaat’ın 11’i gole daha yakın, daha hücumu isteyen takım gibiydi. Ancak Beşiktaş’ın tıpkı rakibi gibi sert oyunu tercih etmesi, taktik faullere sıklıkla başvurması, Fenerbahçe’nin hücum gardını düşürdü. Böyle
İki yenilmez takımın maçından yine iki yenilmez takım çıktı. Her iki teknik adamın da nakış gibi işledikleri taktikleri; sakatlıklar, geciken hamleler ve bazı oyuncuların düşen performansları nedeniyle istedikleri noktaya ulaşmadı. Böyle olunca da bir kazanan çıkmadı.
İlk 40 dakika mükemmel bir Başakşehir izledik. Sürekli ilerde basan, dönen topları çok çabuk kazanan ve savunmasını da bu sezon hiç olmadığı kadar önde tutan Başakşehir, pozisyon üstüne pozisyon üretti. Tıpkı Benfica’nın yaptıklarını yaptı, Avcı’nın talebeleri... Belli ki o maç iyi izlenmiş, zaaflar iyi görülmüş.
Plan uygulamada tıkır tıkır işledi. Üç ciddi gol pozisyonu ve ardından da kontratakla gelen mükemmel bir gol, Başakşehir’i 30 bin Beşiktaşlı önünde sahanın hakimi yaptı. Taaa ki 40. dakikaya kadar... Emre Belözoğlu, müzmin sakatlığı tekrarlayıp zorunlu olarak kenara gelince, görüntü siyah ile beyaz kadar değişti. Sazı çalan da dinleyen de orkestrayı yöneten de artık hep Beşiktaş’tı.
Emre’nin yokluğu bu kadar büyük bir farklılık yaratabilir mi? Evet, dün çok net gördük, yaratıyor. Emre’nin olduğu o ilk 40 dakikada tam 120 isabetli pas yapmış Başakşehir... Belözoğlu’nun hiç top kaybı yok. Bakın istatistiklere
Hollandalı’nın Hollandalı’ya yaptığına bakın. İki Hollandalı el ele verdi, öbür Hollandalı’yı perişan etti. Belki de bu perişanlık kaybeden Hollandalı’nın İstanbul’u terketmesine bile neden olabilir...
Ama kaybeden Hollandalı yani Bay Riekerink, gerçekten dünkü sonucu haketti. Öyle bir kadro ve sistemle çıktı ki Advocaat’ın ekmeğine yağ sürdü. Aslında Advocaat da biraz tedirgin, biraz ürkmüş olacak ki hücum yönü ağar basan bir kadroyu sahaya sürmesine karşın, “önce kontrol, hep kontrol” deyip rakibe göre oynadı. Hem de meslektaşının De Jonglu, Serdar Azizli, Sinan Gümüşlü kadrosuna rağmen.
Riekerink’in yan pas, geri pas, sıklıkla Muslera’ya pas, kanatlara ise hiç pas taktiği aslında ilk 45 dakika işe yaradı. Daha doğrusu 44 dakika. O ana kadar, sanki top Galatasaraylılarındı ve hiç Fenerbahçe’ye vermeye niyetleri yokmuş gibi oynadılar. Ama 45’teki o mükemmel Alper başlangıcı, Şener asisti ve müthiş van Persie dokunuşu Galatasaray’ın sonunu ilk yarı biterken getirdi. Onca topa sahip olmak böylece hiçbir işe yaramadı.
Fenerbahçe golle girdiği soyunma odasından 4-3-3, Galatasaray ise kargaşayla döndü. Sarı-kırmızılılar ikinci yarının ilk 10 dakikası ne oynadığını, ne yapması gerektiğini