Yaşar Kemal, Edip Cansever, Can Yücel, Cemal Süreya, Nilgün Marmara, Tomris Uyar, Yusuf Tandoğan bir masada buluşurlar.
Garson: Efendim, sizleri burada görmek büyük mutluluk!
Cemal Süreya: Kim istemez ki mutlu olmayı? Ama mutsuzluğa da var mısın?
Garson: Anlamadım efendim?
Can Yücel: Geldiğin kadar değil, göründüğün kadar mutlusun ve sakın unutma; gittiğin kadar değil, hak ettiğin kadar unutulursun…
Garson: Anlıyorum efendim... Neyse, ne alırdınız?
Nilgün Marmara: Sen ne getirdin bana çocukluğundan?
Dehşet ve acı verici anların ardından gelir ‘küllerinden doğmak gücü ‘... Şiddeti en büyük doğum sancısı gibidir. Önce canın yanar, hatta can çekişirsin. Canlı bir cenaze olmak ile cevhere dönüşmek arasında gidip gelenlerin, karanlığın ucundaki ışığı keşfetmesidir. Harikalar diyarına açılan, büyük bir kara deliktir. Ya o kara deliğe atlar tüm korkularına meydan okursun ya da canlı cenaze olarak yaşıyormuş gibi yapmaya devam edersin.
Küllerinden doğmanın ilk şartı; korkmaktan korkmayacak kadar korkusuz olmaktır. Ardından hummalı bir temizlik harekâtına girişirsin. Kendinden, acılarından, seni yeniden doğmaktan alıkoyan çaresizlik inançlarından kurtulursun. Kendi kurtuluş savaşını başlatırsın. Tırnaklarınla kazıyacağın, bileklerinden aşağı süzülen kanların umurunda olmayacağı bir dönem başlar. İyi, güzel ve gerçek olana ulaşabilmek adına her şeye başkaldırabilenlerin serüvenidir küllerinden doğmak. Cesaret gerektirir. Korkuyu ve endişeyi güce dönüştürürsün.
İçi boş bir inanç olmayacak ya da kolaycılığa kaçılamayacak kadar zor ve tehlikeli bir hesaplaşmadır! Kendisi için yas tutanlara gülenlerin, kendisine en hoyrat olanların zorunlu bir yol haritasıdır. Tepetaklak olmuşların, derin
En son istediğiniz ya da korktuğunuz şeyin başınıza, muhakkak gelme sıklığını hiç düşündünüz mü? İçimizden geçen o kötü ihtimal, düşük bir olasılık taşımasına rağmen sık sık gerçek olur. Hatta bunu düşündüğümüz ve dile getirdiğimiz için kendimize ya da dile getirene kızarız. Olayların gelişmesini önceden görüp özellikle felaketler hakkında kesin kehanetlerde bulunan, genellikle öne sürdüğü kötü ihtimaller gerçekleşen, sürekli kötü şeylerden söz eden ve sözlerinin uğursuzluk getireceğinden korktuğumuz kimselere de halk arasında ‘şom ağızlı’ deriz.
Üstelik nasıl oluyorsa olur ve “Yanlış gitme olasılığı bulunan bir şey,yanlış gider!” Edward Aloysius Murphy, 1949’da ABD Hava Kuvvetleri’nde roketler üzerine deney yapan mühendislerden biridir. İnsan bedeninin en fazla ne kadar ivmeye dayanabileceğini incelemektedir. Deneylerden birisinde denek üzerine 16 değişik noktaya ölçüm cihazı takılması gerekir. Ölçüm cihazı, sensör bir yapıştırıcı ile ancak iki türlü takılabilmektedir. Biri, bu 16 sensörün tamamını da yanlış takmayı becerir ve deneyin başarısız olmasına yol açar. Bunun üzerine Edward Aloysius Murphy, daha sonra kanun olarak nitelendirilecek, Murphy Kanunları adı ile anılacak ilk
"Olmak ya da olmamak işte bütün mesele bu!" William Shakespeare’in 1601 yılında babasının ölümü üzerine yazdığı Hamlet eserinde geçen bu sözü muhakkak duymuşunuzdur.
Hamlet oyununda, perde 3, sahne 1’in 63. satırında geçen bu söz, mezarcılar sahnesindeki varoluş sorgulamasına aittir. Hamlet’in (var olması) ölen babası (var olmaması) ile konuşmaları ve kendi içinde oluşturduğu düşüncelerinde var olmak veya olmamak durumunu sorgulamaktadır.
Mesele o ya da bu değildir, mesele olmak ya da olmamaktır, işte bütün mesele budur. Bilgisayar yazılımların kodlama mantığındaki gibi 1 ya da 0 gibi bir şeydir. Bilgisayarın ve mantığın doğuş noktasıdır. T=0 noktası.
Eğer olmak isteyip de olamıyorsanız bu; olmaya çalışır gibi görünmek olacağından hiç olmamayı seçmek önemli meseledir. Çünkü felsefik açıdan bakacak olursak olmamak; arada kalmışlıktan yeğdir.
Hayata var olmanın anlamını, yaşamın amacını sorgulamak gerekir. Madem varız o zaman gerçek anlamda varlık göstermek. Bunla birlikte eşzamanlı olarak bir de yaşamın hakkını vererek, tadını çıkarak yaşamak icap eder. Yaşamdan haz almak ve buna imkan verecek fırsatları yaşamımıza çekmek.
