6 Şubat günü gerçekleşen iki büyük depremle dünyamız sarsıldı. Daha önce yaşamadığımız büyüklükte bir felaketle karşılaştık. Sadece depremin etkili olduğu 11 ilde değil, bütün Türkiye’de bir yas havası hâkim oldu. Türkiye’deki bütün evler taziye evine döndü. 17 Ağustos 1999 tarihinde yaşadığımız büyük depremden sonra ilk kez ülkece deprem dışında başka bir konuyu konuşmaz olduk.
Depremlerin ve diğer doğal afetlerin toplumlar üzerinde çok büyük dönüştürücü etkilerinin olduğu yadsınamaz bir gerçek. Lakin bu etkinin sanat söz konusu olduğunda aynı şekilde var olduğunu, yer aldığını düşünmüyorum. Bu söylediğim sadece Türkiye özelinde değil, dünyada da benzer bir durum var. Yaşanan büyük doğal afetlerin unutulmamasının, gelecek nesiller tarafından hatırlanmasının, bu konuda bir bilinci oluşmasının yegâne yolu kanaatimce sanat eserlerinde yer bulmasıyla mümkün.
Deprem söz konusu olduğunda Türkiye sanatında aklıma sadece Hüsamettin
Genç sayılabilecek bir yaşta, 58 yaşında kaybettiğimiz çok yönlü sanatçı Şafak Tavkul’un hayatı ve sanatı anlatan “Çizebildiğim Kadar” başlıklı sergi AKM Galeri’de açıldı. Retrospektif yaklaşımıyla sanatçının hemen her döneminden eserlere yer veren serginin küratörlüğünü Erkan Doğanay üstleniyor. Yeni Sanat Vakfı tarafından düzenlenen sergi maalesef kısa süreliğine açık ve bugün, 5 Şubat, sergiyi ziyaret etmek için son gün.
Sanatçının eserlerine hiç aşina olmayanların bile büyük bir keyif ve beğeniyle karşılayacaklarını düşündüğüm sergide çok yönlü bir sanatçı olan Tavkul’un farklı üretimlerini görmek mümkün.
Şafak Tavkul, öncelikle bir ressamdır. Resimlerini zaman içerisinde geçirdiği değişim, dönüşüm gözler önüne seriliyor. İlk sergisini daha 15 yaşındayken açmış olan Tavkul’un bu ilk dönem eserlerinden örnekler, desenler sanatçının çıkış noktasını anlamak
Geçtiğimiz günlerde düzenlenen Paris Moda Haftası’nda yer alan Schiaparelli’nin ilkbahar-yaz koleksiyonu büyük yankı uyandırdı. Tasarımların kendisi değildi bu yankının temelinde yer alan. Kullanılan hayvanlar, başta PETA olmak üzere birçok hayvan hakları savunucusu kurum ve kişi tarafından şiddetli bir şekilde eleştirildi.
Tasarımcının kendini savunması ve/veya durumu izahı ise son derece basitti. Doğada var olan bu güzellikleri modayla buluşturmak istediğini belirtti.
Kullanılan hayvan kafalarının gerçek olmadığı zaten gün gibi ortada. Hiçkimse, eğer o kıyafet bir dev için yapılmamışsa, bir aslanın kafasını büyüklüğünden dolayı kıyafete ekleyemez.
Hayvan hakları savunucuları ise gerçek hayvanlar kullanılmamışsa bile bu hayvanların avlanabileceğini çağrıştırdığı için eleştirmeye devam ediyor.
Moda dünyasında daha önce de hayvanlar kullanılmıştır. ‘90’ların sonunda Alexander McQueen hayvanların gerçek uzuvlarını, örneğin bir küçük timsahın kafasını, kıyafetlere eklemişti. O dönemlerde sosyal medya var
İstanbul yepyeni ve son derece etkileyici bir kütüphaneye kavuştu: Rami Kütüphanesi.
Yeni nesil kütüphaneciliğin bütün özelliklerini barındıran bir kütüphane söz konusu olan. Yedi gün 24 saat açık. Sadece ders çalışan veya araştırma yapanlar için değil, tam mânâsıyla yaşayan bir merkezden bahsediyoruz. Yalnızca 4 bin 200 kişilik oturma kapasitesiyle değil, bulundurduğu kitap sayısı, kapladığı alan da göz önüne alındığında İstanbul’un en büyük kütüphanesi, Avrupa’nın ve dünyanın sayılı büyük kütüphanelerinden biri.
Kütüphanede Yazma Eserler Kurumu tarafından düzenli olarak kitap sergileri de düzenlenecek. İlk serginin küratörü Nil Baydar. “Sultan Fatih’in Şahsi Kitaplığı” başlığını taşıyan sergi hem görsel hem de tarihi açıdan dikkate değer eserleri bir araya getiriyor.
