Duymuşsunuzdur botoks modası orta yaşın üzerindeki kadınlardan 16 yaşındaki genç kızlara kadar düştü. Ama asıl vahimi şimdi sıranın erkeklerde olması.
Hani bir şeyi bir kişi kullansa bile çoğunluğa mal edilerek haber yapılır ya, işte o dönemleri pek kaâle almam ben. O yüzden “Erkekler de artık botoks yaptırıyor” haberlerinden hiç etkilenmemiştim. Ama artık yavaş yavaş botokslu erkekler daha çok gözüme batıyor. Geçenlerde öğrendim ki bu akımın bir de adı varmış: Boytoks. (Biliyorsunuz “boy” İngilizce’de genç erkek anlamına geliyor.) Eğer benim gibi daha çok maço ve konservatif erkeklerle çevrili biri bile bu akımın arttığını gözlemliyorsa ve yine eğer bu akımın bir de adı varsa; işte o zaman bu gerçekten bir trend demektir!
Bendeniz nasıl kadınların kendilerine bakmalarını destekliyorsam erkeklerinkinin de bir o kadar arkasındayım. O yüzden bebek gibi bir cildi olmasına rağmen sevgilime ilk anti-aging kremini ben aldım. Ama iş botoksa kadar uzanınca korkuyorum. Sadece kadınların bile o donuk ifadelerle etrafımda dolaşmasından
Ben ilkokuldayken kızlar ve erkekler arasında “Kız olmak mı erkek olmak mı daha iyi” konulu kavgalar olurdu. Tartışma sünnet konusu açılınca kızların lehine geçmiş gibi görünürken çocuk sahibi olma konusu açılınca erkeklerin avantajında biterdi. Çünkü kadınlar belli bir yaşa kadar çocuk sahibi olabilirken erkekler ömürlerinin sonuna kadar bu hakka ve şansa sahipti ve o yaştaki erkek çocukları bile bu kozu kızlara karşı iyi kullanırdı.
Biyolojik saat sorunu
En sonunda bilim bu konuya da el attı ve aslında erkeklerin de o kadar şanslı olmadığını kanıtladı. Queensland Üniversitesi’nde yapılan bir araştırma ilk defa erkeklerin de bir biyolojik saati olduğunu bu kadar detaylıca anlatıyor. Uzun lafın kısası şu: 33 binin üzerinde çocukla yapılan araştırmanın sonucuna göre baba ne kadar yaşlıysa çocuk da o kadar (deyim yerindeyse) aptal oluyor. Babanın yaşı ilerledikçe çocuğun düşünme, algılama, konsantrasyon, hafıza, konuşma ve okuma gibi konularda daha geri kaldığı görülüyor.
Bugüne kadar hep
Gerek işim dolayısıyla gerekse haz aldığımdan sıkça yabancı yayınları da takip ederim. Takip etmeyi sevdiğim yayınlardan biri de İngiliz gazetesi Guardian. Geçenlerde bu gazetede bir haber vardı. Doğum yaparken orgazm olduğunu anlatan hatta bu konuyla ilgili bir belgeselin de içinde yer alan Amber Hartnell adında bir kadının hikâyesi anlatılıyordu.
Konu o kadar absürt geldi ki bir an için yanlış anladığımı, İngilizcemin bu konuyu kavramaya yetmediğini düşündüm. Ama hayır, yanlış anlamamıştım. Kadının biri doğum yaparken acı duymak yerine zevk aldığını hatta orgazm olduğunu anlatmış. Üstelik uzmanlar da bunun doğru olabileceğini savunmuş.
