Bugün 2016 yılı Necip Fazıl Ödülleri töreni yapılacak. Törene Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın da teşrif etmesi bekleniyor. Saat 19.00’da Haliç Kongre Merkezi’nde yapılacak törene geçen yıllardan farklı olarak arzu eden herkes katılabiliyor.
Bu yıl Necip Fazıl Ödülleri’nde hikaye - roman ödülüne layık görülen Cihan Aktaş’ın yakın zamanda yayımlanan “Şirin’in Düğünü” isimli kitabından bahsedeceğim.
Açıkçası kitabı elime alınca gözüm korktu. 600 küsur sayfalık bir eser söz konusu. Ama kitaba ne zaman başladım, hangi ara bitirdim hiç anlamadım. Su gibi akıyor. Cihan Aktaş’ı ilk olarak bu akıcı üslubundan ötürü tebrik etmem gerekiyor. Bütün hikayeyi anlatıcının dilinden okuyoruz. Normal şartlarda okuru yorabilecek bu anlatım tarzı, Cihan Aktaş’ın başarısı sayesinde romana ayrıca akıcılık katmış.
Yazar, kitabın adının da verdiği ipucundan anlaşılabileceği üzre Ferhat ile Şirin’e göz
90’ların sonu, 2000’li yılların başında geçen kitap sadece bir aşk hikayesi olarak tanımlanamaz. Kitap boyunca Şirin, Nursuna olmaktan vazgeçip kendini bulmaya çalışır. Şirin’in kaymakam olan babası sürekli tehditler almaktadır. Mardin’den apar topar taşınırlar. Şirin arkasında çok sevdiği iki çocukluk arkadaşını; Şirin’e deli diavane âşık Kürşat’ı ve Naman’ı bırakmıştır. Kaymakam olan babasına yönelik tehditlerden dolayı adını değiştirmesi gerektiğinde Nursuna adını alan Şirin hemen akabinde babası ve annesini kaza görünümlü bir faili meçhul cinayete kurban verir. Şirin’i korumaya alan halası hem yeni kimliğine onu alıştırırken hem de zaten varlık içinde ama çocuksuz bir kadın olduğundan kendisine de bir varis yetiştirmektedir.
Mimari izler
28 Şubat döneminin izlerinin hâlâ devam ettiği günlerde geçen roman boyunca ülkenin gerçekleştirdiği dönüşümün sancıları da ele alınıyor. Bir yandan sivilleşme ve geçmişle yüzleşmeyle birlikte özgürlüklerin gerçekleşmesi söz konusuyken bir yandan bu duruma direnenleri yazar ustalıkla ele alıyor. Farklı kesimden insanların hayatları ele alınırken, mesneviye örneğin romanda Şirin’in atının adının Şedbiz olmasıyla geçiş sağlanıyor.
Roman boyunca mimariye dair izlenimler, bilgiler okura eşlik ediyor. Frank Lloyd Wright’ın Şelale Evi detaylı bir şekilde anlatılırken, Ludwig Mies van der Rohe’nin eserleri de es geçilmiyor. İstanbul’un nasıl değiştiği, yeni yapıların ve kentsel dönüşümün sancıları ustalıkla romanın içine yerleşiyor. Okuru hiç sıkmadan, hiç de didaktik olmayan bir dille mimarinin önemi vurgulanıyor.
Romanda sadece mimarlar değil, ressamlar, sanatçılar, filmler, yazarlar, müzisyenler de anlatının bir parçası. Bunların yazarın kendi beğenisine dair ipucları taşıdığını düşünmeden edemedim. Örneğin Pink Floyd’la Şeyh Galip aynı cümlede yan yana yer alabiliyorken Salvador Dali’nin senaryosunu yazdığı “Endülüs Köpeği” isimli 1929 tarihli ilk sürrealist film de karşınıza çıkabiliyor.
Şehirler ve ülkelerle buraların yaşantıları, âdetleri, görenekleri ve yemeklerine de atıflar var. ABD, Japonya, Azerbaycan, Hindistan, Mardin, İstanbul, Amasya, Konya ve Fas kitapta geçen bazı yerler.
Bu kısa yazıda romanı enikonu analiz etme imkanım yok, lakin uzun zamandır okuduğum en iyi romanların başında gelen “Şirin’in Düğünü”nü herkese tavsiye ederim. Son olarak bu yıl üçüncü kez düzenlenmesine rağmen son derece başarılı bir ödül Necip Fazıl Ödülleri. Star gazetesinin Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın destekleriyle düzenlediği ödül olması gerektiği gibi iki önemli alanda öne çıkıyor. Birincisi, kazanana prestij sağlıyor; ikincisi, Türkiye şartlarında hiç de azımsanmayacak bir maddi ödül veriyor. Her alanda kazananlara 20 bin lira veriliyor ki yanılmıyorsam Türkiye’de sanat alanındaki en büyük maddi ödül. Umarım bu ödüller yıllarca, akamete uğramadan, aynı güçte devam eder.