Hemen yanı başımızda yer alan, yüzyıllarca kardeşçe yaşadığımız, her zaman bir parçamız olan Halep düştü. Esed rejimi, İran ve Rusya’nın desteğiyle şehirde büyük bir katliam yapıyor. Dünya kamuoyu büyük bir sessizliğe bürünmüş durumda. Batı medyası “Zafer!” çığlıkları atıyor. Biz Türkiye olarak, her zamanki gibi bizden yardım bekleyenlere gücümüz yettiğince yardım ediyoruz. Bu satırları yazdığım saatlerde, Türkiye’nin uyguladığı baskı sayesinde Halep’ten siviller tahliye edilebiliyordu. Halep bu haliyle Srebrenitsa’nın ve Guernica’nın kardeşi.
Geçtiğimiz haftalarda bu köşede Portekizli karikatürist Vasco Gargalo’nun “Alepponica” isimli eserinden bahsetmiştim. Picasso’nun, dünya sanat tarihinin en bilinen savaş karşıtı eseri sayılan “Guernica”nın bugünün Halep’ine uyarlanmış hali. Avrupa Birliği, DAEŞ, Esed, Putin, Ümran bebek, katledilen aileler, mahvolan hayatlar; her şey bu eserde tüm çıplaklığıyla yer alıyor.
Sanat yaşanan acıların aktarılmasında en büyük araçların başında geliyor. Bu yüzyıllardır böyleydi, ileride de böyle olacak. Bir türkü, bir ağıt, bir resim, bir hikaye, bir roman bazen yıllarca süren bir savaşı, bir acıyı o kadar gerçekçi aktarır ki, bu eserle karşılaşan kişi eğer empati yeteneğinden yoksun bir psikopat değilse eser sahibinin yaşadıklarını hisseder.
Hibrit bir form
Şam doğumlu sanatçı Tammam Azzam, Arap Baharı’nın başlaması ve ülkesinin yıkılmasıyla birlikte, yaşananları sanatıyla buluşturdu. Azzam ilk eserlerinde çeşitli medyayı kullanarak hibrit bir form oluşturmaya çabaladı. Oluşturduğu bu kompozisyon geliştikçe yüzey ve form arasında elle tutulur etkileşimleri artırdı. Bu işlerinde halat, kravat gibi klasik olmayan malzemelere sıklıkla yer verdi. Böylelikle resimlerinde derinliği, doku ve alanını daha rahat bir şekilde vurguladı. Dış görünüş olarak farklı olmasına rağmen, bu erken deneylerden çıkan dizi, sanatçının belirli kentsel ortamlara ilişkin algılamalarını değiştirerek esin kaynağı oldu.
Sonraki işlerinde Azzam dijitale yöneldi ve fotomontajla eserler oluşturdu. Bu eserlerden oluşan
“I, The Syrian / Ben Bir Suriyeliyim” başlıklı sergisi 2013 yılının başında Beyrut’ta, sonra da Londra’da sergilendi. Bu eserleriyle dünya çapında tanınırlığa ulaştı. Klasik olarak adlandırılan eserleri Suriye fonuna yerleştirdi. Örneğin Goya’nın 3 Mayıs 1808 isimli tablosundaki figürleri savaştan dolayı yıkılmış bir binanın önünde gösterdi. Matisse’in “La Dance / Dans” isimli eserini “Suriye Müzesi” adındaki eserindeki moloz yığınlarına yerleştirdi. Ayrıca “Bon Voyage / İyi Yolculuklar” isimli serisinde savaştan dolayı yıkılmış bir binayı uçan balonlara bağlayıp dünyanın en bilindik turistik yerlerinin deforme edilmiş hallerinin yanında gösterdi.
(Hrair Sarkissian’ın “Vatan Hasreti” isimli videosundan görüntüler.)
Şam’dan Londra’ya
Hrair Sarkissian ise Ermeni asıllı Suriyeli bir sanatçı. 2011’e kadar Şam’da yaşayan sanatçı daha sonra Londra’ya taşındı ve eserlerini burada üretmeye ve sergilemeye devam etti. Tate’te sergi düzenledi. “Homesick / Vatan Hasreti” isimli videosuyla yaşadıklarını net bir şeklide ifade ederek Suriye’nin adım adım nasıl yok edildiğini gösterdi.
Hangi inançtan olursa olursun Suriyelilerin hiçbiri yaşanan bu durumdan memnun değil. Ortada yıkılmış bir ülke, yetim ve öksüz çocuklar varken insan olan hiç kimsenin memnun olması zaten beklenemez. Ancak koltuğunu koruma adına kendi halkını katleden bir diktatör değilse.