Öncelikle itiraf edeyim. Ben bildiğiniz Binbir Gece hayranlarından değilim. Yani öyle her hafta televizyon karşısında oturup bu hafta neler olacak diye beklemiyorum. Ama denk geldikçe, annem zapladıkça veya anneannem yorum yaptıkça izlemeye çalışıyorum. Keşke hiç izlemesem. Çünkü her bölüm şu Şehrazat’a biraz daha sinir oluyorum.
Yav bu ne biçim iş? İnsan mutsuz olmak için bu kadar uğraşır mı? Hiç mi akışına bırakmaz? Hiç mi sevdiğin adama güvenmez? Yok illâ gururlu olacak, ilk fırsatta çekip gidecek, kendi ayakları üzerinde durduğunu gösterecek. Türkiye’nin en iyi mimarı, en iyi annesi, en güzel kadını, en gururlusu, en akıllısı gibi bir sürü nitelik verilmiş bir kadın kahraman, bu kadar mı anlayışsız olur ya!
Sizi bilmem ama ben bu Şehrazat’a gıcığım. Gıcığım, gıcık olmasına ama bir yandan da korkuyorum. Acaba benim de içimde bir Şehrazat olabilir mi diye.... Bence günümüz modern kadınının en büyük sorunu Şehrazat gibi olması. Güçlü, meslek sahibi, akıllı,
Sizce, Pepsi ve Coca-Cola zaten light bir seçenekleri varken neden bir ikinci ürünü piyasaya sürme ihtiyacı duydu? Pepsi Max ve Coca-Cola Zero’yu çıkararak kendi markaları Diet Pepsi ve Coca-Cola Light’a rakip mi yarattılar yoksa gazlı içecek sektörünün erkekleri kazanama gibi başka bir amacı mı vardı?
Bu dünyaca ünlü iki marka belki de yarın ortaya çıkıp “Evet bu içecekleri erkekler için yaptık” diyecek belki de hiçbir zaman bunu kabul etmeyecekler. Ama ister kabul etsinler ister etmesinler bu iki ürünün de erkekler için üretildiğini anlamak için Sherlock Holmes olmaya gerek yok. Pek çok erkeğin bilinçaltına kadın içeceği olarak yerleşen Diet Pepsi ve Coca-Cola Light’ı erkekleştirmek gerektiğine inanan firmalar zekice bir adım atarak erkekler için diyet kolayı yarattı.
Hâlâ “Ne alâkası var?” diye düşünüyorsanız bu ürünlerin reklamlarını bir düşünün. Önce Pepsi Max ile başlayalım. İlk reklamda evde kendi
Güzide Duran ile Pınar Altuğ aynı günde evlenmekle kalmayıp kına gecelerini de aynı tarihe alınca tüm magazin sayfaları “Kına” haberleriyle dolup taştı. Bu haberleri gördükçe uzun zamandır sormak istediğim bir soruyu yine aklıma geldi: Bu yeni “kına gecesi” anlayışı halkımıza gerçek kına gecelerini unutturmuş olabilir mi?
Ben bazı meslektaşlarım gibi geleneklerimizden yavaş yavaş uzaklaşıyor olmamızı garipsemiyorum. Aksine bunu zamanın yıpratıcı etkilerinden biri olarak kabul edip normal karşılıyorum. Ama bence geleneklerin unutulmadan rafa kaldırılmasındansa, köklerinden değiştirilerek başka bir forma sokulması çok daha büyük bir tehlike. Bugün yeni yetişmekte olan “magazinesil”e “Kına Gecesi”ni sorduğumuzda “Popüler bir mekânda yakın kız arkadaşlarla içip eğlenmek” cevabını alıyor olmak beni çok üzüyor. Çünkü kına yüzyıllardır kültürümüzde çok önemli anlamlar taşıyor.
