Cumhur- başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Kolombiya-Küba-Meksika gezisi, Türk dış politikasında Latin Amerika açılımının yeni bir halkasını oluşturuyor.
Aslında Türkiye’nin Latin Amerika’ya ilgisi yeni değil. Bölgenin belli başlı ülkeleriyle ilişkilerin kurulması 19. yüzyılda başlar. Gerçi eskiden coğrafi uzaklık özellikle ekonomik ve kültürel ilişkilerin gelişmesine engeldi. Diplomaside de şimdiki gibi uluslararası bir faaliyet yoktu.
Bu nedenle Türkiye’nin Latin Amerika ile ilişkileri yıllar boyunca sönük kaldı. Güney Amerika’ya üst düzey ilk resmi ziyareti gerçekleştiren -1995’te- 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel oldu.
Ama Türk dış politikasına “Latin Amerika açılımı” boyutunu ilk kazandıran, rahmetli Dışişleri Bakanı İsmail Cem’dir. “Çok yanlı dış politika” kavramı çerçevesinde Latin Amerika’ya özel bir önem vermiş, bu konuda bir “Eylem Planı” uygulamaya koymuştu. Kendisi de 1998-99 yıllarında Güney Amerika ve Karayip ülkelerini ziyaret etmişti.
Bu bir süreç
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın üç ülkeyi kapsayan şimdiki gezisinin ardından önümüzdeki sonbaharda üç Latin Amerika ülkesinin daha (Brezilya-Venezuela-Bolivya) ziyaretinin planlaması, bu “açılım”ın devam edeceğini
Ukrayna krizine çözüm bulmaya yönelik Alman-Fransız ortak diplomatik girişiminin ne sonuç vereceği yarın Minsk’te Rusya ve Ukrayna ile birlikte yapılacak olan dörtlü zirvede anlaşılacak.
Bu toplantı şimdiye kadar asker dahil 5350 kişinin ölmesine, 12 bin kişinin yaralanmasına ve 1.2 milyon sivilin de evlerini terk etmesine neden olan iç savaşın akıbetini belirleyeceği gibi, Batı ile Rusya arasındaki ilişkilerin ve dolayısıyla küresel siyasetin nasıl bir yön alacağının da işaretini verecek.
Alman, Fransız, Rus ve Ukrayna liderlerinin Minsk’te tartışacakları plan, Ukrayna ordusu ile ülkenin doğusundaki Rusya yanlısı ayrılıkçılar arasındaki çatışmaların durmasını, iki taraf arasında bir tampon bölgenin kurulmasını ve Kiev hükümetinin ayaklanan bölgeye geniş bir özerklik tanınmasını öngörüyor.
Aslında eylül ayında gene Minsk’te bu planın bir benzeri üzerinde mutabakat sağlanmıştı. Ama sonuç meydanda. Şimdi 2. Minsk konferansının daha başarılı bir sonuç verip vermeyeceğini göreceğiz.
İç ve dış faktörler
Ukrayna krizinin bu kadar karmaşık ve çözümünün de o kadar zor olmasının nedeni malum: Bu, sadece farklı etnik kökenli, Batı veya Rus yanlısı Ukraynalıların bir iç kavgası
Bu bambaşka bir terör türü... Yöntemleri, örneğin rehinelerin kafasını kesme, onları diri diri yakma gibi uygulamalar, ancak Ortaçağ’da görülen bir vahşet...
Dünya bu hafta IŞİD’in sahnelediği iki dehşet verici görüntünün şokunu yaşadı. Bunlardan biri iki Japon’un kellelerinin uçurulması, diğeri de bir Ürdünlü pilotun metal bir kafesin içine sokularak yakılması...
Ürdünlü pilotun bu şekilde öldürülmesi, IŞİD’in vahşet dizisinde de bir “ilk”. Üstelik katlettikleri kişi de Müslüman...
Daha da dehşet verici husus, bu barbarlığın baştan sona kadar videoya alınarak yayınlanmasıdır...
