Sean Connery deyince aklımıza gelen filmlerden 'İskoçyalı’nın (Highlander) beşinci filmi yapım aşamasında. Bridgette Nielsen ile Arnold Schwarzenegger’in rol aldığı 'Red Sonja' da yeniden çekiliyor. Bu kez başrolde Rose Mc Gowen var. Oliver Stone’un 1987 tarihli 'Wall Street' filminin de ikincisi yolda. 'The Wolfman' ise büyük ihtimalle bu yılın en etkileyici yeniden çevirim filmi olacak. Benicio Del Toro filmin başrolünde. 'Resident Evil Afterlife' ise yine Milla Jovovich’le hayat bulacak. Yeşil dostumuz 'Shrek' de 'Shrek Forever' ile geri dönüyor. 'Sex And The City’nin ikinci filmini bekleyen hayranları da bu yıl muratlarına eriyor.
Yılın en büyük sürprizi neredeyse tüm aksiyon yıldızlarının bir arada olduğu 'The Expendables.' Sylvester Stallone’nin hem başrolde hem de yönetmen koltuğunda olduğu filmde Arnold Schwarzenegger’den Bruce Willis’e, Mickey Rouke’dan Jet Li’ye kadar kimi ararsanız var. Anlayacağınız bir Cüneyt Arkın’ın eksik olduğu yapım beklentileri arttırıyor.
Robin Hood: Yeşil taytlı Russel Crowe geliyor!Kevin Costner’dan sonra şimdi de Russel Crowe’u yeşil tayt içinde görmeye hazır mısınız? Bugüne kadar onlarcası çekilen 'Robin Hood' hikayesini bir de 'Gladyatör'
Benim için İstanbul’da oturmak sayısız ünlünün başrolü paylaştığı bir filmde arka planda yürüyen figüranlardan biri olmak gibidir. Ünlüyü görür ama çok doğal bir şeymiş gibi karşılayıp yanından geçerim. Arkamı dönüp bakmam, yanımdakini “Aaaa bak filanca” diye sarsmam. Çünkü gerek mesleğim gerekse arkadaş çevrem sayesinde onlarla sıklıkla karşılaşırım. Yani varlıklarına alışkınım. Bu yüzden de bazen Türkiye’nin büyük bir kısmının böyle olmadığını unutuyorum. Halbuki onlar (doğal olarak) sadece televizyon ve gazetelerden tanıdıkları bu isimleri görünce heyecanlanıyor ve seviniyorlar. Sanırım bu nedenle de ne zaman İstanbul dışında yaşayan bir tanıdığım 'kahve bahanesi'yle kapımı çalsa hep aynı istekte bulunuyor: ‘Beni şu gazetelerde çıkan hani ünlülerin gittiği sosyetik kahvecilerden birine götürsene!’
Bugün kahvenin 5 ile 15 TL arasında olduğu bu mekanların bir listesini yapıp 'İstanbul'a gidince ünlülerin takıldığı mekanlara bizi götürecek kişi” sıfatından kurtulmak istiyorum. Alın size görmek istediğiniz ünlü türüne göre İstanbul’un ünlülerle karşılıklı kahve içilebilecek mekanları...
Kahve bahane, ünlüler şahane
Geçtiğimiz hafta bir avuç üniversite öğrencisiyle aynı sofrada dolu dolu üç saat geçirince fark ettim. Meğer ben “Ohh Asmalımescit ne de güzel oldu, filanca şurada falanca burada” diye yazarken gençler bu konu yüzünden sinir krizleri geçiriyormuş. Meğer Asmalımescit, Taksim ve Şişhane civarlarında açılan sosyetik mekanlar buraların uzun yıllardır ev sahibi olan üniversitelileri çıldırtıyormuş. Hem de ne çıldırma!
Onlara göre özgürce top koşturdukları, kendilerine ait olduğuna inandıkları ve öyle hissettikleri tek alan elden gidiyor.