Doğum sırasında orgazm olan 29 yaşındaki Hartnell Hawaii’de yaşıyor. Önce oranın havasından suyundan mı acaba dedim ama değilmiş. Dünya Sağlık Örgütü’nün kadın ve çocuk sağlığı bölümünün eski başkanı Dr. Marsden Wagner bir elin parmakları kadar insanın bu şansa eriştiğini gördüğünü söylüyor. Ama başka bir doğum uzmanı Debra Pascali-Bonaro yüzlerce bu deneyimi yaşamış kadınla tanıştığını anlatmış. Hatta bazılarının çoklu orgazm olduğunu bile eklemiş. (Bugüne kadar sevdiği adamla yüzlerce kez sevişip hiç orgazm olamamış kadınlar varken bu durum
Haftanın en sevdiğim günü: Çarşamba. Hayır cuma değil, cumartesi değil, çarşamba. Çünkü her çarşamba bilgisayarımda temiz bir word dokümanı açıyorum ve başlıyorum yazmaya. Çok seviyorum yazmayı. Ama sadece yazmış olmayı değil, sizlerin de okuyacağını bilmeyi...
Bu hafta basında ilginç ve bir o kadar da absürd bir haber okudum.
Reuters Haber Ajansı’nın 9 Mart’taki bir haberine göre Vatikan’ın yarı resmi gazetesi olarak anılan l’Osservatore Romano gazetesindeki bir makale şaşkınlık uyandıracak şekildeydi. Gazete kadınların özgürleşmesinde çamaşır makinesinin, doğum kontrol hapından bile daha belirgin bir rol oynadığını ileri sürmüş. Anlayacağınız Vatikan’a göre çamaşır makinesinin keşfi kadını özgürleştirmiş. Tabii haber başta feministler olmak üzere tüm kadınları rahatsız etti.
Bense bu haberi sadece ve sadece bir cahillik belirtisi olarak gördüm. Çünkü çamaşır makinesi dediğimiz şey eğer kadınları özgürleştiren bir şey olsaydı bugün Türkiye yüzde 90’ın üzerindeki çamaşır makinesi penetrasyon oranı sayesinde dünyanın belki de en özgür kadınlarının yaşadığı bir ülke olurdu. Ama değil...
Özellikle kentsel kesimde çamaşır makinesi kadınların en büyük medarıiftiharı. Çünkü temiz
Biliyorsunuz Hillary Clinton 7 Mart’ta (yani yarın) “Haydi Gel Bizimle Ol” programına konuk olacak. Merak içerisindeyim. Çiğdem Anad, Müjde Ar, Pınar Kür ve Aysun Kayacı Clinton’a kim bilir neler soracak? Onlar neler soracak bilmiyorum ama ben olsam neler sorardım biliyorum.
Mesela önce İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres kendini öptüğünde nasıl hissettiğini sorardım. Sonra da bundan sonraki her ziyaretinde bir öpücük ve bir demet çiçek alırsa ne yapacağını? Bu akımı durdurmaya mı çalışır yoksa oluruna bırakıp bu anılarından da bir “bestseller” kitap mı hazırlar?
Peki verilen her oyun eşit derecede önemli olduğunu savunarak ‘Her Oyu Say Hareketi’ni (Count Every Vote Act) başlatan sevgili Clinton, konuk olduğu programda daha önce “Çobanların oylarının” tartışıldığını biliyor mu? Bu konuda Aysun Kayacı’yı aydınlatmak ister mi?
First Lady olduğu dönemden senatörlüğüne ve bugününe kadar pek çok karikatüre ve espriye konu oldu. Acaba kendisi en çok hangisine gülmüştü? Hakkında çıkan dedikodular arasında kendini en çok şaşırtan neydi? Hem siyasetin hem magazinin gündeminde olduğu dönemde ilgiyi onun üzerinden çeken ilk haberleri hatırlıyor mu? Bir kadın kendini aldatan bir erkeği
Ayşe Özyılmazel sağolsun geçen salı köşesini bana ve Deniz Seki yazıma ayırmış. Deniz Seki’nin aslında ne kadar acınacak bir hayatı olduğunu, benim onu hiç anlamadığımı, bir şarkısını bile dinlemediğimi yazmış. Nasıl olur da bir insanın ünlü diye hatalarının cezasını çekmesini isterim anlamamış. Sert çıkışımın, “Deniz Seki sürünsün istiyorum” dememin altında “Tüm hayatı boyunca sürünsün” anlamını aramış...
