Geçtiğimiz hafta Adanalıların konu olduğu dizileri eleştirmiş, elimden geldikçe gerçek Adanalı nasıl olur anlatmaya çalışmıştım. Üşenmedim saydım. Tam 284 adet okur e-mail’i almışım bu yazımla ilgili. Kimi teşekkür etmiş kimi eksik yazmışsın demiş. Kimi mail’leri okurken “Tüh keşke bunu da yazsaydım” dedim. Madem bir işe giriştim, madem gerçek Adanalı öyle olmaz böyle olur demeye başladım o zaman eksiklerimi kabul etmeli ve yazmadıklarımı yazmaya devam etmeliyim.
İşte sizlerden gelen ve benim atladığım diğer bazı Adanalı gerçekleri...
Adana’da acı yemeğin içinden ziyade yanında tüketilir. Doğudan gelen göçler zamanla acı konusundaki damak tadını değiştirmiş ve acı yemeğin yanından ziyade içine girmiştir. Kısacası acı yemeğin içinde ise o Adana kültürünü yansıtan bir davranış değildir.
Lemide Üzer
Eskiden evde vakit geçirme şansım olduğunda eski Türk filmlerini izlemeye bayılırdım. En çok da Türkan Şoray’ın Adanalı bir “Pamuk Kralı” ile aşk yaşadığı ama sonunda fakir bir kemancı ile evlendiği tarzdaki filmleri severdim. Çünkü her ne kadar sonunda asıl kızı tavlayamasa da, bir hemşehrimi izlemek büyük keyif verirdi bana.
Şimdilerde aynı keyfi Adanalı karakterlerin sıkça canlandırıldığı dizilerde almam gerek, biliyorum ama alamıyorum. Her ne kadar bir Adanalı olarak dizilerde memleketimin adını bu kadar sık duymaktan çok hoşlansam da bir yanım da içten içe isyan ediyor doğrusu. Çünkü ne Adanalı dizisindeki Oktay Kaynarca’nın şivesi Adana şivesi ne Avrupa Yakası’ndaki Dilber Hala’nın küfürbazlığı Adanalı teyzelerin tarzı...
Merak ediyorum ne zaman Adana’yı pek çok insanın aklındaki klişelere göre değil de gerçekten olduğu gibi yansıtacak birileri çıkacak? Hani belki hâlâ “e” harflerinde (benim gibi) biraz zorlananan... Hatta “benzin”e “beğnzin” dememek için bir nefes düşünen... Arada ağzından “Abooo”lar kaçıran ama her kelimesi de aksanlı olmayan... Modernliği kadar sıcaklığı, delikanlığı kadar dürüstlüğü ve aptallığa varmayan temiz kalpliliği ile kendini gösteren gerçek
Şu aralar pek çok ünlü müsait bulduğu herhangi bir medya koluyla krize karşı aldıkları tedbirlerle ve yaptıkları tasarruflarla ilgili bir takım açıklamalarda bulunuyor. Örneğin şarkıcı Banu Zorlu. O krize karşı aldığı önlemleri şöyle sıralamış: Öncelikle benzin pahalı diye Porsche ve Chrysler’ını garaja koyduğunu söylemiş. Sonra da krizden önce haftada iki kez alışveriş yapmaya çıkarken şimdilerde bu sayıyı ayda bire indirdiğini eklemiş...
Üstelik kriz yüzünden alışveriş sevdasından vazgeçen bir tek o değilmiş. Ahu Aysal da krize karşı önlem olarak özel hayatında yaptığı alışverişi kesmiş. Aslı Şen ise harcamalarına bir aydır dikkat ediyor ve alışverişe çıktığında iki yerine bir alıyormuş. Hatta Sibel Can bile sahne kostümlerine artık milyonlar harcamamaya karar vermiş (!) Sahne kostümlerine yılda en az 300 bin YTL harcadığını söyleyen Can iki aydır da kendine ne yeni bir ayakkabı almış ne de yeni bir çanta!
