Pera Müzesi’nde geçtiğimiz yılın son günlerinde açılan “Hikâyelerin Hikâyesi” başlıklı Paula Rego sergisi, sanatçının verdiği kişisel ve toplumsal mücadelelerin merkezde yer aldığı resim ve enstalasyonlardan oluşuyor.
Paula Rego, İngiltere’nin en geleneksel sanat enstitülerinden biri olan Slade Güzel Sanatlar Okulu’nun en genç öğrencisiydi. Ailesini Salazar rejiminin hüküm sürdüğü Portekiz’de bırakmıştı. Yıl 1952’ydi ve o tarihlerde sadece erkek öğrencilerin ‘ciddi’ eserler üretebileceğine inanılıyordu. Bu nedenle Rego’nun resimleri, onları ‘görsel dedikodu’ olarak gören öğretmenleri tarafından ciddiye alınmıyordu. Bu, Rego’nun hikâyelerini resimleri aracılığıyla anlatmasının yolunu açtı.
Türkiye sanat ortamının iyi tanıdığı küratör Alistair Hicks, Rego’nun hikâye anlatıcılığını şu sözlerle anlatıyor:
“Hikâyeler onun için neden bu kadar önemli? Bence Rego feminizmi, eylem olarak sanat akımına geri getirdi. Ama bunu yaparken kendi versiyonlarını kullandı. Tarih boyunca hikâye anlatımı, kadınların bir nesilden diğerine geçen hikâyeler anlatarak toplumumuza nasıl hâkim olduğunun önemli bir parçası olmuştur. Erkek egemen bir dünyada hikâyeler azaldı. Burada Rego’nun hikâyeciliği devreye giriyor ve kendi hikâyelerini anlatmaya başlıyor.”
Rego’nun hikâyeleri emperyalizm, sömürgecilik, otorite ve cinsiyet eşitsizliği gibi konuları merkeze alıyor. Paula Rego hayatı boyunca ataerkile karşı savaştı.
Ve tüm bunlar, Salazar hükümeti altındaki Portekiz tarafından pek iyi karşılanmadı. Ve beklendiği üzere kendi ülkesini terk etmek zorunda kaldı. 1960’larda Portekiz’in sanat ortamında başarılı olmasına rağmen, bu kez Londra’da her şeye yeniden başlamak zorunda kaldı. Ancak 50’li yaşlarına kadar gerekli ilgiyi gördüğünü söylemek mümkün değil.
Sergiye eşlik eden BBC için yapılan belgeselin yapımcısı ve aynı zamanda sanatçının oğlu olan Nick Willing ise annesini şu sözlerle anlatıyor:
“İnsan olarak çok cesurdu ama işinde bir aslanın cesaretine sahipti. İşinde her şeyi yapabilirdi ve yaptı. Yapardı ve bu, hayatında kötülüklerle yüzleşmeyi çok zor bulduğunu, ancak işinde her gün onlarla yüzleştiğini bilmek, çok ilginç bir şey. Resim yapmasının nedenlerinden biri de bir nevi kendi kendini tedavi etmesiydi. Sadece dünya hakkında değil, aynı zamanda nasıl hissettiği hakkında da bir şeyler keşfetme yolu, onun kendini anlamaya çalışmasıydı.”
Sergi kataloğunda yer alan küratör Alistair Hicks’in yazısı sanatçıyı tanımak isteyenlere önemli bir yol gösterici metin. Ayrıca Leylâ Gediz’in -ki kendisi Portekiz’de yaşıyor- kendi hikâyesiyle paralellikler kurarak kaleme aldığı metni son derece samimi ve içten bulduğumu belirtmek isterim. Gediz, Rego’yla aynı okulda Slade’de eğitim alıyor.
20. ve 21. yüzyılların en dikkate değer sanatçılarından biri olan Paula Rego’nun yakın zaman önce Tate Britain ve Venedik Bienali’nde sergilenen eserlerinin büyük kısmı hayat hikâyesinin güçlü bir seçkisiyle sunuluyor. Özellikle Venedik Bienali’nde görüp âdeta büyülendiğim İbadet Odası’nı tüm sanatseverlere tavsiye ederim.
Tunca Bengin
İsrail teröründe neredesiniz?
23 Aralık 2024
Abdullah Karakuş
‘Benim teröristim iyi’ çıkmazı
23 Aralık 2024
Hakkı Öcal
Suriye’de barışı önlemenin yolu: YPG’yi korumak
23 Aralık 2024
Eren Aka
Belediyelerin borç tartışması bitmiyor!
23 Aralık 2024
R.Hakan Kırkoğlu
2025 size ne getirecek? Yengeç | Jüpiter ile şans ve bolluk sizinle olacak
23 Aralık 2024