Mali konunlardan çok anladığım söylenemez. Sağolsun çok sevdiğim mali müşavir arkadaşım var. Bu sıkıcı mali konuları, vergi vs. işlerini kendisine danışıyorum.
ÖTV zammı ile uyandığım sabah da ilk iş Ozan’ı aramak oldu. Yok ÖTV’e zam gelmiş, yok KKDF artmış neler oluyor Ozan dedim? Şimdi başımıza neler geldi? Sen bana gene benim anlayacağım dilden anlatıver.
Sağolsun kendisi oldukça esprilidir. Öyle bir anlatır ki ağlanacak haline gülersin.
ÖTV oranı, sigara ve içkide yüzde 69’a, cep telefonunda yüzde 25’e, 1.6 otomobilde yüzde 80’e, 2.0 motorun üstündekilerde yüzde 130’a çıkmış. Bir de ÖTV’nin üstünden ayrıca KDY alınıyormuş.
“Ama sen içini rahat tut, Şeytan bakanın gözündedir” dedi. Ve devam etti.
“Normalde mal bedeli üzerinden vergi hesaplanır. Artık vergi üstünden mal bedeli hesaplamaya geçiyoruz. Yani arabanın üstünden vergi alacağına vergi üzeri araba alırsan, şu kadar ödeyeceksin’e geldik. Şeytan bakanın gözündedir arkadaşım, rahat ol” dedi.
Konunun uzmanı olmasam da paçalarım boşuna tutuşmamış, durum gerçekten vahim! Motorlu araçlar, içki, sigara ve cep telefonuna gelen ÖTV zammı vatana millete hayırlı uğurlu olsun.
Cuma sabah çok erken uyandım. Erken uyandığım sabahları seviyorum. Fakat bu cuma, güne keyifsiz başladım.
“Kadına şiddette son nokta” manşeti ve haberle verilen fotoğraf beni alt üst etti. Bu fotoğraf diğerleri gibi değildi.
“Kadına şiddete” dikkat çekmek maksadıyla ana sayfaya konan “yarı çıplak bir halde yatan sırtından bıçaklanmış kadın” fotoğrafı ile karşı karşıyaydım.
Kendimi üç kefeye de koydum.
1- Sağlıklı herhangi biri.
2- Şiddet eğilimli, suç potansiyeli taşıyan biri.
3- Mağdur ve yakınları.
Henüz alışamadım bu dizi izleme olayına. Çok uzunlar ve seçenek çok.
Hangi birini izleyeceğim. O kadar saat TV karşısında oturup tek bir şeye konsantre olmam imkansız. Birlikte izlediğim insanları da sorduğum sorularla deli ediyorum.
Ama kendimi zorluyorum, benim de kaçırmadığım dizilerim olacak artık. Neden mi?
Konuşulanları anlamak için. İşte ya da özel hayatınızda hiç fark etmez, yapılan sohbetlerin çoğunda konu bir şekilde dizilerden birine geliveriyor. Kıvanç’ın fırını pardon kasları, Fatmagül’ün olmayan suçu, Adını Feriha Koymuşlar vs vs.
Ben de dizilerden bihaber olduğum için bir anda sohbete yabancılaşıyorum. Kısacası olmuyor böyle.
Üstelik dizileri izlemiyorsanız gündeme de uzak kalıyorsunuz. Gündem Televizyon denen sihirli kutudaki tüm gecenizi kaplayan dizilerden oluşuyor çünkü.
Benim bildiğim, eskiden konuşacak çok fazla şeyi olmayanlar konuyu futbol ve siyasete getirir, durumu idare ederdi. Memleketi kurtarma sevdası ve yeşil saha tutkusu, sosyalleşebilmek için yeterliydi. Şimdi kadın erkek fark etmiyor, diziler konuşuluyor.
Bilgisayarda oyun oynamayı seven birisi değilim. Şeytan, icadı olduğunu düşündüğüm, zaman çalan ama günümüzün en büyük gizli antidepresanlarından biri olan Play Station tutkusunu çok da anlayamıyorum. Ama adı üstünde tutku işte! Sadece uzaktan izlemekle yetiniyorum.
Ender de olsa PlayStation seven kadınlara rastlıyorum. İşte asıl tehlike orada başlıyor. Olur da kadınlardan biri sıkı bir oyuncuysa ve onları yeniyorsa, bu erkekler için tahammül edilemez oluyor. İçlerindeki canavar ortaya çıkıyor adeta.
Aman bayanlar dikkat, oynayın ama sakın eşinizi, sevgilinizi yenmeyin. Bu durum her an ayrılma nedeniniz haline gelebilir.
Süperman oluyorlar
Genelde miskinliğinden şikayet ettiğimiz, elinde kumanda televizyon karşısında uyuklayan erkek milleti, konu oyun oldu mu bir anda süperman oluveriyor. Sabahın erken saatlerine kadar yorulmak bilmeden PlayStation oynanıyor. Sesi evi inletecek derece açıkken bir de, “Ağzın değil, parmakların çalışsın!” gibi motto laflar ediliyor. Parti mekanı olan evde yer yerinden oynuyor. Sizin asla yapamayacağınızı bir oyun mucizevi bir şekilde başarıyor.
PlayStationda en çok Pes ve FIFA oyunları oynanıyor. Futbolla sevinip futbolla ağlayan bir
Bir İstanbul Fashion Week daha bitti. 7 Eylül Çarşamba günü başlayan ve üç gün devam eden moda etkinliğinde, Türk moda tasarımcılarının 2012 İlkbahar Yaz Koleksiyonları’nı izledik.