Her yörede farklı ritüel var
“Vatana kurban olsun” diye askere gidecek olan
İzlemediyseniz bile mutlaka okumuşsunuzdur. Geçtiğimiz hafta “Var mısın? Yok musun?” yarışmasında bir rekor kırıldı. 21 yaşındaki genç yarışmacı Selin, annesinin tüm ısrarlarına rağmen başının dikine gitti ve kendisine teklif edilen 61 bin YTL’yi reddederek yarışmaya devam ederek tam 143 bin YTL kazandı. Selin böylece yarışma tarihinin en çok kazanan yarışmacısı olurken ben de elimde olmadan merak ettim, Acaba o kazanırken, o gün onu izleyen binlerce Türk vatandaşı neler kaybetti?
Yo bu “Var mısın? Yok musun?”u kötülemek için yazılmış bir yazı değil. Ben bile büyük bir keyifle izliyorum bu yarımayı. Daha uzun aylar da izleyeceğime eminim aslında. Ama belki de izlememeliyim. Hatta belki de kimse izlememeli. Çünkü her ne kadar büyük saygı duyduğum kuvvetli kalem Yurtsan Atakan kadar sert bir çıkışla “Bu yarışma kumarın ta kendisi” demek istemesem de belki de demeliyim! Neden mi?
Bugüne kadar belki de benzer durumlarda kalıp Selin gibi bu riski alan ve sonunda hüsran ile karşılaşan yarışmacıların sayısı Selin gibi başarılı
Önceden anlaşalım. Kimse beni yanlış anlamasın. Kesinlikle yıllarca hırs edip, canını dişine takarak kariyerlerinde belirli noktalara gelen kadınlar çocuk yapamaz demiyorum. Kariyer yapmak çocuk yapmaktan öncelikli olmalı da demiyorum. Ben sadece bu yazıyla çocuk yapmaya karar veren kariyer kadınlarının gerçekçi olması gerektiğini söylemek istiyorum.
Daha geçtiğimiz hafta IK gazetelerinin birinde koca bir manşet vardı: “Çocuk da yaptılar kariyer de!” Bir heyecanla aldım elime gazeteyi. Yanıldığımı kanıtlayacak kadınlar olması beklemiştim haberde. Ama yoktu. Türkiye’nin önde gelen beş firmasında üst düzey yönetici pozisyonundaki kadınların nasıl gururla hem çocuk hem kariyer yaptığını anlatıyordu. “En iyi bakıcılar ve eşimin yardımıyla çok güzel bir iş bölümü yaptık. Böylece ben de işimde yükselmeye devam edebildim.” Diyordu biri. Biri de açıkça şöyle demişti: “Akşam yemeklerine yetişemesem bile, geç kalmamışsam mutlaka çocuklarımı ben yatırırım.”
Nasıl yani? Tüm
Hatırlarsınız Türk sosyetesi bir dönem incik boncuğa takmış, bir dönem de modaya el atmıştı. Ama son bir yıldır “yerli crème de la crème”in en büyük ilgisini yardım kuruluşları topluyor. Siren Ertan’ından Elif Dürüst’üne hepsi bir vakıf veya yardım kuruluşuna üye olup önemli ve şaşalı yardım geceleri düzenlemeyi âdet edindi. Helal olsun olmasına da hiç düşündünüz mü acaba bu yardım gecelerinde asıl yardımı kim topluyor?
Mesela Hollywood’u düşünün. Elton John’un meşhur Oscar sonrası AIDS temalı yardım partilerini duymuşsunuzdur.
Bu partiler camiada adeta ikinci bir Oscar töreni olarak görülür. Davetliler ertesi gün tüm gazetelerde olacaklarını bilir ve ona göre giyinir. Bu yüzden de eğer ünlü bir davetliyseniz bu tür yardım gecelerine kiminle katıldığınız önemlidir.
Armani? Cavalli? Misonni? Bu isimler ertesi gün dedikodu gazetelerine çıkabilmeniz için size eşlik etmesi gereken kavalyeler değil, üzerinizde taşıdığınız tuvalete imzasını