Diyetisyenlerin besmelesi haline gelen “Bol bol su için” önerisindeki ‘bol’u abartmamakta fayda var. Zira suyun fazlası da zehirlenmeye yol açıyor
Yaza sayılı günler kaldı. Hemen hepimiz diyet programlarına, mezoterapi, lenf drenaj seanslarına başladık. Hızlandırılmış kurslara katılan öğrenciler gibiyiz. Ana ödevimiz bol bol su içmek. Geçen bir arkadaşımın kız arkadaşının su zehirlenmesi yaşaması üzerine konuyu araştırdım.
2000’li yılların başında ABD’de Nebraska Üniversitesi’nde çalıştıktan sonra Acıbadem Bakırköy Hastanesi’ne transfer olan Gastroenteroloji Uzmanı Prof. Dr. Murat Saruç’a sordum. Bilinç bulanıklığı, yorgunluk, halsizlik belirtileriyle kendisini gösteren su zehirlenmesinin ana nedeninin 8-10 litreleri bulan aşırı su tüketimi olduğunu söyledi. Su zehirlemesinin panik yapılacak bir hastalık olmadığını belirten Saruç, ancak fark edilmezse ciddi sonuçlara yol açtığına dikkat çekerek özellikle bazı sara ilaçları ve psikiyatrik ilaçları kullananlarda su zehirlenmesinin daha kolay ortaya çıktığını vurguluyor.
Her şey kararında!
Peki ne kadar su içmeli? Nedir ideal ölçü? Saruç, “Doğanıza uygun” diyor. Yani susadıkça! Saruç’tan aldığım bilgilere göre kendimize
Hürrem Sultan rolüyle milyonların kalbinde taht kuran Meryem Uzerli’nin harcamalarını nasıl yaptığını, en büyük tutkusunun ne olduğunu öğrendim. Meryem Uzerli, yaşam felsefesiyle oturduğu tahtı hak ettiğini kanıtladı
Mart ortalarında üç günlüğüne gittiğim Berlin’in tadını doyasıya çıkardım. Galeriler, geniş yürüme alanları, yeşillik. Kültür sanat tutkunlarının ruhlarını doyuran bir şehir Berlin. Kupfergraben’le Spree arasındaki bölgenin adı Museumsinsel yani Müze Adası. Bu bölgedeki binalarda 19’uncu yüzyılın arkeolojik koleksiyonlarını ve sanatını muhafaza eden çeşitli müzeler var. Üç opera, 150’den fazla tiyatro, 175’den fazla müze, yaklaşık 300 galeri, 250’den fazla kütüphane, 130 sinema. Ve tüm bu yapı içerisinde her gün yaklaşık bin 500 etkinlik. Berlin-İstanbul hattı da hakikaten çok kısalmış. Ben oradayken, Türkiye’den oyuncular gelip tiyatro oyunlarını sergiledi. Gidip izledim. Türklerin düzenlediği 1-2 edebiyat konferansına, bir de sergi açılışına katıldım. Berlin’de yoğunlukla Türkler’in yaşadığı ve ‘Küçük İstanbul’ denen Kreuzberg Bölgesi’nde yıllardır İstanbul’da rastlamadığım arkadaşlarıma rastladım. Yeni arkadaşlar edindim. Bunlardan birisi de Meryem Uzerli’nin,
Citibank’ın mikro girişimci yarışmasına başvuran iki binin üzerinde kadın arasından sıyrılan 30 finalist, dün İstanbul’daydı. Bize azimle pekiştirilmiş, sabır imbiğinden süzülmüş dupduru bir umut getirdiler
Citibank Genel Müdürü Serra Akçaoğlu, girişimciliği özendirici çabaların her zaman yanında olduklarını söylüyor.
Sabiha, Semire, Elife, Ayşe... Daha birkaç yıl önce hayata tutunmak için türlü güçlüğe göğüs geren, sonra yakaladıkları ‘küçücük’ bir fırsatla tuttuğunu koparır hale gelen kadınlar... Sayıları hızla artıyor. Dün 30’u İstanbul’daydı, jüri karşısına çıktılar. Her gün işi gereği milyonları milyonlarla çarpan, bölen, toplayan kişilere, bol sıfırlı değil belki ama sıfırdan başlayan öykülerini anlattılar.
