Yaşar Kemal, Edip Cansever, Can Yücel, Cemal Süreya, Nilgün Marmara, Tomris Uyar, Yusuf Tandoğan bir masada buluşurlar.
Garson: Efendim, sizleri burada görmek büyük mutluluk!
Cemal Süreya: Kim istemez ki mutlu olmayı? Ama mutsuzluğa da var mısın?
Garson: Anlamadım efendim?
Can Yücel: Geldiğin kadar değil, göründüğün kadar mutlusun ve sakın unutma; gittiğin kadar değil, hak ettiğin kadar unutulursun…
Garson: Anlıyorum efendim... Neyse, ne alırdınız?
Nilgün Marmara: Sen ne getirdin bana çocukluğundan?
Garson: Çocukluğumdan mı? Siz ne isterseniz mutfaktan onu getireceğim işte.
Edip Cansever: Bu aralar ellerim hep üşür benim. Doktor ‘kansızlık’ der, ben ‘sensizlik’ derim.
Nilgün Marmara: Üşümüşüm, düşlerimin üzeri açıktı.
Garson: Ekrem klimayı aç oradan, çattık ya!
Tomris Uyar: Bazen sensiz kalmak, kırıldığını göstermenin en iyi yoludur.
Garson: Estağfurullah efendim, ne kırılması, bugün kötü bir gün sanırım benim için.
Yaşar Kemal: Gülümse karamsarları şaşırt, gülümse güller açsın yüzünde, gülümsemenle yayılsın ışık, dünyayı ısıtmasan da güneş gibi çevreni ısıt.
Garson: Ekrem klimayı kapat, gülümsüyorum :))
Yusuf Tandoğan: Mutlu olmak için daha kaç fırın acı yemeliyim…
Garson: Herkesin yalnızlığını yemiş gibisiniz, mutlu olma sırası artık siz de!
Bu hikayeyi neden anlattım; çünkü her birimiz gerçek dostluklara sahip olmak ve hayatı tüm gerçekliği ile öğrenmek yerine kendi noksanlarımız kadar algılıyoruz hayatı. Bir olaya, bir duruma ya da bir kişiye baktığınızda; davranışlarında, duruşunda, yaptıklarında her ne görüyorsanız, “olanı her nasıl yorumluyorsanız” bu onunla o durumla ilgili değil asılda tamamen sizin kendinizle ilgilidir. İçinizde ne varsa dışarıda onu görürsünüz. O görmeyi seçtikleriniz, yorumlama şekliniz size sizin hakkınızda çok şey gösterir.
En basitinden bir buket gül düşünün. Biri güle bakar açan çiçeği görür, biri güle bakar kendine hiç gül alınmadığı aklına gelir, biri güle bakar sadece dikenini görür ve ona acıyı çağrıştırır. Oysa o gül onların tüm gördüklerinin toplamından daha fazlasıdır.
Baktığınız yerde sevgisizlik görüyorsanız bu sizin sevgisizliğindir, baktığınız yerde tehdit ve korku görüyorsanız bu sizin korkularınızın yansımasıdır. Dünyada olanların bir anlamı yok tur, onlara o anlamı anlam yükleyen sizsinizdir.
Baktığınız yere yüklediğiniz anlamları görene kadar, kendinizden, sevgisizliğinizden, korkularınızdan, limitlerinizle yüzleştiğiniz kişi ve ortamlardan kaçarsanız. Onlar “ağır” gelirler size. Sizi bir ortamda, bir kişide rahatsız eden ne varsa, hepsinin kendinle ilgili olduğunu kabul edip yargılarınızla yüzleşmek için orada öyle, onun yanında, en kötü zannettiğin, zihninde en fazla yargıladığın durumun içinde “duygularının ve bakış açılarının sorumluluğunu alarak” , “orada zannettiğim şey olmuyor, ben öyle görmek istiyorum” diyerek, egonuzu ezerek kaldırmanız, kendinize, insanlara ve dünyanıza ne yaptığınız la yüzleştiğiniz an son bulur kabusunuz.