Yunanis- tan’da radikal sol SYRİZA’nın kaotik bir ortamda iktidara gelmesi, Avrupa’yı bir dönüm noktasına getirdi.
Konu Yunanistan’ın Batılı partnerleriyle ilişkilerinin ötesinde, Avrupa’nın bugünkü kriz karşısındaki tutumuna nasıl bir çekidüzen vereceği noktasına kadar uzanıyor.
Atina’da hükümetini kurup hemen işbaşı yapan yeni Başbakan Aleksis Çipras’ın Yunanistan’ı krizden kurtarmak için neler yapmak istediği ana hatlarıyla belli. Yunanlılar açısından önerdiği formüller, bir cankurtaran simidi niteliğinde görülebilir. Zaten SYRİZA’yı iktidara getiren de halkın bu umudu ve güvenidir.
Yeni hükümetin amacı Yunanlıları ağır borç yükünden ve buna bağlı olarak da empoze edilen kemer sıkma tedbirlerinden kurtarmaktır. Çipras AB, Avrupa Merkez Bankası ve IMF’den oluşan “troyka” ile müzakere etmek istediği bu konuda, belki bir yere kadar bir esneklik gösterebilir. Ama bunlardan geniş ölçüde vazgeçmesi mümkün değil. Zira hükümetin bu borcu ödeyecek ve yeni borç yükü altına girecek kapasitesi, halkın da kemerleri daha fazla sıkacak hali yok...
Borç borçtur ama...
Bu açıdan bakıldığında, Çipras iktidarı AB ve diğer partnerlerinden “biraz daha anlayış” istemekte haklı
Yunanistan’daki seçimlerde sandıktan çıkan önemli mesaj, “yeni Yunanistan” yolunun açılmış olduğudur.
Bu, zafere ulaşan SYRİZA’nın ve başındaki genç lideri Aleksis Çipras’ın devrimci karakterinin bir sonucudur.
Yunan halkı da ülke siyasetine yıllardan beri hâkim olan partiler ve liderlerle ve de eskimiş düşüncelerle, bugünkü sorunların üstesinden gelinemeyeceğine kanaat getirmiş bulunuyor. 40 yaşındaki radikal solcu Çipras’ın “değişim” programı ve “umut” sloganı, bu kez çoğunluğun yakın tarihin en köklü iktidar değişikliğini sağladı:
SYRİZA’nın bu başarıyı elde etmek için fazla zorlanmadığını söyleyebiliriz. Bunun başlıca nedeni, halkın ülkeyi ekonomik felakete sürükleyen olaylara ve politikacılara karşı büyük bir öfke duymasıdır. Bu pek çok seçmeni sandığa bir nevi “protesto oyu” atmasına ve farklı görüşlerle karşılarına çıkan SYRİZA’yı tercih etmesine yol açtı. Aleksis Çipras da karizmatik ve umut verici yüzüyle bu desteği pekiştirmeyi bildi.
Kulağa hoş gelen vaatler
Çipras’ın seçim kampanyasında söyledikleri, halkın duymak -ve de inanmak- istediği sözlerdi.
Örneğin, asgari ücret dahil maaşlar yükseltilecek, vergiler kısılacak, sağlık ve diğer kamu hizmetleri
Kadir Has Üniver- sitesi’nin düzenlediği “Türkiye Sosyal-Siyasal Eğilimler Araştırması” ile ilgili Raporun dış politika bölümü, Türk kamuoyunun güncel uluslararası meseleler karşısındaki tutumu hakkında ilginç veriler içeriyor.
Bu verilerin bir kısmı belki de hükümetin hoşuna gitmeyecektir. Zira araştırma ekibinin bilimsel metotlarla gerçekleştirdiği anket, kamuoyunun önemli bir kesiminin iktidarın bazı konularda yürüttüğü dış politikayı onaylamadığını gösteriyor.
Araştırmadan çıkan bazı sonuçlar beğenilir veya beğenilmez, ama bulgular halkın belirli meselelerdeki eğilimlerini ortaya koyuyor.