İddialı amaçlar
IŞİD özellikle Ürdün’de büyük nefret ve infial yaratan bu acımasız eylemi, kendine özgü terör stratejisinin bir parçası olarak gerçekleştirdi.
Bu stratejinin bir amacı da, düşman saydığı ülkeleri ve genelde dünyayı şoke etmektir. Böylece örgüt varlığını hissettirmek, dost veya düşman herkese gözdağı vermek ve etkisiz hale getirmek niyetindedir.
Yeni Yunan Başbakanı Aleksi Çipras’ın başarı şansı nedir? Seçim kampanyasında halkına verdiği sözleri tutabilecek ve aynı zamanda ülke ekonomisinin bağlı olduğu Avrupalı ortaklarıyla bir anlaşmaya varabilecek mi? Bu hükümet iktidarda ne kadar kalabilecek?..
Bu sorular önceki gün Kadir Has Üniversitesi’nde düzenlenen bir konferansta enine boyuna tartışıldı. Panelistlerden dördünün Kadir Has, Boğaziçi ve Bilgi Üniversitesi’nde çalışan Yunanlı öğretim üyeleri olması tartışmalara ayrı bir derinlik kazandırdı.
Konuşmacıların da belirttiği gibi, SYRİZA’nın ve lideri Çipras’ın Yunanistan’ın en sıkıntılı bir döneminde yeni fikirler ve çözüm önerileriyle ortaya çıkışı halkta büyük umutlar yaratmıştır. Ancak bu beklentileri çok yüksek tutmamak, yeni iktidarın bütün vaatleri çok kısa sürede gerçekleştirmesine bel bağlamamak gerek.
Bununla beraber Yunanlı konuşmacılar, ihtiyatlı bir iyimserlik içinde, bu yönetimin halk desteğinden aldığı güçle, ülkeyi bugünkü sıkıntılı durumundan kurtaracak adımlar atabileceğine ve iktidarda normal 4 yıl (bazısına göre 2 yıl) kalabileceğine inanıyor.
Vaatler ve gerçekler
Ancak bunun olması, yeni hükümetin bir yandan halkı ekonomik bakımdan
Yunan seçim- lerindeki zaferiyle Aleksis Çipras sadece kendi halkının değil, dünyanın da ilgi ve hayranlığını kazandı.
SYRİZA partisinin 40 yaşındaki lideri, Başbakanlık koltuğuna adeta “vatan kurtaran (veya kurtaracak olan) arslan” imajı ile oturdu.
Yunan halkı daha iyi bir gelecek umutlarını tamamen yeni liderine ve onun ekibine bağlarken, Türkiye dahil birçok ülkede Çipras şimdiden bir esin kaynağı ve örnek olarak görülüyor.
Yunanistan gibi son zamanlarda ciddi ekonomik sıkıntılar çeken Avrupa ülkelerinde “Çipras gibi olmak” isteyen veya bu umudu taşıyan politikacılar var. Örneğin İspanya’da Pablo Iglesias gibi. Gerçekten 36 yaşındaki Iglesias ile Çipras’ın siyasi çıkışı ve “PODEMOS (Yapabiliriz)” partisiyle “SYRİZA’nın ideolojik çizgisi arasında dikkat çekici benzerlikler var. İspanya ile Yunanistan’ın dış borçlanma ve kemer sıkma politikalarından kaynaklanan sıkıntılarındaki benzerlikler gibi...
Çipras örneğine halen en çok önem veren ülke herhalde İspanya’dır. “PODEMOS” bundan aldığı cesaretle, bu yaz yapılacak seçimlere büyük bir özgüvenle hazırlanıyor, Iglesias’ın popülaritesi de giderek yükseliyor.
Bu gidişle İspanya’daki seçimlerde Iglesias’ın “Çipras-vari”
Başkanlık sistemiyle ilgili tartışmalar Türkiye’nin siyasi gündemine iyice oturmuş durumda.
Tartış- malarda savunulan argümanları desteklemek için dünyadan çeşitli örneklerin öne sürülmesi doğal. Ancak seçilen bazı örnekler yanlış. Bu tür hatalar savunulan pozisyonu güçlendireceğine, aksine zayıflatır.
