Olay sırasında eleştiri ve suçlamalara karşı, “Yok böyle bir şey” diyerek yalanlamalar yayınlanır... Neden sonra gerçek bir şekilde ortaya çıkar, duyulan kuşkuların doğruluğu anlaşılır...
Rusya’nın Kırım’ı ilhakıyla ilgili gerçeğin yüzeye çıkması için fazla beklemek gerekmedi. Olup bitenlerin iç yüzünü, ilhakın birinci yıldönümünde, bu işin mimarı olan Devlet Başkanı Vladimir Putin bizzat açıkladı.
“Rosiya 1” devlet televizyonunda yayınlanan Ukrayna krizine ilişkin bir belgeselde konuşan Putin, Kırım’ın Ukrayna’dan koparılıp Rusya’ya bağlanması sürecindeki rolünü -biraz da böbürlenerek- anlattı.
Putin’in Ukrayna’da Batı yanlısı gösteriler sonucunda iktidardaki Rus yanlısı Başkan Viktor Yanukoviç’in alaşağı edilmesine çok kızdığı biliniyordu. Rus lideri bir yandan Yanukoviç’in canını kurtarmasını sağlamaya çalışırken, diğer yandan Kiev’deki yeni yönetime (ve onun destekçisi olan Batılılara) bir ders vermeye hazırlanıyordu.
Cüretkâr plan
Putin, TV’deki açıklamasında, Kiev’deki iktidar değişikliği üzerine, ilk adım olarak Kırım’ın “anavatan Rusya’ya dönüşü”nü gerçekleştirme kararını aldığını söylüyor. Bu amaçla 21 Şubat’ta kurmaylarını yanına çağırdığını, ertesi sabaha
Son gelen video ve fotoğraflar, alışılagelen kafa kesme veya rehinelerin demir kafesler içinde sokaklarda dolaştırılmasıyla ilgili değil. Bu kez görüntüler, antik kentlerin ve tarihi eserlerin tahrip edilişini yansıtıyor...
IŞİD’in dehşet verici son “marifeti” de bu...
Olayın merkezi IŞİD’in işgali altındaki Irak bölgesi veya tarihteki adıyla Mezopotamya toprakları...
Asur İmparatorluğu’nun milattan önce 13. yüzyılda Dicle Nehri kıyısında inşa ettiği Nimrud kentinin 19. yüzyıldaki kazılar sonunda meydana çıkarılan ve büyük ihtimamla korunan kalıntıları, IŞİD’in yeni hedefi oldu. Militanlar buradaki antik sütunları, surları, kuleleri, heykelleri buldozerlerle yıktılar.
Ardından iki bin yıllık Hayra kenti hedef alındı. Burada da Elen ve Roma stilinde inşa edilen tapınak ve diğer tarihi eserler yerle bir edildi.
Bunlar UNESCO’nun göz bebeği gibi koruması altına aldığı, bütün insanlığa mal olan bir medeniyet mirası...
Ve şimdi IŞİD’in barbarlığı sonucu, hepsi mahvoldu gitti...
Uluslararası ilişkilerde İngilizce “Trading State”, yani “Tüccar Devlet” veya “ticaret yapan devlet” diye tanımlanan yeni bir kavram var. Bu terim dış ilişkilerde ticaretin ve ekonominin giderek taşıdığı ağırlığı ifade ediyor.
Gerçekten günümüzde ticari ve ekonomik bağlar, dış politikada temel hedeflerin başında geliyor. Devlet dış politikasını belirtirken, adeta bir “tüccar” gibi, “ekonomik fayda” sağlama amacını göz önünde tutuyor. Diğer bir deyişle, “ekonomik çıkar” siyasi stratejinin ayrılmaz bir parçasıdır.
