Reklam sıkıntısı çeken gazeteler, yayından kaldırılan diziler, vaktinden önce indirime giren mağazalar... Borcuna borç katan halk, kapısına kilit vuran işadamı, kalbi sızlayarak kepenk indiren esnaf, mezarda emekli olacak memur...
Bitmek bilmeyen işler, yapacak iş bulamayan arkadaşlar, işten çıkarılanlar, iş arayanlar, bulup da mutlu olamayanlar... İşsizlik!
Soğuyan hava, yağan yağmur... Hasta baba, hastanedeki anneanne, öksüren sevgili...
Boşanamayan Hüsnü, yine boşanan Süreyya, diklenmeden dik durması tavsiye edilen Obama...
Türkiye’ye teğet geçer denilen ama “Hamdolsun” kalbine çöreklenen ekonomik kriz. Yükselen dolar, zamlanan elektrik, su, doğalgaz ve bitmeyen pahalılık... Küresel kriz, küresel ısınma, küresel bıkkınlık! Tüm bunların karşısında iktidarsız iktidar ve onun gözünün üzerindeki kaşa muhalif olmaktan kanayan yaraları göremeyen muhalefet...
Hangi gazeteyi okuyup hangi televizyonu seyredeceğimizi salık veren ama bu kaoslarla nasıl başa çıkacağımızı soramayacağımız kadar bize uzak olan hükümet... Beğenmiyorsan çek git hatta “Ananı da al götür” diyeceğini bildiğimiz için horozlanamadığımız liderlere tek dil uzatabilen ama akredite olamayan gazeteciler...
Kısaca uçurumun kıyısında yıkık bir ülke. Tıpkı Atatürk’ün o yerden yere vurulan filmin fragmanında da söylediği gibi yani. Tek fark o, cümlesine “İçerde ve dışarıda saygı ile tanınan yeni yurt, yeni toplum, yeni devlet” diye devam etmiş, bense maalesef burada bitiriyorum...
Boş verin detoksu bana retoks lazım!
Şu aralar biraz bunalıyorum. Evimden, sevdiklerimden ve ailemden uzak olmaktan yoruldum. Her gün işe gidip, her akşam spor yapmaktan, sağlıklı beslenmekten ve hatta erken yatıp erken kalkmaktan bile sıkıldım.
Bir yanda ekonomik kriz, bir yanda sürekli detokstan bahseden arkadaşlar... İçimden “Yeter” diye bağırmak geliyor vallaha. Bu aralara beni bırakın biraz toksinlerimle yaşayayım diyorum. Hatta bırakın detoksu, retoksla barışayım. İçeyim, gezeyim, yorulayım, çok yiyip, çok içip, geç yatayım...
Zaten kriz mriz, yağmur çamur filan derken bunalıma girmiş herkes. Ben bir de evimden uzaktayım. Üstelik sevgilimi de özledim haberi yok. Annemi özledim burada yok. Babam da küsmüş bana aramıyor şu aralar. En iyisi bırakın detoksu filan retoksla kendime geleyim ben! Güneş yeniden açınca ya da kriz bitince, olmadı Adana’ya gidince yine başlarım detoksa, söz!
İstanbul gecelerine bir Adanalı daha
Ne zaman Adana’da canım biraz eğlenmek istese ilk sorum “Cevdet nerede çıkıyor” olur. Önceleri arkadaşım olduğu için onu çok sevdiğimi sanıyordum ama şimdi biliyorum ki alakası yok, bu adam gerçekten çok iyi. Üstelik sadece sesiyle değil, sahnesiyle de konuşturuyor ve inanılmaz eğlendiriyor.
Tıpkı geçtiğimiz çarşamba gecesi Etiler Nispet’te olduğu gibi. Adana’da dinlemeye alıştığım Cevdet, bu hafta İstanbul’daydı. Hiç şüphesiz müthiş bir performans sergiledi yine. Her ne kadar içimden ona her zaman her şeyin en iyisini dilemek gelse de, bir yandan da İstanbul’un onu bizden çalmasından da korkuyorum.
Nispet’in işletmecilerinin onun gibi bir sesi İstanbul’a transfer etmek isteyeceklerine hiç şüphem yok ama Cevo Adana’yı bırakır mı bilemem. Gerçi bırakırsa emin olun ki onu dinlemek için Adana’dan İstanbul’a bir charter seferi de başlar.
O yüzden gözünüz afişlerde olsun. Cevdet Çelik bir daha ne zaman İstanbul’da sahne alır bilemem ama kalbi gibi sıcacık bir sesi olan birini dinlemek isterseniz geldiğinde kaçırmamanızı tüm yüreğimle tavsiye ederim.