Sosyetenin yakından tanıdığı bir diğer isim Deniz Berdan ise krizle birlikte evdeki harcamalarını kısıp tüm lüks programlarını erteleme kararı almış. Kainat güzelimiz Azra Akın ise sıfırı yüz bin YTL’nin üzerinde olan bir arabayı satın almak yerine kiralamak yoluna gitmiş.
Reklam sıkıntısı çeken gazeteler, yayından kaldırılan diziler, vaktinden önce indirime giren mağazalar... Borcuna borç katan halk, kapısına kilit vuran işadamı, kalbi sızlayarak kepenk indiren esnaf, mezarda emekli olacak memur...
Bitmek bilmeyen işler, yapacak iş bulamayan arkadaşlar, işten çıkarılanlar, iş arayanlar, bulup da mutlu olamayanlar... İşsizlik!
Soğuyan hava, yağan yağmur... Hasta baba, hastanedeki anneanne, öksüren sevgili...
Boşanamayan Hüsnü, yine boşanan Süreyya, diklenmeden dik durması tavsiye edilen Obama...
Türkiye’ye teğet geçer denilen ama “Hamdolsun” kalbine çöreklenen ekonomik kriz. Yükselen dolar, zamlanan elektrik, su, doğalgaz ve bitmeyen pahalılık... Küresel kriz, küresel ısınma, küresel bıkkınlık! Tüm bunların karşısında iktidarsız iktidar ve onun gözünün üzerindeki kaşa muhalif olmaktan kanayan yaraları göremeyen muhalefet...
Hangi gazeteyi okuyup hangi televizyonu seyredeceğimizi salık veren ama bu kaoslarla nasıl başa çıkacağımızı soramayacağımız kadar bize uzak olan hükümet... Beğenmiyorsan çek git hatta “Ananı da al götür” diyeceğini bildiğimiz için horozlanamadığımız liderlere tek dil uzatabilen ama akredite olamayan gazeteciler...
K
Büyüklerim yazmış. Kimi acımasızca kimi olumlu, hem ‘Mustafa’yı hem Can Dündar’ı eleştirmiş. Öncelikle belirteyim ben de Can Dündar’ı en fazla sizin kadar tanırım. Aynı gazetede yazmamıza rağmen gözlerinin içine bile bakmışlığım, kafeteryada bile karşılaşmışlığım yok. Yayın yönetmenim kızar ya da beni biraz daha fazla sever mi diye yazdığım veya yazmaktan çekindiğim tek bir satır da olmadığından Can Dündar’a rahatça övgülerimi sunabileceğim bu yazımda...
Bir ara nefesimi tuttum
Siz Abbas Güçlü ile Genç Bakış’ı izlediniz mi bu hafta? Ben izledim. Televizyon karşısında geçirdiğim en tatmin edici saatlerdi. Bittiğinde televizyonu kapatıp bir müddet düşündüm. En son ne zaman bir tartışma programında, eleştirilen konuğun kendine yöneltilen her soruyu ve eleştiriyi kekelemeden veya kendiyle çelişmeden karşıladığını görmüştüm acaba? Başbakanından muhalefetine, sanatçısından gazetecisine kim hangi eserini böyle ayakları yere basan cümlelerle, saçmalamadan savunabilmişti bugüne kadar?
Bu hafta Genç Bakış’ta Can Dündar vardı. ‘Mustafa’ filmine gelen eleştirilere ve Yeditepe Üniversitesi öğrencilerinin sorularına cevap verdi. Her soruyu, her eleştiriyi, her şüpheyi öyle bir
En son ne zaman gerçek bir kadın gördünüz? Saçları peruk, postiş veya boya olmayan... Göğüsleri silikonsuz, yüzü botokssuz veya dudakları kolojenle şişirilmemiş... Gözleri lens, kirpikleri takma veya burnu estetik olmayan... En son ne zaman bir kadını doğal haliyle beğendiniz? Hani estetik dünyasının sihirli değneğiyle tanışmamış birini diyorum. Kozmetik desteği almamış diyorum. Doğal diyorum!
Biliyorum bu çok uzun yılların tartışması. Ama “Kim neresinden memnun değilse değiştirmek hakkıdır” savının bir zamanlar en büyük destekçisi olan ben, bugün isyan ediyorum. Sırf gıcıklık olsun diye değil, bir an için kendimi erkeklerin yerine koyup paniğe kapıldığım için...