4 TL'LİK BİRA 10 TL OLDU
“Eskiden ne kadar güzeldi. Aramızda gizli bir anlaşma vardı sanki. Biz onların Nişantaşı’na musallat olmuyorduk onlar da bizim Beyoğlu’muza. Herkes kendi mekanında mutluydu” diyor bir tanesi. “Nişantaşı, Etiler, Kuruçeşme, Bağdat Caddesi, Levent hatta İstinye bitti şimdi sıra Asmalı’ya mı geldi?” diye yakınıyor bir diğeri. Ben “Ne var bunda, koca semt. Ünlülere de yer yok mu sanki?” deyince iyice çıldırıyorlar. “O kadar kolay değil işte” diyor biri. “4 TL’ye içtiğimiz birayı 10 TL’ye satmaya başlayan kafeler bizim mekanımızı işgal ediyor” diye ekliyor. Bu örnek verilince hepsi bir ağızdan bir şeyler anlatmaya başlıyorlar.
Bir kez daha yazmama gerek yok. Herkes biliyor. İstinye Park’a yerleştireceğiniz bir magazin muhabiriyle tüm gazeteye yetecek kadar dedikodu ve haber çıkarabilirsiniz. Malum hem ünlüler hem sosyetikler hep oraya takılıyor. Sonuç olarak da bu dönemin kaymağını orası yiyor. Tıpkı bir zamanlar Kanyon’un yaptığı gibi.
Uzun süredir gitmiyordum Kanyon’a. Açıkçası biraz da demode oldu diye düşünüyordum. Ama bizimkiler bu cumartesi orada buluşalım deyince bir şey diyemedim. Aslında daha park yerine girerken anlamalıydım yanıldığımı. Park edecek yer bulmak için yarım saat uğraşıp kafe ve restoranların olduğu kata çıkıncaya kadar aklım hala İstinye’deydi. Ne kadar yanılmışım. Meğer Kanyon ölmemiş. Hatta hala eskisi gibiymiş.
Kafanızı nereye çevirseniz orada tanıdık bir sima görüyorsunuz hâlâ. Sanki Nişantaşı’nın yarısı orada. Yemek yiyecek yer bulmaksa neredeyse imkansız. Mesela biz de Hıncal Uluç gibi Num Num’da oturmak istedik ama yer yoktu. O yüzden de mecburen Özlem Yıldız ve kocasının oturduğu Gina’ya geçmek zorunda kaldık.
Yemekleri midemize indirdikten sonra, asıl geliş amacımız olan sinemalara yöneldik. Yemekten önce biletlerimizi almamakla ne büyük hata yapmışız! En
İlk Twitter’da duydum olayı. Gerçek olamayacak kadar saçma geldi Can Tanrıyar’ın Onur Baştürk’e şiddet göstermesi. Maalesef ki gerçekmiş.
Öncelikle şunu açıklığa kavuşturayım. Birkaç mailden başka muhabbetim olmadı Onur Baştürk’le. Ama adını ilk duyduğum günü çok net hatırlıyorum. O zamanlar Aktüel’de yazıyordum. Onunla çalışan birkaç kişi onu saygı ile anmıştı. Net hatırlıyorum çünkü çok imrenmiştim. Bizimkisi gibi bir meslekte birinin işini iyi yaptığı söyleniyorsa elinizde olmadan imrenirsiniz. Çünkü belki de kıskançlığın ve çamur atmanın en bariz gözlemlenebileceği sektördür medya. Ve eğer birileri böyle bir sektörde bile birini övüyorsa demek ki o kişi gerçekten hak ediyordur bu övgüleri...
Tanrıyar’la hukukum var
Öbür taraftan Can Tanrıyar ile birkaç saat sohbet etmişliğim var. İçten, mütevazı ve eğlenceli bir röportaj yapmıştım kendisiyle. İtiraf etmeliyim bu süre zarfında kendisine saygı duymuş hatta karizmasından da oldukça etkilenmiştim. Belki de bu yüzden Onur Baştürk’e saldırdığını duyduğumda çok şaşırdım.
Üstelik sebep gösterdiği şeylere inanamayacak kadar çok aynı ortamda bulunmuşluğum var Onur Baştürk ile. Birinde bile o suçlamalara yakın bir davranışını
Yok kardeşim bu memlekette magazinden 10 saniye uzak kalsanız geri döndüğünüzde kendinizi uzayda gibi hissediyorsunuz. Geçen gün elime aldığım gazete eklerinin neredeyse hepsinde bir haber vardı. Haberde de yarı çıplak bir kadın. İçeriğindeyse seks. Bunda şaşıracak ne mi var? Haberdeki kadını en son gazetelerde gördüğümde tesettüre girmişti. Şimdi çıkmış “Cem Yılmaz ile yatmak istiyorum... Beni tanısa evine başka kadın sokmaz...” gibi açıklamalar yapıyor. Çok affedersiniz ama “Yuh” demeden edemeyeceğim.
