1- Kendinizi şişman hissettiren tezgâhtarlara
Bazı tezgâhtarlar sizi ne zaman sessiz sessiz bir kıyafetin üzerinize göre bedenini ararken görse sanki mağazadaki herkese bildirmek ister gibi “Maalesef o etekte büyük bedenimiz kalmadı” diye bağırır ya. İnsan çıkıp “Büyük değil sadece 40 bedenine bakıyordum. Aslında şu ödem inse normalde 38 giyiyorum” diye kendini savunamayacağı için aşağılandığıyla kalır genelde. Bir de elinize bir şey alıp “Bunun başka bedenleri var mı” diye sorduğunuzda size hangi beden olduğunuzu sormadan 42 bedeniyle gelenler var. Üstelik eğer “Ben 38 giyiyorum, 38’i yok mu” derseniz golü doksana yerseniz: “Var ama bence siz 42’sini denesiniz daha iyi olur!” Sana ne kardeşim! Ben belki 38’in içine girmekte ısrarcıyım hadi o olmadı en azından 40’a razıyım. Ama 42 olmaz! “Peki siz bilirsiniz” diyerek 38’i getirirse de yandınız. O zaman da kesin “tezgâhtar laneti” devreye girer ve normalde gerçekten 38 hatta bazen 36 bedene sığabilen poponuz kadının
B aşlıkta kullandığım yabancı tabiri bağışlayın. Ama ne yapayım, “Genellikle sonu tırmalama , saç çekme, üst baş parçalama hatta güreşmeye varan kadın kavgaları”nı bu kadar kısa bir şekilde tasvir edecek Türkçe bir deyim bulamadım. Özellikle bu deyimi ve anlamını kullanmak istedim çünkü Türk medyasının kadın yazarlarının yaptıklarının kelimenin tam anlamıyla bu olduğuna inanıyorum. Tamam belki tırnaklarını birbirlerine fiziksel olarak geçirmiyorlar ama kalemlerini birer pençeye dönüştürerek yazdıkları da inkar edilemez.
Tabii ki ülkemizde erkek yazarlar da birbirine giriyor. Ama hiçbiri tartıştığı yazarın saçına, kıyafetine ya da ruhuna hakaret etmiyor. (İstisnalar kaide bozmamak şartıyla) erkek yazarlar birbirini hep bilgi birikimleri veya tecrübelerindeki eksikliklerle vurmaya çalışıyor. Hızlarını alamazlarsa da en fazla “dangalak , palavracı, aciz, zavallı ” gibi ilkokul çocuklarının kullandıkları hakaretleri saydırmakla yetiniyor. Peki ama kadınlar öyle mi? Hayır! Kadın yazar ne kadar
Ayşe Arman’ın tesettüre girip deneyimlerini yazdığı yazı dizisini pek çoğunuz gibi ben de merakla okudum. Ama bence Arman’ın bu yazılarında, tasvip etmeseniz de okurken keyif aldığınız o arsız, aşk meşk hatta cinsellik dolu yazılarından farklı bir şey vardı. Ve o şey benim mideme dokundu.
Yanlış anlamayın beni rahatsız eden Ayşe Arman’ın böyle bir yazı dizisine girişmesi değil. Aksine yaratıcı buldum yaptıklarını. Çünkü bir gazetecinin kendi deneyimlerini yazmasının en az başkalarının deneyimlerini sorması kadar önemli olduğuna inanırım. Üstelik böyle bir konuyu Ayşe Arman’dan başka kimsenin deneyemeyeceğini veya denemeyeceğini de düşünüyorum. Bu yüzden belki de ona teşekkür etmem gerekirken onu eleştirmeye hazırlanıyorum.
O sadece tesettürün tüm rahatsızlıklarından bahsetmiş. Duymayı zorlaştıran boneden, şıpır şıpır terleten kıyafetlerden, suya girince ağırlaşan haşemadan vs. vs. vs. Tüm bunların ardından da “Demek inanç insanlara bunlara bile dayanma gücü veriyormuş” gibi bir yorum eklememiş. “Helal olsun” ya da
Bana sorarsanız teknolojinin hayatımıza kattığı en büyük kolaylıklardan biri online alışveriş. Bugün bir tek bilgisayar ve internet bağlantısı sayesinde kozmetikten iç giyime, aksesuardan teknolojik ürünlere hatta market alışverişinize kadar her şey ayağınıza geliyor. Üstelik akıllı davranırsanız mağazalarda yakalayamayacağınız indirimlerle... Nasıl mı? Sizin için bir liste yaptım. İşte hem kaliteli hem ucuz hem de ihtiyacım olan ürünleri almak için uğraşırken keşfettiğim en avantajlı ve güvenilir alışveriş siteleri...
Dünya markaları yüzde 70 indirimde
Limango.com.tr, hepimizin tanıyıp da hayran olduğu seçkin markaların sınırlı sayıda ürünlerini kimi zaman yüzde 70 kimi zaman yüzde 50 indirimle belli zamanlarda satışa çıkarıyor. Ben iki hafta önceki Dockers kampanyasından Pamuk için tanesi 50 TL’ye üç pantolon aldım.