Mikro krediyle iş kuran kadınlardan söz ediyorum. Kadın Emeğini Değerlendirme Vakfı’nın kurduğu MAYA Mikro Ekonomik Destek İşletmesi’nden ya da Türkiye İsrafı Önleme Vakfı’nca hayata geçirilen Türkiye Grameen Mikrokredi Programı’ndan mikro kredi alan kadınlar arasında başarılı olanlar, her yıl Citibank tarafından ödüllendiriliyor.
Kefil de yok icra da
Sosyete tam Beyrut’u yeniden keşfetmeye başlamıştı ki Suriye karıştı! Şimdilik daha çok Lübnan turizmini etkileyen gerginliğin savaş boyutlarına varması ihtimali bizde de yazın tadını kaçırabilir
Turizm, pamuk ipliğine bağlı bir sektör... Suriye’deki olaylar, turizmin bu özelliğini bir kez daha gözler önüne serdi. Henüz bize pek bir etkisi görülmese de Suriye’ye daha yakın coğrafyada alarm çanları çalıyor!
Geçen salı öğle saatlerinde Suriye ordusunun sıcak takip esnasında Bekaa Vadisi’nin kuzeyindeki Lübnan topraklarına girdiği, burada bir çiftlikte bulunan muhaliflerle çatışıp çiftliği yaktığı haberi uluslararası ajanslara yansıdı. Haber hızla internet sitelerine düştü.
Akşama doğru Celal Çapa ve Nişantaşı Park Şamdan’ın sahibi Ersoy Çetin’le sohbet ediyoruz. Celal Çapa telefonda birileriyle konuşuyor, “Hay Allah! Şebnem’le bir başımıza kaldık yani” diyor. Konuşması bitince, “Ne oldu, sakıncası mı var Şebnem’le baş başa kalmanın? Yoksa artık onu sevmiyor musun!?” diyorum. Meğer Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad tatil planlarını bozmuş.
Sosyetenin yeni gözdesi
Yakın arkadaşları Dilek Toner’in doğum gününü Beyrut’ta kutlamak istemişler. Tilda-Erol Tezman, Mustafa
‘Sefa’ ve ‘Şanslı’dan sonra ‘Su’ adlı koleksiyonunu da takı tutkunlarının beğenisine sunan tasarımcı Ayşe Rodoslu’dan bu yaz neon renklerin, ipli ve derili takıların moda olacağını öğrendim. Ama biraz daha büyüyecekmiş ebatlar
Ayşe Rodoslu, arkadaşlarına doğum günleri için fikir verirken kendisini mücevher sektöründe bulmuş. “Özlem için şöyle bir yüzük alalım noktasından, Kapalıçarşı’ya gidip kuyumculara ‘Özlem’e şöyle bir yüzük tasarlayın’ demeye varacak kadar abartmıştım işi artık” diyen Ayşe Rodoslu’nun amacı, tasarım ürünü takıları tabana yaymak.
Kısa bir süre içinde tasarımlarını İpek Tuzcuoğlu ve Tülin Şahin gibi isimlerin kullandığı bir noktaya gelen Rodoslu, ilk koleksiyonuna ‘Sefa’ ismini vermiş. Bu koleksiyonda lale, semazen, çintemani ve nar gibi Anadolu motiflerini kullanmış. İkinci koleksiyon ‘Şanslı’da yıldız, halkalar, yonca ve melek figürlerini kırmızı, mavi safir gibi renkli değerli taşlarla süsleyerek yaz mevsiminin enerjisini açığa çıkarmış. Arkasından ‘Su’ koleksiyonu gelmiş.
Yarı değerli taşlar gözde
Ayşe Rodoslu sade ama etkileyici tasarımlarla yürüyor. Sadelik ve romantizmin yanı sıra modernliği de yansıtan enerjisi pozitif takılar
Tüm ufku bilgisayarla televizyon ekranı olan çocuklarımızın toprağa basmalarını sağlamalıyız. Yaklaşan yaz, bunun için iyi bir fırsat
Güneşin sıcaklığını değilse de pırıl pırıl ışıklarını gönderdiği bir İstanbul öğleden sonrası... Aceleci bademlerin pıtır pıtır pembeye boyamaya başladığı bir parkta anne ve çocuğu yan yana oturuyor. Çocuk, başını, elinde oynamakta olduğu elektronik oyuncağın ekranından kaldırmıyor. Ne badem çiçeklerini gördüğü var ne de birkaç metre ilerisinde boş boş sallanan salıncağı... Anne, “Biz çocukken...” diye söze girecek oluyor. Çocuğun göz ucuyla bir anlık öyle bir bakışı var ki, “Zaten beni bilgisayarın başından kaldırıp zorla parka getirdin, bir de anı mı geliyor!” der gibi...