***
İşte tam bu nokta, bu boyut için Doğuş Grubu Yönetim
Yaz başından beri âşık insanları daha bir dikkatli izler oldum. Zor bir kışı geride bırakmamızın; sınavlar, eğitim sistemimiz, seçimler derken kasvetli günler geçirmemizin etkisinden olsa gerek etrafta mutlu, ayakları yerden kesilmiş aşık insanlar dikkatimi çeker oldu.
Bilimsel olarak aşkın mevsimi diye bir şey yok elbette ama bilim baharın, yazın aşka yataklık ettiğini, insanı mutlu ettiğini ve cesaretlendirdiğini bu nedenle âşık olma olasılıklarını artırdığını açıkça kabul ediyor.
Danışmanlık yaptığım için de danışanlarım ile asıl konumuz çoğu zaman iş ya da hayat üzerine de olsa laf dönüp dolaşıp aşka geliyor çoğu zaman. Kimisi sevdaya düşmenin yolunu gözlüyor, kimisi aşk acısını dindirmenin yollarını arıyor. Aşka hasret insanların hayatlarındaki boşluğu doldurma çabalarına şahit oluyorum. Her şeyleri yerli yerinde olsa da aşkın eksikliğini hep hissediyorlar. Âşık olanların kendilerinden geçişlerine tanık oluyorum. Onlarla aşkın hallerini, aşk acılarını konuşuyorum.
***
Erkeklerin imkânsız aşklar karşısında olanı biteni kabullenip vazgeçişlerine şahit oluyorum. Kadınların ise tutkuyla yapabilirim, neden olmasın, elbet bir yolu bulunur arayışlarına, kendilerini aşka adayıp pek çok
Üniversite sınavının birinci oturumu dün yapıldı, ikinci oturumu da bugün yapılıyor. Her zaman olduğu gibi, veliler öğrencilerden daha heyecanlı... İçeride gençler ter döküp soruları çözerken, dışarıda veliler dualar ederek bekleşti. Velilerin gelecek kaygıları içinde, endişeli yüz ifadeleriyle bekleşen halleri bana bu yazıyı yazdırdı.
Belirsizliğin ve gelecek kaygısının maksimum seviyede yaşandığı, sınavın 4 kez değişikliğe uğradığı bir ortam için, tüm bu tepkiler doğaldı elbette. Bence bu durum gençlerin yeni dünya düzenine adaptasyonları için gereksiz ama iyi bir alıştırma ve Rezilyans gelişim aracı kıvamında bir deneyimdi. Fizik terimi olarak rezilyans, bir malzemenin elastik olarak şekil değiştirdiğinde absorbe ettiği enerjiyi, kuvvetin kaldırılmasıyla geri vermesi özelliğine deniyor. Psikoloji terimi olarak ise rezilyans, olumsuzluklara karşı hazırlıklı olma, stres ve travmayla başa çıkabilme, zor koşullara uyum sağlama, yıkıcı deneyimlerden bir şeyler öğrenerek gelişme kapasitesi olarak kullanıyor. Kısaca, hem ruhsal hem de fiziksel esneklik ve dayanıklılık, esneklik ve toparlanabilme becerisi diyebiliriz. Ve rezilyansı sağlayan özelliklerin bir kısmı kalıtımsal olsa bile,
Affetmekle ilgili yazı dizimin sonuna gelmişken bir haftalık ara verip ‘Siyasi Lider Nasıl Olmalıdır?’ başlıklı bir yazı yazma ihtiyacı hissediyorum. Nedenine gelince; bilindiği üzere uzun yıllardır liderlik koçluğu yapmakta ve liderlik eğitimleri vermekteyim.
Daha yolun başında olduğum dönemlerde gelmiş-geçmiş, iyi-kötü, yerli-yabancı ne kadar lider varsa liderlik tarzları ve yaşamları üzerine araştırmalar yapıyorum, dünyadaki liderlik trendleri radarımda. O zamanlar Obama, ABD tarihindeki ilk siyahi devlet başkanı seçilerek, ABD’deki büyük siyasi gelişmelerden birine imza atıyor. Seçim döneminde sıkı bir koçla çalıştığını açık açık itiraf ediyor, falan filan.
Bakıyorum ki, dünyada ‘Siyaset ve Politik Liderlik Koçluğu’ diye bir şey var, hemen eğitimini alıyorum. Bildiğimiz liderlik koçluğundan ayrışan yönleri var; çok daha uzun soluklu ve başka dinamikleri de içine alan bir süreç, zor mu zor. Olsun diyorum, bu sistemi Türkiye’deki siyasi liderlerle tanıştırıyorum. Siyasetçilerin bazıları hevesli ama arkalarındaki danışman ordusu katiyen sıcak bakmıyorlar bu duruma! Her ne kadar kesişen noktalarımız varsa da onların işi ayrı, koç olarak benim işim ayrı, ama ellerindeki yönlendirme
Acı çekmek, çözmekten daha kolaydır. Ve fark etmeden acılarımızdan beslenir ve bu sayede kendi gerçekliğimizden kaçarız.
Affetmediğimizde yaşamımızdaki bir notaya takılıp kalmış, onun kederiyle yaşamayı seçmişiz demektir.
Bu kilitlenme çoğu zaman bilinçsizce olur. Çözüm yolu ise tersinden işler.
Yükün sebebi, suçlusu, nedeni ne olursa olsun, öncellikle bu kilidi çözmeye niyetli olmak ve bu yükü bırakmak istemek gerekir.
Çünkü bu yükü taşımanın, affedilmemişliklerle yaşamının bedeli çok ağırdır.
Affetmenin boyutlarından kısaca bahsetmek istiyorum:
- En önemlisi kendinizi affetmektir.