2022 yılı salgının artık etkisini iyice kaybettiği ama salgınla gelen alışkanlıkların hâlâ bir şekilde hayatımızda yer ettiği bir yıl oldu. Sanat dünyasında da bu yeni alışkanlıklar en çok çevrimiçi ve fiziksel olarak aynı zamanda ziyaret edilebilen sergilerde karşımıza çıktı. Tabii müzayede evlerinin ve fuarların satışlarında çevrimiçi, hâlâ önemli bir yer tutmaya devam ediyor.
Salgınla birlikte düşüşe geçen sanat ekonomisi ise hem ülkemizde ve dünyada var olan ekonomik krizlere, hem Rusya-Ukrayna arasında çatışmalara hem de enerji krizlerine rağmen hızlı bir toparlanma sürecinden geçiyor.
Şüphesiz Türkiye’de yılın en önemli sanat olayı bir yıl ertelemeyle gerçekleşen İstanbul Bienali oldu. Ute Meta Bauer, Amar Kanwar ile David Teh küratörlüğünde gerçekleşen ve 12 farklı mekâna yayılan bienalin bir ‘tema’sı yoktu, ortaya çıkan sonuç kadar eserlerin süreçlerinin de önplana çıktığı bienali çokça vurgulandığı üzere “kompost” tabiriyle anmanın mümkün olduğunu düşünüyorum.
Salt’ta Amira Akbıyıkoğlu’nun programcısı olduğu “Sahnede ‘90’lar” yılın en önemli sergilerinden biriydi.
Meşher’de Selen Ansen küratörlüğünde gerçeklene “Ben Kimse, Sen de Mi Kimsesin?” başlıklı sergi yılın dikkat çeken bir başka sergisiydi.
Yılın en önemli sergilerinden biri yılın son günlerinde Pera Müzesi’nde açıldı. Hazırlıkları uzun zamandır devam eden Paula Rego’nun “Hikâyenin Hikâyesi” başlıklı sergisi Alistair Hick küratörlüğünde gerçekleşiyor. Geçtiğimiz yaz vefat eden Paula Rego’nun bu sergi için ayrı bir heyecan duyduğu basın toplantısında belirtilen önemli bir husustu.
Venedik Bienali ise yılın global anlamda en önemli sanat etkinliğiydi demek, hiç de abartılı bir yaklaşım olmayacaktır. “Düşlerin Sütü (The Milk of Dreams)”, Cecilia Alemani küratörlüğünde gerçekleşti ve Giardini ile Arselane’de yer alan seçkideki 213 sanatçının sadece 21’i erkekti. Bienalin geçmişine bakıldığında bu oran yüzde 30’un üzerine çıkmıyor. Bu anlamda tarihi açıdan son derece önemli bir bienaldi. Eser seçkisine baktığımda sanatçılar sadece kadın oldukları ve/veya kadın sanatçı oranını artırmak için seçilmemiş olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Ulusal pavyonlarda ise ABD Pavyonu’nda Simone Leigh, Fransa Pavyonu’nda Zineb Sedira, Türkiye Pavyonu’nda Füsun Onur, İngiltere Pavyonu’nda Sonia Boyce son derece dikkat çekiciydi. Ayrıca Rusya Pavyonu’nun kapalı olması, Ukrayna Pavyonu’nun savaştan dolayı eserlerin gelememesi nedeniyle uzun zamanda tamamlanması bienalin en dikkat çeken unsurları arasındaydı.
Uzun zamandır beklediğim bazı kitapların Türkçe’ye çevrilmiş olması da önemli bir gelişmeydi. Roger Garaudy’nın “Batı Resminin Yedi Yüzyılı”, Kopernik Yayınları’ndan çıktı. Hayalperest Yayınevi’nden sanat tarihinin en önemli metinlerinden biri olarak gösterilen “Neden hiç büyük kadın sanatçı yok?”, Ahu Antmen’in mükemmel çevirisiyle 50. yıl dönümü baskısıyla yayımlandı. Linda Nochlin’in 2006 yılında kaleme aldığı “Neden hiç büyük kadın sanatçı yok?”, “Otuz Yıl Sonra”nın da yer aldığı kitap yılın en önemli sanat yayınlarından biriydi. Maalesef her iki kitabın da Türkiye sanat dünyasında gerekli ilgiyi görmediğini düşünüyorum.