Artık bu verileri dikkate alarak gereken sonuçları çıkarmak, hükümet yetkililerine ve diplomatlara düşüyor...
Neden beğenilmiyor?
Kamuoyunun izlenen dış politika ile ilgili verdiği “genel kanaat notu” düşük. “Hükümetin dış politika performansını” başarısız bulanların oranı yüzde 41.6. Başarılı bulanların şimdiki yüzde 33 oranı ise, önceki yıla göre bir gerilemeyi yansıtıyor.
Türkiye-AB ilişkilerinin canlan- dırılması için “yeni bir fırsat”tan söz edebilir miyiz?
Bu soru önceki gün Kadir Has Üniversitesi’nde düzenlenen bir toplantıda tartışıldı. Türkiye’nin saygın düşünce kuruluşlarından EDAM’ın “Carnegie Europe” ile birlikte hazırladığı bir raporunun ışığında, AB’nin Ankara’daki eski Büyükelçisi Marc Pierini, AB dönem başkanı Letonya’dan gelen akademisyen Veiko Spolitis ve EDAM Başkanı Sinan Ülgen’den oluşan bir panelde konuyla ilgili görüşlerini dile getirdi.
Aslında konuşmacılar, raporun tespitleri doğrultusunda, Türkiye-AB ilişkilerinin geliştirilmesi için “fırsat zamanı”nın geldiği ve bu fırsatın iyi değerlendirilmesi gerektiği kanısındalar. Gerçi onlar da üyelik müzakerelerinin “tıkanmış olduğu”nu kabul ediyorlar; ancak buna rağmen ilişkileri diğer alanlarda geliştirme fırsatının da bulunduğunu öne sürüyorlar.
Türkiye’nin esas ilgilendiği üyelik müzakereleri süreci neredeyse tıkalı kaldığına göre, ilişkilerde bir kopma olmaması için, bu “paralel yollar”ın canlı tutulmasında yarar var elbet.
Ancak bu ikincil veya paralel yollarda da tam bir uyum ve işbirliği sağlanması şart...
Tam uyum yok
Dış politika alanında arzulanan ölçüde bir
Dünkü yazımızda Paris’teki son terör eyleminin ardından Ankara’nın gösterdiği tepki nedeniyle Avrupa’dan uzaklaştığı izlenimini yarattığını belirtmiştik.
Bu algı, Paris’teki saldırıyı kınadıkları halde, Türk liderlerinin bu olayda Avrupalıları sorumlu tutmalarından ve bunun ötesinde Batı’nın “güçlü bir Türkiye” istemediği ve onu zayıflatmaya çalıştığı iddiasından kaynaklanıyor.
Türkiye’de gerek resmi ağızların ve gerekse bazı kanaat önderlerinin yaptığı konuşmalar, çifte standart uygulayan, güvenilmez bir “Avrupa imajı” yansıtmıştır. Resmi düzeyde Avrupa ülkeleriyle ilişkiler ve örneğin güvenlik ve istihbarat alanında işbirliği devam ettiği halde...
Bu yazıda madalyonun öbür tarafına, yani son olayların ışığında Avrupa’daki “Türkiye imajı”na değineceğiz.
Algı farkı
Paris saldırısından hemen sonra Türkiye’nin diğer birçok ülkeyle birlikte teröre karşı ve özgürlükler lehinde gösterdiği dayanışma Fransa başta olmak üzere Avrupa’da çok iyi karşılandı. Ancak sonraki beyanlar ve sert çıkışlar bu havayı bozdu.
Avrupalıların bu konuda Türkiye algısını etkileyen başlıca faktör, Avrupalıları suçlayan beyanlardır. Avrupa’nın ve genelde Batı’nın Türkiye’nin yükselmesini
Paris’teki son terör eylemi ve onu izleyen gelişmeler, Ankara’nın Avrupa’dan uzaklaşması gibi bir sonuca yol açacağa benziyor.
Bu olaylar karşısında iktidarın üst düzey yetkililerinin beyanları ve kamuoyunun geniş bir kesiminin tavrı, Türkiye ile Avrupa’nın arasının açılmakta olduğu sinyalini veriyor.