Türkiye, Osmanlı mirasından dolayı dünyanın sayılı el yazması koleksiyonlarından birine sahip. Bu koleksiyonun en nadide eserlerinin bu sergiler vasıtasıyla
Pera Müzesi’nde geçtiğimiz yılın son günlerinde açılan “Hikâyelerin Hikâyesi” başlıklı Paula Rego sergisi, sanatçının verdiği kişisel ve toplumsal mücadelelerin merkezde yer aldığı resim ve enstalasyonlardan oluşuyor.
Paula Rego, İngiltere’nin en geleneksel sanat enstitülerinden biri olan Slade Güzel Sanatlar Okulu’nun en genç öğrencisiydi. Ailesini Salazar rejiminin hüküm sürdüğü Portekiz’de bırakmıştı. Yıl 1952’ydi ve o tarihlerde sadece erkek öğrencilerin ‘ciddi’ eserler üretebileceğine inanılıyordu. Bu nedenle Rego’nun resimleri, onları ‘görsel dedikodu’ olarak gören öğretmenleri tarafından ciddiye alınmıyordu. Bu, Rego’nun hikâyelerini resimleri aracılığıyla anlatmasının yolunu açtı.
Türkiye sanat ortamının iyi tanıdığı küratör Alistair Hicks, Rego’nun hikâye anlatıcılığını şu sözlerle anlatıyor:
“Hikâyeler onun için neden bu kadar önemli? Bence Rego feminizmi, eylem olarak sanat akımına geri getirdi. Ama bunu
Geçtiğimiz günlerde İBB Basın Danışmanlığı’nın e-posta adresinden gelen bir e-posta bana tekrar Bellini ve Fatih Sultan Mehmed portrelerinden bahsetmem gerektiğini düşündürttü.
E-postanın içeriği bu yazının ve köşenin konusu değil ama orada geçen bazı ibarelerin düzeltilmesi gerekiyor. Çünkü Ekrem İmamoğlu yönetimindeki İstanbul Büyükşehir Belediyesi ekipleri bu konuyla alakalı sistematik olarak yanlış ve yalan beyanatlarda bulunuyorlar. Öncelikle yukarıda bahsettiğim e-postanın sıkıntılı kısımları alıntılıyorum:
Fatih Sultan Mehmed Han’ın Gentine Bellini imzalı orijinal tablosu, ikinci kez ön inceleme konusu yapıldı.
Londra’daki National Gallery’de “Daimi sergilenen sanat eserleri’ arasında yer alan Fatih Sultan Mehmed tablosu ünlü müzayede evi Christie’s tarafından açık arttırmayla satışa çıkarıldı.
Satn alma işleminden sonra tablo İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde, Başkan Ekrem İmamoğlu’nun katılımıyla bir törenle ilk kez sergilenmeye başlanmıştı. Bu törende konuşan
Bence 2023 yılı tıpkı 2022 yılında olduğu gibi hâlâ üzerimizden izlerini atamadığımız salgının ve hemen sonrasında buna ve Rusya-Ukrayna çatışmalarının ortaya çıkarttığı global ekonomik sıkıntıların gölgesinde geçecek. Özellikle Avrupa için büyük bir kriz hâline gelen enerji sorununun bu kış etkilerini daha net bir şekilde göreceğiz. Tüm bunlar gündelik hayatı etkileyeceği için sanat dünyasını da etkileyecek.
Ülkemizde ise durum biraz daha farklı. Geçtiğimiz günlerde ülkemizin önemli müzelerinden birinin yöneticisi olan kişi artan enerji maliyetlerinden dem vururken şöyle bir tablo çizdi. Müzenin giderlerinin sadece yüzde 5’inin ziyaretçilerden alınan ücretlerden ve müzenin içinde yer alan hediyelik eşya dükkânındaki, satışlardan karşılanabildiğini geri kalan kısmın ise vakıf tarafından sübvanse edildiğini söyledi. Bu tablo ülkemizdeki birçok özel müze için geçerli. Hâl böyleyken bizde enerji maliyetlerinin birincil problem
2022 yılı salgının artık etkisini iyice kaybettiği ama salgınla gelen alışkanlıkların hâlâ bir şekilde hayatımızda yer ettiği bir yıl oldu. Sanat dünyasında da bu yeni alışkanlıklar en çok çevrimiçi ve fiziksel olarak aynı zamanda ziyaret edilebilen sergilerde karşımıza çıktı. Tabii müzayede evlerinin ve fuarların satışlarında çevrimiçi, hâlâ önemli bir yer tutmaya devam ediyor.
Salgınla birlikte düşüşe geçen sanat ekonomisi ise hem ülkemizde ve dünyada var olan ekonomik krizlere, hem Rusya-Ukrayna arasında çatışmalara hem de enerji krizlerine rağmen hızlı bir toparlanma sürecinden geçiyor.
Şüphesiz Türkiye’de yılın en önemli sanat olayı bir yıl ertelemeyle gerçekleşen İstanbul Bienali oldu. Ute Meta Bauer, Amar Kanwar ile David Teh küratörlüğünde gerçekleşen ve 12 farklı mekâna yayılan bienalin bir ‘tema’sı yoktu, ortaya çıkan sonuç kadar eserlerin süreçlerinin de önplana çıktığı bienali çokça vurgulandığı üzere