Bütün ülkeler gibi Türkiye de dış politikasında öteden beri bu konsepti önemsemektedir. Özal döneminde dışı açılmada ticarete verilen ağırlığı, dış temsilciliklere “Tüccar gibi hareket edin” şeklinde verilen talimatı, kendisinin de bizzat dış ülkeleri resmi ziyaretlerinde işadamlarını yanına almasını hatırlayın... Bu, günümüze dek sürdürülen bir gelenek haline gelmiştir. Ve bu sayede gerçekten Türkiye ticari ve ekonomik alanda uluslararası bir varlık göstermiştir.
Ticaret dünyası
Bu konu önceki akşam Boğaziçi Üniversitesi-TÜSİAD Dış Politika Forumu’nun düzenlediği bir toplantıda ele alındı.
“Türkiye’de Tüccar Devletin Yükselişi ve Gerileyişi” başlıklı
ABD ile İsrail arasında ortaya çıkan “kriz” kontrol edilebilir cinsten mi, yoksa bu durum iki ülkenin yıllardan beri süren güçlü stratejik ortaklığını sarsabilir mi?
İsrail Başbakanı Netanyahu’nun Başkan Obama’ya meydan okurcasına, ABD Kongresi’ne gidip ateşli bir konuşma yapması, bu soruyu gündeme getirmiş bulunuyor.
Netanyahu tam İsrail seçimlerinin arifesinde bir “siyasi şov” yaparak hem seçmenlerinden destek sağlamak hem de İran ile ilgili görüşlerini duyurmak için, Kongre’den gelen bu daveti seve seve -Obama’yı kızdırmak pahasına- kabul etti. Cumhuriyetçilerin bu daveti yaparken hesabı da hem Obama karşısında güçlerini göstermek hem de İsrail ile aynı görüşü paylaştıkları İran konusunu Amerikan kamuoyunun gündemine getirmekti.
Netanyahu bu fırsatı kendi açısından iyi değerlendirdi: Kongre’deki konuşması tam 28 kez ayakta alkışlarla kesildi! Bu konuşma da ABD ve bütün dünya tarafından canlı yayında izlendi.
Çelişen tutumlar
ABD ile İsrail arasında “kriz”den bahsederken bu olayda daha çok Obama yönetimi ile Netanyahu arasında spesifik olarak İran’ın nükleer programıyla ilgili uyuşmazlık kastediliyor.
Moskova’da bir suikasta kurban giden Rusya’nın önde gelen muhalif politikacı- larından Boris Nemtsov dün cinayetin çözülmemiş esrarıyla birlikte toprağa verildi.
Nemtsov Rusya’da bu şekilde hayatını kaybeden ilk muhalif değil. Son yıllarda siyasetçi, işadamı, gazeteci birçok muhalif Rus, yurtiçinde ve dışında, benzer bir akıbete uğradı.
Şimdilik bu son cinayetin kimin tarafından hangi nedenle gerçekleştirildiği konusunda çeşitli tahminler öne sürülüyor.
Çok kişinin aklına ilk gelen öngörü, bunun devlet başkanı Vladimir Putin’in işi olduğudur. Bunun dayandığı fikir de şu: Nemtsov Rus liderine karşı sistematik bir kampanya yürütüyordu. Son zamanlarda kampanyasını da Putin’in Ukrayna politikası üzerinde odaklıyor, onu bu ülkeye karşı savaş açmak ve Kırım’ı işgal etmekle suçluyordu.
Nemtsov geçen pazar günü Moskova’da Ukrayna sorununu konu alan bir “savaş karşıtı” gösteride konuşacaktı. Sosyal medyada verdiği mesajda, bu konuşmasında Rusya’nın Ukrayna’daki isyancılara verdiği askeri destek hakkında bazı “belgeler” açıklayacağı yönündeydi.
Çeşitli senaryolar...
Bütün bunlar Nemtsov’un toplantı gününden 36 saat önce, cuma akşamı Kremlin Sarayı yakınında 4 el ateşle
İmralı’dan PKK’ya yapılan “silahlara veda” çağrısı bize İspanya’da ETA’nın 3 yıl önce silahları bırakmak konusunda yaptığı açıklamayı anımsattı.
