Sabanur Kıraç

Sabanur Kıraç

skirac@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Yukarıdaki sorunun cevabı “Ben”! En yakın arkadaşım dediğim kişiyse Dilara Uzunyayla. Dilara ile beni bundan 21 yıl kadar önce (tanıdığım en asil kadınlardan biri olan) annesi yani Suna Teyze tanıştırmıştı. O günden beri de hâlâ beraberiz. Hâlâ konuşmadan, sadece bakışarak anlaşabiliyoruz. Hâlâ canımız acıdığında doğru kelimeleri bulabiliyor, hâlâ başımız sıkıştığında ilk birbirimizi arıyoruz. Bazıları (yaşanan her şeye rağmen) nasıl hâlâ böyle yakın olduğumuzu  anlamıyor. Cevabı basit. Çünkü 21 yıldır hep yanımdaydı Dilara. Sadece gülmek için değil, zor zamanlarımda da. Mesela annemle babam ayrıldığında hiç yalnız bırakmadı beni. Hatta maddi ihtiyaçlardan dostluğumuzun başladığı o yazlık evini sattığımızda bile beni Adana’nın sıcaklarına bırakmadı. Bana evini açtı. O koca yazı onunla geçirmem için annemden izin kopardı. Sonra ilk aşk acımı çekerken, ilk dost kazığını yediğimde, ilk ve son ve tüm kalp kırıklıklarımda o hep yanımdaydı. 

Benden uzaklara götürmedi ki 
Kısaca Dilara en yakın arkadaşımdan da yakın bana. Baran Çöte ile evlendiği için de çok mutlu ve huzurluyum. Ama yine de düğünlerinde çok ağladım. Peki ama insan neden en yakın arkadaşının en mutlu gününde ağlar ki?
Birine göre onunla yapmak istediğim daha çok çılgınlık vardı ve artık bunların hiçbirini yapamayacağım için ağlamıştım. Doğru değildi. Çünkü biz zaten hep çılgınlık yapmaktan bahseder ama hiç yapmaya cesaret edemezdik. Başka birine göreyse o evlenmiş ben bekar kalmış ve buna üzülmüştüm. Saçmaydı. Ben hiçbir zaman evlilik budalası olmamıştım, hiç evde kalmış kız sendromum da yoktu...
Biri de “Acaba Baran, Dilara’yı senden aldığı için mi ağladın” dedi. Hayır! Baran Dilaramı alıp bizden uzaklara götürmedi ki! Hatta aksine Adana’dan İstanbul’a yani yanı başıma getirdi. Üstelik çok da beyefendi biriydi. Dilara’yı da çok seviyordu. 

Geride kalan yıllar 

En yakın arkadaşının  düğününde kim ağlar

Son olarak daha dün Dilara ile kumda oynarken bugün evlilik çağına gelmemize bozulmuş olabileceğimi söyledi biri. Önce saçma geldi. Daha 26 yaşındaydım ve kendimi çok genç hissediyordum. Ama haklıydı artık çocuk da değildim. Yani parayı babamın kazandığı, yemekleri annemin yaptığı, bakkaldan sadece dondurma aldığım, bütün gün yüzüp, bisiklete binip, saklambaç oynadıktan sonra bile hâlâ enerjik olduğum, alçak, yalancı, sahtekar ya da para göz insanları tanımadığım, şarkıların sözlerini anlamlarına bakmadan ezberlediğim, kalori hesabı yapmadan yemek yediğim, kozmetik olarak sadece şampuana ihtiyacım olduğu o saf yıllar geride kalmıştı.
Bir daha Dilara’nın mavi mayosuyla benim taytlı bikinimi değiştirmeyecektik. Bir daha annelerimizin duvara astığı hasır şapkaları kafamıza takıp kılık değiştirdiğimizi ve dikkat çekmeyeceğimizi düşünerek evden kaçmaya çalışmayacaktık. Bir daha bizi de yanlarında diskoya götürmeleri için abilerimize yalvarmayacaktık. Güneşin altında saçlarımızı papatya suyuyla taradığımız günler de geride kalmıştı. Bundan sonra ailelerimizin arabalarını gizli gizli kaçırmamızın da bir anlamı yoktu. Hem zaten artık ehliyetlerimiz ve kendi arabalarımız vardı. Gıcık olduklarımızı sinek ilacının dumanında sıkıştırdığımız günler de sanki asırlar önceydi. Bazı geceler dansa davet oynadığımız, bazılarındaysa tüm davetleri reddedip evde baş başa oturup burnumuzdan sosisli makarna gelene kadar güldüğümüz günlerse daha da eskidendi. 

İnanması zor ama
Evet biliyorum her yaşın tadı başkadır derler. Ama o yaşlar, o tasasız, korkusuz, endişesiz yıllar Alzheimer olana kadar bir daha geri gelmeyecek. Evet inanması zor ama Dilara ile umarsızca eğlendiğimiz, karnımıza kramplar girene kadar kahkaha attığımız ve sonrasında hiç derdimiz olmadığı o yılların geçtiğini Dilara’nın evlenmesiyle anladım. Bundan sonra sorumluluk sahibi iki insanız. Yine dostuz, yine Sabanur ile Dilara’yız ama artık çocuk değiliz. Biz büyüdük ve kirlendi dünya... Ve de ben buna ağlarım!