Baktınız din, tesettür, kapanma gibi konular gündemde, haber olmak için kapanıyorsunuz. Kapanma işi bir kez ses getirip sonrasında kimse kapınızı çalmayınca kuduruyor “Sex Sells” efsanesine aldanıp yine yatak odası kültürüne dönüyorsunuz. Biri sizi durdurmalı diyeceğim. Bu amaçla ilk adımı atacağım ve bundan sonra Cem Yılmaz’ı kaçırıp bir mağaraya kapatsanız bile size tek satır yok.
Paparazzilerden medyaya reklam desteği
Biliyorsunuz gerek Uğur Yücel, gerek Levent Kırca gerekse Timuçin Esen’in yaşadıkları yüzünden son günlerde magazin gazeteciliği yerden yere vuruldu durdu. Sessiz kaldım. Ne paparazzilerin ne de sanatçıların yanında yer almadım. Çünkü iki gruba da hak
Bu hafta Esra Ceyhan’ın “Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanı olmayı çok istiyorum” açıklamasını okuyunca bastım kahkahayı. Ama güldüğüm şey Esra Ceyhan’ın bakan olmak istemesi değildi. Benim komiğime giden ondan görüp her bakanlığa başka bir ünlünün talip olmak istediğini hayal etmem. Hadi gelin kabineyi ünlülerden kuralım, bakalım sonuç şimdikinden iyi olacak mı?
ULAŞTIRMA BAKANI
Arabasında yabancı bir kadınla görüntülendikten sonra “O kızı tanımıyorum, kulüpte yanıma geldi, çıkışta beni eve bırak dedi” diyen Eren Talu’ yu bu bakanlığa en uygun aday olarak görüyorum. Bu sayede her kadın evine sağ salim ulaşabilir, trafik kazalarında azalma olabilir...
ADALET BAKANI
“Tozlu raflardaki dosyalar aralanıyor, sır cinayetler gün yüzüne çıkıyor !” jeneriğiyle yayına giren yeni programı yüzünden Seda Sayan’ı bu bakanlığa önerebiliriz. Kabul edelim küsleri barıştıran, kavgalarda taraf olup haksız bulduğunu af dilemeye zorlayan Seda Abla’dan daha iyi bir adalet simgesi olamaz...
Bir kadın olarak aldatmanın “a”sını bile hoş göresim yok. Elimde değil. Genetik kodlamam böyle. Nerede bir “Adam kadını aldatmış” cümlesi duysam tepkim otomatik olarak “Tüüü Allah seni bildiği gibi yapsın” oluyor. Tabii ki bu otomatik refleksim Eren Talu için de değişmedi Amerikalı talk şovcu David Letterman için de. Ama bence Letterman’ın sadakatsizliğiyle Talu’nunki arasında öyle büyük bir fark var ki “Vay be aldatmanın bile iletişimi önemli” dedirtti bana.
Bakın adamın biri Letterman’a konuya ilgili üç hafta önce şantaj yapmaya başlıyor. Letterman hemen ailesiyle yüzleşiyor. Sonra polise başvuruyor ve şantajcı hakkında şikâyetçi oluyor. Ve tüm bu süre boyunca medyaya tek bir kelime bile sızmıyor. Bu şans değil. Letterman belli ki bunun böyle olmasını sağlıyor. Ardından şantajcı yakalanıp suçlu bulunduktan sonra ünlü talk şovcu çıkıyor ve kendi tarzıyla itiraf ediyor, özür diliyor ve hatasını kabul ediyor. Yalan olmadan, panikleyip saçmalamadan, ailesini daha fazla rezil etmeden... Böylece hikâyeye medyanın yön vermesini, yalan yanlış detaylar eklemesini de engelliyor.
Aman ha! Amacım “aman da ne güzel yapmış” demek değil. Sakın öyle bir sonuç çıkarmayın. Ama Allah aşkına şu