Hemen şunu belirtelim: Türkiye’deki ve İspanya’daki ayrılıkçı terörün özellikleri arasında bazı benzerlikler görülse de temelde önemli farklar da var. İspanya 43 yıl süren ve toplam 829 kişinin hayatına mal olan Bask ayrılıkçı terör sorununu, sonunda ETA’nın “silahlı mücadeleden vazgeçmesi” ile halletmeyi başardı.
Bunun başkaları tarafından kolayca kopya edilecek bir “sihirli formül”ü yok. Ama İspanya’da bu noktaya nasıl gelindiğini inceleyerek bazı deneyimlerinden esinlenmek mümkün.
Üç maskelinin sürprizi
İspanya -ve bütün dünya- 20 Ekim 2011’de ETA’nın uluslararası medya yoluyla yayınladığı bir video karşısında şaşıp kalmıştı.
Video’da ETA’nın 3 maskeli militanı, özerk Bask bölgesi başkenti San Sebastian’da örgütün silahları bırakmaya ve İspanya’ya karşı yürüttüğü “silahlı mücadele”yi sonlandırmaya karar verdiğini açıklıyordu. Bununla ETA bir terör örgütü olarak kendisini feshediyordu.
Bu örgüt yöneticilerinin kendi başlarına aldığı bir karardı. Yani İspanya hükümetiyle müzakere sonucu atılan bir adım değildi.
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile Kıbrıs Rum Cumhurbaşkanı Nikos Anastasiadis’in Rus savaş gemilerine Güney Kıbrıs’taki limanları kullanma hakkını veren bir işbirliği anlaşmasını imzalamaları ilk bakışta fazla önemsenemeyebilir.
Putin’e göre bu limanları kullanacak olan Rus savaş gemilerinin görevi, “teröre ve korsanlığa karşı mücadelede uluslararası operasyonlara katılmak” olacak.
Ancak bu anlaşmanın zamanlaması ve Doğu Akdeniz’deki gelişmeler dikkate alındığında, olayın taşıdığı anlam daha iyi anlaşılır.
Bunun kısaca ifadesi şudur: Rusya Doğu Akdeniz’deki varlığını ve nüfuzunu artırma stratejisinde adım adım ilerlemektedir. Bu da bölgedeki güç dengelerinde değişiklik eğiliminin bir sinyalidir...
Eski dostlar!
Rusya’nın Kıbrıs’a ilgisi yeni değil. Makarios döneminde “bağlantısız” Kıbrıs, Moskova’nın gözdesiydi. Son yıllarda Rum yönetimi AB üyesi olduğu ve Batı ile bütünleştiği halde, Rusya ile olan sıkı bağlarını sürdürdü.
Rusya’nın bugün Kıbrıs Rum kesiminin ekonomisinde önemli bir yeri var. Ruslar Kıbrıs bankalarında milyarlarca euro’luk kara parayı aklamaya çalıştılar. (Kıbrıs’taki kriz onları da vurdu)... Kıbrıs, Rus turistlerinin favori ülkelerinden
Üstündeki mutfak kıyafeti olmasa, onun bir aşçı değil, bir işadamı ya da bir bürokrat olduğunu sanırsınız.
Aslında Muhammed Nizar Bitar sıradan bir “aşçı” değil.
O, bir Suriyeli “mülteci”...
Ama sıradan bir mülteci de değil.
Çok hareketli bir yaşam öyküsü var Muhammed’in...
Aslında onun esas mesleği mozaik ve seramik sanatı. Suriye’de uzun yıllar bu alanda çalışmış, kurduğu tesisle işi büyütmüş, Türkiye dahil pek çok ülkeye ürünlerini satmış.
Siyasi görüşleri ve rejime muhalefeti nedeniyle bir ara hapiste yatan Muhammed, kendi deyişiyle “40 bin dolarlık bir bahşiş”le serbest kaldıktan sonra, ülkeyi terk edip ta Afrika’daki Fildişi Kıyısı’na göç etmiş. Daha sonra ülkesine dönünce, geçimini sağlamak için ufak bir lokanta açmış...