Bir tacir malvarlığını eksiltmeye yönelik hileli tasarruflarda bulunursa, bu hileli tasarruflardan önce veya sonra iflasa karar verilmiş olması halinde, 3 yıldan 8 yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
İflas ederken hile yapmak, ya da hile ile iflas etmek TCK md 161’de ayrı bir suç olarak düzenlenmiştir. Eğer bir tacir malvarlığını eksiltmeye yönelik hileli tasarruflarda bulunursa, bu hileli tasarruflardan önce veya sonra iflasa karar verilmiş olması halinde, üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Hileli iflasın varlığı için özellikle şu durumlardan birisi aranır;
- Alacaklıların alacaklarının teminatı niteliğinde olan malların kaçırılması, gizlenmesi veya değerinin azalmasına neden olunması,
- Malvarlığını kaçırmaya yönelik tasarruflarının ortaya çıkmasını önlemek için ticari defter, kayıt veya belgelerin gizlenmesi veya yok edilmesi,
- Gerçekte bir alacak ve borç ilişkisi olmadığı halde, sanki böyle bir ilişki mevcutmuş gibi, borçların artmasına neden olacak şekilde belge düzenlenmesi,
- Gerçeğe aykırı muhasebe
Kusurlu eş, boşanma davası açamaz, kusurlu eşe manevi tazminat ödenmez, daha kusurlu olan eşe yoksulluk nafakası bağlanmaz... O nedenle boşanma davalarında çözülmesi gereken en önemli sorun, eşlerin kusur durumudur...
Boşanma davalarında çözülmesi gereken en önemli sorun, eşlerin kusur durumudur ve çok önemlidir. Çünkü kusur durumunda göre boşanma davası açma hukuki yararının bulunup bulunmadığına karar verilir. Kusurlu eş, boşanma davası açamaz, keza hukuktaki en temel ilkelerden birisi, kişilerin kendi hatalarına ve kusurlarına dayanarak hak iddia edemeyecekleridir. Kusurlu olan eşe manevi tazminat ödenmez. Daha kusurlu olan eşe yoksulluk nafakası bağlanmaz.
Boşanma davası açan eş kendisi kusurlu ise, davasının görülebilmesi için karşı tarafından da en azından kusurlu olması gerekir. Hangi eşin, hangi davranışına göre kusurlu, eşit kusurlu veya daha kusurlu olduğuna dair yüzlerce Yargıtay kararı var.
Her boşanma davasında her eşin davaya konu olan davranışları özel olarak değerlendirilir ve kural olarak sadece o davaya mahsustur. Genel
Kiralarını geçen sene 11 Haziran 2022 ile 1 Temmuz 2022 arasında yüzde 25 artıran kiracı ve ev sahipleri, bu sene de kirayı yasal olarak yüzde 25 artıracaklar.
Türk Borçlar Kanunu’na (TBK) eklenen ve 11 Haziran 2022 tarihinde yürürlüğe giren Geçici Madde 1 ile konutlarda kira artış oranı yüzde 25 ile sınırlandırılmıştı.
Bu sınırlama 1 Temmuz 2023 tarihinde son kere uygulanacak. Yani kira artış günü 2 Temmuz 2023 ve sonrası olan kira ilişkilerinde artık yine sözleşmede yazan oranda kira artışı yapılabilecek. O da yine hiçbir şekilde TBK md 344’e göre son 12 aylık TÜFE ortalamasını geçemez.
Kiralarını geçen sene 11 Haziran 2022 ile 1 Temmuz 2022 arasında yüzde 25 artıran kiracı ve ev sahipleri, bu sene de kirayı yasal olarak yüzde 25 artıracaklar, fazla değil. Yani kira artış dönemi 11 Haziran 2022 ile 1 Temmuz 2022 arasında olanlar o zaman yüzde 25 artırdıkları kirayı 11 Haziran 2023 ile 1 Temmuz 2023 tarihleri arasında da yine yüzde 25 artıracaklarından, bu durum kiracıları sevindiren, ama ev sahiplerini üzen bir yasal piyango gibi.
Bu ev
“Mahkeme kararlarında bazen “Ramazan Bayramı”, bazen “Şeker Bayramı” denilir. Herkes aynı bayramı kastediyor... Dileyen okuyucumun “Ramazan Bayramı”, dileyen okuyucumun “Şeker Bayramı” kutlu ve mutlu olsun...”
Bazısı “Ramazan Bayramı” diyor, bazısı “Şeker Bayramı... İftar Bayramı olarak da adlandırılıyor. Aslında herkes aynı bayramı kastediyor, Ramazan Ayı’nın sonundan itibaren üç gün kutlanan Bayram.
Ramazan Bayramı’nın Arapçası “Îdü’l-Fitr”, Farsçası ise “Îd-ı Fitr”dir. Osmanlı döneminde bu bayrama “Iyd-ı Fıtır” denilmiş, ama Türkçeleştirilmeyle Şeker Bayramı adı verildiği düşünülür. “Iyd-ı Fıtır”, “şükür sadakası” anlamına da gelir. “Şükür” kelimesi, zamanla bayramda şeker de ikram edildiğinden “şeker” olarak telafuz edilmeye başlar ve “Şeker Bayramı” olarak adlandırılır. Bir görüşle göre ise, “şükür” kelimesi, hem “şükür” hem de
Hayatı kolaylaştıran internet bankacılığının riskleri de çok. Hem banka hem de müşteri bakımından taşınan riskler kim tarafından karşılanacak? Gelin bir örnekle inceleyelim.