Aslında bu frekans farkına yol açan durum şu ana kadar resmi ilişkilere yansımış değil. Türkiye Avrupalı müttefikleriyle Paris saldırısından sonraki süreçte istihbarat ve güvenlik alanındaki işbirliğini arttırmış bulunuyor.
Ancak olup bitenlerin mahiyeti ve nedenleri konusunda Ankara’nın yaklaşımı Batılılarınkinden ayrıldığı gibi, gerek resmi ağızların, gerekse bir kısım politikacı, akademisyen ve yazarın gösterdiği tepki, Türkiye’yi Avrupa ile çelişen farklı bir noktaya doğru götürüyor.
Nasıl bir imaj?
Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Davutoğlu başta olmak üzere, Türk yetkililerinin beyanlarının ışığında, Ankara’nın Paris’teki saldırı sonrasında aldığı tavrın ana hatları kısaca şöyle:
- Temelde Türkiye yapılan saldırıya ve genelde her türlü teröre karşıdır. Olayların başında bu duruş açık ve net olarak sergilendi. Ancak daha sonraki demeçlerde ısrarla üzerinde
Bizler için alışılmış görüntüler ve uygulamalar bunlar...
Ama Fransızlar ve Avrupalılar için yeni ve şaşırtıcı şeyler...
Paris’teki son terör saldırısından sonraki durumdan söz ediyoruz.
Yalnız Fransa değil, belli başlı bütün Avrupa ülkeleri korku içinde ve alarm durumunda. Alınan tedbirler günlük yaşam tarzını dahi değiştirecek gibi. “Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” diyenler bile var...
Güvenlik önlemlerinden başlayalım: Paris’in ünlü turistik yerlerinde, meydan ve caddelerinde ilk kez silahlı askerler görülüyor. “Işıklar kenti”nde hiç alışılmamış bir manzara!
Fransa’nın çeşitli yerlerinde 10 bin asker, polisin yanı sıra, güvenliği korumakla görevlendirilmiş durumda. Okullar bile koruma altında. Metro istasyonları da hassas noktalar arasında...
Ünlü Fransız şarkısındaki ifadesiyle “Paris’teki bulvarları arşınlamak” artık pek zevkli olmasa gerek. Yeni bir şiddet eyleminin nerede, ne zaman patlak verebileceğiyle ilgili kaygısı Fransızların mizacındaki o “yaşam neşesi”ne gölge düşürüyor...
Fransız “Charlie Hebdo” mizah dergisinin uğradığı terör saldırısından sonra yayımladığı özel sayının kapağında Hz. Muhammed’in bir karikatürünün yer alması, siyasi olduğu kadar akademik boyutları olan bir soruyu gündeme getirdi:
İfade özgürlüğü sınırsız olabilir mi? Bir toplumu inciten veya ona karşı nefret yaratan yayınlar, ifade özgürlüğünün bir parçası sayılabilir mi? Kutsal sayılan değerlerin hedef alınması, sınırsız bir özgürlüğün ifadesi kabul edilebilir mi?
Fransa dahil Batı’da özellikle entelektüel çevrelerin savunduğu görüş belli: İfade -bu arada basın- özgürlüğü demokrasilerin kayıtsız şartsız özelliğidir. Buna hiçbir kısıtlama -veya sınır- getirilemez...
Bu nedenle Batı’da liderler ve hatta kutsal değerler dahil, her konuda eleştirel veya mizahi, alaylı yayınlar yapılıyor. Sözü geçen Fransız dergisi, Hz. İsa dahil pek çok lideri karikatürize etmekle tanınmıştır.
Zihniyet farkı
Avrupa’da ve ABD’de hâkim olan zihniyet budur. Dolayısıyla karikatüristler, artistler, yazarlar liderlerle dalga geçmekte, toplumun çeşitli kesimlerine karşı kışkırtıcı veya rencide edici şeyler söylemekte veya yazmakta bir sakınca görmüyorlar.