İlk gün, Atıl Kutoğlu rüzgarı esti. Daha sonra Tasarımcı Simay Bülbül, İstanbul Fashion Week kapsamında gerçekleştirdiği yaz koleksiyonun sergisini Galata’daki showroom’un da gerçekleştirdi. Tasarımcı Niyazi Erdoğan, “Sünnet” adlı defilesi ile 2012 İlkbahar Yaz erkek giyim koleksiyonunu tanıttı.
Cengiz Abazoğlu’nun ADL için tasarladığı “Gold Ceremony” adlı koleksiyonunun defilesi, IFW’de en etkileyici defilesi oldu. Bu özel koleksiyonun sürprizi ise ADL’nin marka yüzünün Özge Ulusoy olmasıydı. Ulusoy’u Abazoğlu’nun kostümleri içinde izlerken “Tanrı kadını yaratmış” demekten kendimi alamadım.
Son gün, Deniz Kaprol defilesi ile İstanbul Fashion Week, gerçek bir fashion show’a dönüştü. Sonunda olması gereken olmuştu; farklı, buram buram tasarım kokan, tüylerimizi diken diken edecek bir defile izledik. Böylece İstanbul Fashion Week, sıradan olmaktan çıkıp hep hayalini kurduğum moda etkinliğine dönüşmüş oldu.
Kral, şatosunda ağırladı
IFW kapsamında gerçekleşen konsepti ŞATO olan Deniz
Gerçekte, insanı mutlu eden, bir şeyin sahibi olmak değil, sahip olduklarının tadına varabilmektir. En büyük ironi, insanın istekleri yüzünden kendine asıl gerekeni bulamamasıdır, der Montaigne.
Kendini tanımayan birinin de kendine gerekeni ve yakışanı bulması imkansızdır.
Çoğumuz ne kendimizi tanıyoruz ne de sahip olduklarımızın farkındayız.
Hep bir komşusunun tavuğunun bizlere kaz görünme durumu hakim.
Bir denklik yada üstünlük arayışındayız. Oysa her zaman kendi dengin değil bazen bir altı yada bir üstü iyi gelir insan ruhuna. O yüzdendir ki aşık olmak için hep mükemmeli arasa da insanoğlu, gönül ota da konar bo..da...
“Aşk, büyüktür ama sonsuz değildir” der Balzac.
Hayat da aynı aşk gibidir; büyüktür ama uzun değildir. Hiç bitmeyecekmiş gibi yaşıyoruz. Yaşadıklarımızın ve sahip olduklarımızın kıymetini bilmeden... Tutkudan yoksun.
Son zamanların en popüler beach club’ı Marrakech’i İzmirli zaten keşfetmişti. Şimdilerde ise Çeşme’ye gelen herkesin Alaçatı’dan sonra sorduğu mekan haline geldi. Ünü Türkiye sınırlarını aştı. The Times, 6 Ağustos 2011 sayısında, Marrakech Beach Club’ı en popüler eğlence mekanı seçti.
Nedir bu Marrakech? İsmi neden Marrakech? O’nu bu kadar ayrıcalıklı kılan ne?
Bu soruların cevaplarını merak ediyorsanız, yazıyı okumaya devam edin.
Adını, yoksulluğun da saltanatın da yüksek duvarlar arkasına gizlendiği “Kırmızı Şehir” Marrakech’den alan, oryantal atmosferiyle her yerin ayna, her yerin altın, bronz, bakır olduğu, gündüzleri sadeliğin ve masumiyetin rengi beyazlara bürünen, cool adam Mehmet Özöner’in imzasını taşıyan, deyim yerinde ise yanar döner club “Marrakech Beach Club.”
ABD’nin önemli gazetelerinden The New York Times geçen sene “2010’da gidilmesi gereken 31 yer” listesinde Çeşme’yi 8. sırada göstermişti. Sri Lanka’nın ilk sırada yer aldığı listede Çeşme,19. sırada yer alan İstanbul’un da önüne geçmişti. The Times, tespitinde haksızda çıkmadı. Çeşme trend olmaktan çıktı bir fenomen haline geldi, herkesin tatil hayali oldu. Yıldız yapan bu noktaya getiren iki neden var; otantik kasabası Alaçatı ve gündüz denizi, gece clubları ile vazgeçilmez olan Aya Yorgi Koyu’na sahip olması.
Geçen sene “O kadar güzel ve Dünya standartlarında mekanlar açılıyor ki yazmamak elde değil. Mekan sahipleri harıl harıl çalışıyor. Böyle bir fırsat her zaman ayağımıza gelmez. Çeşme’yi dünya markası yapmak için yapılacak çok iş var” diye yazmıştım. Bu sene beklediğim oldu ve The Times Çeşme’nin iki mekanını yazdı. 6 Ağustos 2011 tarihindeki sayısında da Marrakech Beach Club’ı en popüler eğlence mekanı, Sisus Otel’i ise en seksi butik otel olarak gösterdi.
Çeşme, bu sene de adını dünya basınında uluslararası bir dergi olan The Times Dergisi aracılığı Marrakech Beach Club’ı ve Sisus Oteli ile duyurmaya devam etti. Marrakech Beach Club işletmecisi Mehmet Özöner’i ile