İnternet bankacılığını kullanmayan hemen hemen yok…
Çok büyük avantajları var; bankalar için şube açma ve işletme maliyetini ortadan kaldırıyor. Müşteriler için zamandan tasarruf etmelerine olanak sağlıyor; diledikleri yerden, diledikleri zaman hesaplarına erişim sağlıyorlar, mümkün olan bütün bankacılık işlemlerini yapabiliyorlar, hatta kredi bile çekebiliyorlar.
Ama internet bankacılığının riskleri de çok. Hesap bilgilerinin, şifrelerin çalınması, bazen de bankanın güvenlik sistemindeki açıklardan ya da personelinin hatasından dolayı hesap bilgileri kötü niyetli üçüncü kişilerin eline geçiyor. Bir bakıyorsunuz, banka hesabından sahibinin bilgisi veya izni olmadan birçok işlem yapılmış, hesaptaki paralar bilinmeyen, tanınmayan başka kişilerin hesaplarına aktarılmış.
Başka hesaplara…
Öyle ki bazen paranın izini bulmak bile çok zor
Türkiye’ye girerken veya çıkarken istisnasız herkesin sınır kapısında araçtan inip kamera önünde yüz taramasından geçme zorunluluğu sürüyor. Uzun bir yolculuktan gelmiş gurbetçilerimizi potansiyel şüpheli olarak görmeden Türkiye giriş ve çıkışlarını kolaylaştıralım.
Daha önce de yazdık; Türkiye’nin Batı’ya açılan karayolu sınır kapıları olan İpsala, Pazarkule, Kapıkule, Hamzebeyli sınır kapılarında yapılan pasaport kontrolünün teknolojik olanaklarla desteklenmediğinden hem Türkiye’ye girişte, hem de Türkiye’den çıkışta uzun kuyruklar oluşuyor.
Önceden mevcut olmayan bir uygulama sebebiyle; pasaport kontrolü yapılan polis memurlarının bulunduğu kulübenin dışına bir kamera konulmuş.
Pasaport kontrol kulübesinin önüne gelen araçtaki bütün yolcuların birer birer araçtan inip, kameranın karşısına geçmeleri gerekiyor.
Bu bir yüz tarama kamerası. Pasaport kontrolüne ek olarak, pasaport hamilinin elektronik yüz taraması da yapılıyor. Böylece pasaportu ibraz eden
Manevi acıların karşılığı olarak Türk Borçlar Kanunu’nda manevi tazminat talep etme olanağı var. Türkiye’yi yasa boğan depremler sonrası depremin büyüklüğünün takdir edilen maddi ve manevi tazminatta indirim sebebi olduğuna yönelik kararlar verildi. Gelin bu konuya yakından bir göz atalım...
Deprem önlenemez bir doğal afet... Ülkemiz deprem kuşağında olduğundan, depreme her yönüyle hazır olmak zorundayız; hem depreme dayanıklı binalar inşa etmeli, hem de psikolojik olarak hazır olmalıyız.
Depremi yaşayıp hayatta kalanlar sadece konut veya işyerlerinin yıkımı ile değil, bir de psikolojik yıkım ile baş başa kalıyorlar. En ufak bir sarsıntıda büyük bir korku içerisinde paniğe kapılıyorlar.
Hayatta kalanların kendi yaşadıkları psikolojik travmalara ek olarak, yakınlarını kaybetmişlerse, acıları daha da katlanıyor.
Depremde kaybedilen yakınları geri getirmek mümkün değil. Ama sorumluların ceza almaları acıları bir nebze hafifletip, mağdurların bireysel ve toplumun genel adalet duygularını ferahlatacak.
Manevi acıların karşılığı olarak Türk Borçlar Kanunu md 56 ile bir
“Hakim ve savcıların, yargı mensuplarının adalet dağıtma biçimde yaptıkları işin ağır sorumluluğu altında maddi olarak ezilmemeleri gerekir. Ekonomik kaygılarının olmaması gerekir...”
Haksızlığa uğrayanın, alacağını alamayanın, vesselam hayatın hangi alanından olursa olsun mağdur olanın en son sığınacağı yer adalet mekanizmasıdır.
Her şey bozulabilir, et kokabilir; etin kokmasını önleyecek olan “tuz”dur.
Tuz kokarsa, umut da ölmüş demektir. Umut ölmüşse, her şey sona ermiştir.
Adalet, toplumuzun, düzenimizin, dirliğimizin, birliğimizin “tuz”udur. Bozulanı telafi edendir, mağdurların sığınacağı son limandır, uygulanan hukuk sistemi içerisinde adaleti sağlayandır.
Tuz hiç kokmamalıdır.
Ama tuzu da gözümüzün bebeği gibi korumamız gerek. Dinlenmesi gereken yerde dinlendirmeli, aşırı ışığa ve şiddete maruz bırakmamalı, en ufak bir rahatsızlığında hemen teşhis ve tedaviye başlanmalı.
Adaleti sağlamak