Önce şunu açıklığa kavuşturalım. Tüm kalbimle dilerim ki Deniz Seki ya da benzer bir durum yaşamış bir başkası, hayata yeniden başlama şansı bulsun. İnşallah sıfırdan başlayıp daha az hatalı, daha mutlu hayatlar yaşasınlar. Ama her şey güllük gülistanlık olmadan önce de uyuşturucu kullanmaktan pişman olduklarının hakkını versinler. İşte geçen haftaki yazımında bugünkünün de altında yatan anlam bu.
Gözyaşlarını tutamamış
Biliyorsunuz Seki geçtiğimiz günlerde tutuklandı. Bu kez “Üzgün” olduğunu söyleyerek gözyaşlarını tutamamış. Olmasını beklediğim şey bu muydu? Evet belki de biraz buydu. Konuyu ele alan meslektaşlarım arasında tek olumsuz yorumu yapan ve düşünen kişi olmama rağmen Deniz Seki için üzülüyorum. Evet üzülüyorum. Çünkü benim derdim onunla değil. Onun temsil
Evet yanlış okumadınız ben Deniz Seki bir bedel ödesin hatta sürünsün istiyorum. Uzun bir süre kameralar karşısında ağlasın, çok yanlış bir şey yaptığını herkese hissettirsin istiyorum. Kokainin korkunç bir şeyler olduğunu, denediği için bile pişman olduğunu göstersin istiyorum. Çünkü bu kadar kolay olmamalı. Önce her yerde en güzel kıyafetler içinde görünüp, en pahalı arabalara binip en iyi evlerde oturacak, sonra kokain kullandığı için gözaltına alınacak... Hatta kullandığını itiraf edip tutuksuz yargılanacak. Ardından da çıkıp güle oynaya bunu atlatacak.
Yok kardeşim. Böyle olmamalı. Bu kadar kolay olmamalı. Kimsenin bilinçaltında kokain kullanmanın sakıncası olmadığı gibi bir fikir kalmamalı. Kimse kokain kullanınca hayatın böyle zevkli, başarılı ve eğlenceli olduğunu düşünmemeli. Kimse uyuşturucu kullanmaktan böyle kolay kurtulacaklarını düşünmemeli.
Cezasını kamera karşısında çeksin
Yanlış anlamayın. Kate Moss için de aynı şeyleri hissediyorum. O ve onun gibi uyuşturucu kullandığı ifşa olmuş tüm ünlülerin sürünmesini istiyorum. Kötü örnek olmak bu kadar kolay olmamalı. Hem ekranların karşısında olup hem dünyanın parasını ve şöhretini kazanıp hem de her türlü hataya
Romantik bir yemek, ışıltılı bir hediye, kırmızı çiçekler, güzel sözler, romantizm, romantizm ve daha çok romantizm... Yüzünüzdeki gülümsemeyi kursağınızda bırakmak gibi bir derdim yok. Ama yok. Böyle fuzuli bir nedenden para harcayacak durumumuz yok. Aslında var da yok. Olmamalı. Küresel bir kriz ile savaşırken olmamalı. Sırf birlikte olduğunuz kişiye ona değer verdiğinizi göstereceksiniz diye dünyanın parası havaya uçmamalı...
Evet ben de bir süre bunları düşündüm. Sonra fark ettim ki aylardır kan ağlayan restoran, çiçekçilik, çikolata ve takı sektörü ümitlerini bugüne bağlamış. Hatta son nefesini vermemek için savaşan pek çok minik firmanın tek ümidi 14 Şubat olmuş. Üstelik internette birazcık araştırma yapınca gördüm ki, sırf Sevgililer Günü için tüm dünyada binlerce insan istihdam edilmiş.
Forbes ve CNNMoney.com gibi bazı siteleri inceledim. 14 Şubat bile ekonomiyi canlandırmaya yetmedi demişler. Olsun. Canlandırmasa da hareketlendirdi. Canlandırmasa da bir ümit verdi.
Anlamlı bir bahane
Şimdi bu krizde cebindeki paranın kuruşu kuruşuna hesabını yapan dar gelirliye git sevgiline pırlanta yüzük al demiyorum. Ama bence herkes kesesine göre, abartıya kaçmadan, ufak da