Geçenlerde bir gece kulübünde çocukluğumdan beri tanıdığım bir arkadaşımla karşılaştım. Bu arkadaşım o kadar değişmişti ki; ben ilk bakışta onu tanıyamadım. Karşımda çok havalı bir kız duruyordu. Halbuki onu birkaç gün önce bir kafede görmüştüm. Hiç de bu kadar güzel değildi. Daha birkaç gün önce omuzlarında olan saçları nasıl bu kadar çabuk beline kadar uzamıştı? Kahverengi gözleri de mavi olmuş. Çocukken sıktığı sivilcelerinden geriye kalan çukurlarıysa fondötenle doldurmuş. Seyrek ve kısa kirpiklerini takma
Geçtiğimiz çarşamba gecesi İstanbul her zamankinden farklı, ama her zamanki kadar hareketli bir gece yaşadı. Sırtını hamam taşına yaslamış mor elbiseli bir kadın ve en yakın arkadaşının başrolde olduğu bu gecede bolca Arap esintisi göze çarpıyordu. Servis edilen mezelerden, çalan müziğe kadar her şey insana kendini, içinde Onur ile Şehrazat’ın bitmek bilmeyen aşk entrikalarının olmadığı bir Binbir Gece Masalı’nda hissettiriyordu sanki.
Harem Odası’na doğru
Mor elbiseli kadın da aynen böyle hissederken içkisini eline aldı ve hamam taşından uzaklaşmaya başladı. Uzun beyaz gömleklerinin üzerine taktıkları poşuları ile ortamın ambiyansına uyum sağlayan hizmetlilerin yanından geçerek Harem Odası’na doğru ilerlemeye başladı. O gün orada karşılaşacağını bildiği pek çok tanıdık yüzü görünce hepsine kibarca gülümsedi. Ardından üzeri eski hamam tokmaklarıyla dolu göz alıcı bir duvarın önünden geçip “Harem”e ulaştı. Tam, o odadaki cariyelerden biri olduğunu hayal edecekti ki çok sevdiği arkadaşı ve Çapamarka’nın Halkla İlişkiler ve Eğlence Müdürü olan Mustafa Oğuzcan’ın sesiyle irkildi. “Beğendin mi?” dedi Mustafa. Tam olarak hissettiklerini yansıtan kelimeleri bulamayınca “Süper”
Bazı gazeteler yazdı. Başbakan Erdoğan’dan sonra şimdi de cumhurbaşkanımızın eşi Hayrünnisa Gül Hanım, Hülya Avşar’ın programına konuk olacak dendi. Bu haberler üzerine Cumhurbaşkanlığı Basın Merkezi, Hayrünnisa Gül’ün bugüne kadar yazılı ve görsel basın kuruluşlarından gelen hiçbir mülakat talebine olumlu yanıt vermediğini bildirdi.
Belki çoğunuzun öylesine bir haber olarak okuyup geçtiği bu haberler, benim içime bir korku saldı. Eşine verdiği destek ile ve hatta yeri geldiğinde eline silahını, sırtına erzağını alıp cepheye kocasıyla omuz omuza savaşmaya gitmesiyle övündüğüm Türk kadını için endişelendim. Çünkü bugün sözü en çok dinlenecek, en çok örnek alınabilecek figürlerden biri olan ve devletin en üst merciinin başındaki kişinin eşi “sessizliği” seçerse Türk kadınına nasıl bir örnek olur? diye düşündüm
Hayrünnisa Gül’ün bugüne kadar neden yazılı ve görsel basın kuruluşlarından gelen hiçbir teklifi değerlendirmediğini ben anlayamıyorum.
Hayır kimse bana bu bir tercih meselesi bahanesini sunmasın. Çünkü siyaset öyle bir şeydir ki; içine aldığına “Ben düşüncelerimi halka açıklamam, sorulan sorulara da yanıt vermem” hakkını tanımaz. Tamam hangi yayına veya gazeteciye