Çocuklarımızı içine çeken ekranlardan nasıl çıkaracağız? Doğayı, yılda birkaç gün de olsa yalnız ve yalnız doğayı yaşamalarını nasıl sağlayacağız?
Kamplarda seçenek çok
Birkaç yolu var elbet. Bugün bunlardan birini size anlatacağım. Fahrettin Gözet... ‘Geleceğin Yıldızları’nın kurucusu. 23 yıldır
7-18 yaş arasındaki çocuklar ve gençler için kamplar düzenliyor. Uludağ’dan Çeşme’ye hatta yurt dışına kadar çeşitli yerlerde organize ettiği kamplara katılan çocuklar,
Tasarımını Phillipe Starck’ın üstlendiği Yoo İstanbul konutları, Beyhan Bağış’ın Anatoli markasıyla işbirliğine gidiyor. Anatoli koleksiyonuna ait objeler, Yoo İstanbul projesinde kullanılacak
Geçtiğimiz günlerde Yoo İstanbul’la Anatoli markası bir işbirliğine imza atmış, Beyhan Bağış’ın markası Anatoli’nin evladiye, klasikler ve devr-i alem koleksiyonları projenin örnek dairesinde cemiyet hayatına tanıtılmıştı. Duyduğum kadarıyla bu işbirliğinin boyutları daha farklı bir noktaya taşınıyor. İkonik tasarımlarıyla tanınan Phillipe Starck markası gayrimenkul projesi geliştirdiği ülkelerde meğer yüzde 20 oranında yerel kültürü yansıtan objeler kullanıyormuş. Tasarımın dahisi, Türkiye’deki projesinde de otantik çizgileriyle bin yıllık Anadolu kültürünü yansıtan Anatoli markasıyla çalışmayı seçmiş.
Vizyon ve deneyim birleşti
Yerel bir markayla artık dünya devi haline gelmiş bir markanın işbirliğinin bu noktaya taşınmış olması sevindirici. Markanın sahibi Beyhan Bağış, dünyanın farklı kentlerinde hayat bulan Yoo projelerinin aslında fikri bir işbirliği olduğunu söylüyor. Uluslararası girişimci John Hitchcox vizyonuyla dünyanın en ünlü tasarımcısı Philippe Starck’in yarattığı
Babası bir dönemin statü sembolü Charles Jourdan ayakkabılarının yaratıcısı olan yabancı damadımızdan öğrendim ki bir erkek için, kadının nasıl ayakkabı giydiği, sandığımızdan çok daha önemliymiş
1970’lerin ikonik markasıydı Charles Jourdan ayakkabıları. Her kadının gardırobunda en az bir çift bulunurdu. Fransa’ya gidenler birkaç çift almadan dönmezdi. Özellikle Champ Elysees’deki mağazaları dillere destandı. Charles Jourdan marka ayakkabı sahibi olmak bir statü sembolüydü. Derken bir bölüm hisseleri İsviçrelilere satıldı, sonra biraz daha... Sonra da tam kontrolü İsviçrelilere geçti. Baba Charles Jourdan’ın ölümüyle oğulları Rene, Charles ve Roland Jourdan son kalan hisseleri de devrettiler. İkinci kuşak Charles Jourdan, 1975’de dillere destan bir düğünle rahmetli Necdet Çobanlı’nın kızı Ayşe Çobanlı’yla evlenmişti. Yıllarca yaşadığı Fransa’da Yves Saint Laurent mağazası da açan, Jimmy Choo ayakkabılarını Amerika’da yaygınlaştıran Ayşe Jourdan Çobanlı, şu anda Dior’un ABD’deki operasyonlarını yönetiyor.
Önce ayağa bakıyor
Ayşe ve Fatoş Çobanlı kardeşler, Galatasaray kulübünün eski yöneticilerinden, FİFA Onursal Kurulu Üyesi babalarını kaybettiler. Cenaze için önceki