Geçenlerde aynı pantolonların mağazada indirimli olarak 129 TL’ye satıldığını görünce hemen siteye tekrar bağlandım. Ama kullanıcı adımı girer girmez bir uyarı çıktı. Bir baktım Limango durup
Biliyorum modadan anlayan herkes bunu söylediğim için bana kızacak. Ama ne yapayım ben böyle düşünüyorum. Hatta bir adım daha ileri götürüp başlarım ikonluğuna da trend setter’lığına da diyorum. Yaz geldi yaz! Vakit en rahat bikininizi ve en şappidik terliklerinizi giyip denizin, kumun, güneşin kısaca tatilin tadını çıkarma vaktidir ey insanlar. Nasıl tatil dediğiniz kendinizi özgürce saldığınız zamansa plaj dediğiniz yer de rahat olma yeridir.
Yok kimse bana ikoncanlık dönem dinlemez, içten gelir filan demesin. Yemezler. Bence her kim ikoncan olmak uğruna şu yaz sıcağında dizine kadar uzanan çizme görünümlü, sandalet ruhlu, gladyatör ayakkabılarını giyiyorsa delidir. Ayrıca rahat rahat güneşlenilemeyecek, çıkardığınızda vücudunuzda garip izler bırakacak ama görünüş olarak herkesi hayran bırakacak mayo taklidi yapan bikinileri giyenler de bence delidir. Tarz yaratacağım diye mayonun üzerine kemer takanlara da söyleyin deli denmez de ne denir? Bikinisinin üzerine saçaklı, tahtalı, ağır taşlı
Yukarıdaki sorunun cevabı “Ben”! En yakın arkadaşım dediğim kişiyse Dilara Uzunyayla. Dilara ile beni bundan 21 yıl kadar önce (tanıdığım en asil kadınlardan biri olan) annesi yani Suna Teyze tanıştırmıştı. O günden beri de hâlâ beraberiz. Hâlâ konuşmadan, sadece bakışarak anlaşabiliyoruz. Hâlâ canımız acıdığında doğru kelimeleri bulabiliyor, hâlâ başımız sıkıştığında ilk birbirimizi arıyoruz. Bazıları (yaşanan her şeye rağmen) nasıl hâlâ böyle yakın olduğumuzu anlamıyor. Cevabı basit. Çünkü 21 yıldır hep yanımdaydı Dilara. Sadece gülmek için değil, zor zamanlarımda da. Mesela annemle babam ayrıldığında hiç yalnız bırakmadı beni. Hatta maddi ihtiyaçlardan dostluğumuzun başladığı o yazlık evini sattığımızda bile beni Adana’nın sıcaklarına bırakmadı. Bana evini açtı. O koca yazı onunla geçirmem için annemden izin kopardı. Sonra ilk aşk acımı çekerken, ilk dost kazığını yediğimde, ilk ve son ve tüm kalp kırıklıklarımda o hep yanımdaydı.
Benden uzaklara götürmedi ki
Kısaca Dilara
Biriyle tanışıyorsunuz. Bir gülüşüne, hareketine veya jestine âşık oluyorsunuz. Zamanla tanıyor, tanıdıkça daha çok seviyorsunuz. Üstelik o da size âşık olduğunu söylüyor. Hatta sevgisini o kadar cömertçe gösteriyor ki, siz “Beni bu kadar çok seven biri beni asla üzemez“ diye düşünmeye bile başlıyorsunuz. Ama tam da evlilik hayalleri kurmaya başladığınız arada beyaz atlı prensiniz eli kanlı bir katile dönüşüyor ve hayallerinizle birlikte hayatınıza da bir son veriyor...
Olamaz mı? Aylarca beraber olduğunuz kişinin sapık bir katil çıkacağını öyle ya da böyle anlarsınız mı sanıyorsunuz? O zaman Münevver niye anlayamadı? Çünkü Cem Garipoğlu sıradan biri gibi girdi Münevver’in hayatına. Ona âşık olmuş gibi davranarak kendine âşık etti genç kızı. Arkadaşlarıyla hatta kardeşiyle tanışmaktan çekinmedi. Yani herhangi birimizin ihtiyacı olan tüm güveni en ince ayrıntısına kadar verdi ona. Hem de öyle bir gün iki gün değil aylar boyunca. Ha, evet kıskançtı. Ama
Takip ettiğiniz gazete sizin için neler yapabiliyor? Mesela Türkiye ve dünya gündemini takip etmenizi, ekonomi, spor ya da magazin haberlerine ulaşmanızı sağlayabiliyor mu? Ya da sizi hava durumundan, en son moda trendlerinden, burcunuzdan veya güncel seri ilanlardan haberdar edebiliyor mu? Peki ya gazeteniz aşk hayatınıza yardımcı olup sizi ruh ikizinizle tanıştırabiliyor mu?
Eğer sadece Türkçe gazeteleri ve onların internet sitelerini takip ediyorsanız bu soruya olumsuz cevap vermekle kalmayıp üstüne bir de içinizden “Bu kız ne saçmalıyor” demiş olmalısınız. Yok merak etmeyin ben de biliyorum, gazete dediğiniz şey bir haber kaynağıdır, çöpçatanlık kurumu değil. Peki o zaman bana açıklar mısınız neden dünya basını bu yöne gidiyor? Neden dünyaca ünlü yabancı yayınların hepsinin internet sitelerinde “Dating” diye bir kısım bulunuyor? Guardian, Times, Telegraph, The Independent, Daily Express, Daily Mail, The Sun, Mirror, Chicago Tribune ve hatta Los Angeles Times... Evet hepsinin bir online çöpçatanlık bölümü