Başkanlık sistemi lehindeki argümanlardan biri bu şekilde ortaya kondu: Dünyanın en gelişmiş ve ileri ülkeleri başkanlık sistemiyle yönetiliyor... Bunun örnekleri çok: ABD, Fransa gibi...
İlk bakışta bu doğru görünebilir. Hatta dünyanın siyasi haritasına bakıldığında, çoğu ülkenin bir nevi başkanlık sistemiyle yönetildiği görülür. Bir nevi diyoruz, çünkü başkanlık sisteminin de ülkelerin kendi toplumsal ve siyasal yapılarına göre farklı modelleri var.
Başkanlık sisteminin uygulandığı bütün ülkelerin ileri ve demokratik olduğunu söylemek imkânsız. Asya’da ve Afrika’da bu kategorideki ülkelerin önemli bir kısmı hem geri hem de otoriter...
Buna karşılık parlamenter sistemi benimsemiş Almanya’dan Japonya’ya, Kanada’dan Avustralya’ya kadar pek çok ülke (özellikle Avrupa ülkeleri) hem ileri hem demokratik...
IŞİD ortaya çıktığı günden bu yana Suriye krizi unutuldu adeta...
Oysa üç yıl boyunca dünya Suriye’deki iç savaşla ve bunun yarattığı uluslararası gerginliklerle yatıp kalktı.
Şimdi Suriye’deki iç çatışmalar neredeyse dört yılını doldurmak üzere ve dünya artık bu krizin özüyle ilgilenmiyor. Halen bütün dikkatler Suriye’de IŞİD’in eylemleri üzerinde odaklanmış durumda.
Dünya medyasında uzunca bir süredir Suriye sorunu konusunda bir haber yok. Beşar Esad Cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturmaya devam ediyor. Ülkenin özellikle kuzey bölgeleri Şam’dan kopmuş da olsa, ordu desteğindeki rejim hâlâ duruma hâkim.
Rusya’nın duruşu
Uluslararası diplomasi için de aynı şey söylenebilir.
Sorunun çözümü için Cenevre-2’den beri yeni bir adım atılmadı. Sorunla yakından ilgilenen -ve geri plandan olayları manipüle etmeye çalışan- ülkeler de eski pozisyonlarını koruyorlar.
Kobani’nin IŞİD ile 134 gün süren çarpışmalardan sonra PYD’nin denetimi altına geçmesi olayının analizi, bir dizi ilginç gerçekleri yüzeye çıkarıyor.
Bunların başında göze çarpan nokta, şöyle kısa bir cümleyle ifade edilebilir: IŞİD Kobani’de PYD’yi yenemedi.
Oysa “cihatçılar” bu kente 15 Eylül’de girdiklerinde, doğru dürüst silahı dahi olmayan PYD’ye bağlı YPG direnişçilerinin kısa zamanda saf dışı edilecekleri söyleniyordu. O günlerde on binlerce sivil Kobani’den Türkiye’ye kaçmış, PYD ve ona katılan yerel Kürt gençleri, modern silahlarla donatılmış IŞİD güçleri ile karşı karşıya kalmıştı.
Tam da kent için “düştü, düşüyor” dendiği sırada, Kobani’nin IŞİD için “kolay yutulur lokma” olmayacağına dair işaretler gelmeye başladı. ABD, oluşturduğu koalisyonla birlikte, aktif olarak devreye girdi, Kobani ve çevresindeki IŞİD güçlerine karşı yoğun hava bombardımanına girişti. Bu arada ABD YPG’ye de silah yardımına başladı.
Ardından Kuzey Irak’taki Kürt yönetimi de devreye girdi ve Kobani’ye -Türkiye yolu ile- modern silahlı bir peşmerge birliği gönderdi. O ondan itibaren de Kobani cephesinde savaşın seyri değişti.
Ve uzun süren çarpışmalardan sonra IŞİD Kobani’yi Kürt