Geçen hafta diyabetiklerde kalp hastalığıyla ilgili yazımdan sonra okurlardan birçok soru geldi. Bu haftaki yazımda, bu soruların bir bölümünü cevaplayacağım
1 - Baypas neden daha iyi?
Diyabeti ve kalbi besleyen damarlarında yaygın darlıkları olan bir kişide neden baypas ameliyatının, stentle yapılan tedaviye göre daha iyi sonuç verdiğini tam olarak bilmiyoruz. Bu hastalarda damar sertliğinin çok yaygın olması ve stentlerin sadece takıldıkları bölgedeki tedavi edici nitelikleri sebep olarak gösteriliyor. Bir diğer olası neden de, bazı tıkalı damarların stentle açılamaması ama baypasla tedavi edilebilmesi.
2 - Şeker hastasıyım, aspirin almalı mıyım?
Kalp damarları dar olanların tedavi seçenekleri çok kafa karıştırıcı olabilir. “Baypas mı, stent mi, yoksa ilaç mı?” sorusu hastaların uykularını kaçırır. Yeni bir araştırma, çok sayıda darlığı olanbir hastada şeker hastalığı varsa ilk tercihin baypas ameliyatı olması gerektiğini gösteriyor
Seçkin Bey’in mide yanmaları geçmeyince gittiği doktoru yaptığı incelemeden sonra kalp hastası olabileceğini, bir efor testi yaptırmasını istedi.
Yürüyüş bantında ancak 3 dakika geçirmişti ki, mide yanması olduğunu düşündüğü sıkıntısı başladı. Testi yapan görevli, aynı zamanda EKG’nin bozulmaya başladığını fark etti. Efor testi kalbi besleyen damarlarda darlık olduğunun işaretleriyle doluydu.
Doktor yanmanın mideden değil kalpten kaynaklandığını ve çok düşük eforla ortaya çıktığını, üstelik EKG’de de yaygın bozukluklar olduğunu; bunların iyiye alamet olmadığını düşünerek anjiyo yapılmasına karar verdi.
Ama, daha önce şeker hastalığının ve yüksek tansiyonun daha iyi kontrol edilmesi için tedavisini düzenledi. Ayrıca mutlaka statin grubu kolesterol düşürücü bir ilaç ve düşük doz aspirin almasını tembihledi.
Ne yapacağını bilemedi
Cleveland / Ohio
Barack Obama ikinci kere başkan seçildi. Temsilciler Meclisi’nde çoğunluk son iki yılda olduğu gibi Cumhuriyetçilerin elinde, senato ise eskisi gibi Demokratların kontrolünde. Bu tabloya bakınca “pek bir şey değişmedi” demek mümkün. Yüzeysel bir değerlendirmede bu bakış açısı haklı gibi görünse de Amerikan seçmeninin politikacılara yolladığı mesaj “Çok şey değişti” diye düşündürtüyor.
Halk ülkenin dev sorunlarının çözülebilmesi için Washington’da bitmez tükenmez didişme ve çatışmanın yerine konuşup uzlaşacak noktalar aranmasını istiyor. Başkana “fevkalade bir iş yapmadıysan da girdiğin yolda devam etmen gerek, dereyi geçerken at değiştirilmez” diyorlar.
Cumhuriyetçilere verilen mesaj ise aşırı muhafazakar politikaların benimsenmediğini gösteriyor. Federal hükümetin rolü, vergi politikası, göçmenlik ve kürtaj gibi konularda katı ve uzlaşmaz tutumlar sorunların çözümünü engelliyor diyorlar. Bu mesajın en sarih olarak verildiği yerlerden biri ABD’nin orta batısındaki Indiana eyaleti.
Obama’nın 2008’de kazanıp bu seçimde kaybettiği sadece 2 eyalet var. Bunlardan biri Indiana. Eyalet valiliği seçimini de Cumhuriyetçiler kazandı. Senato seçiminde ise Demokrat
ABD 2012
Bugün ABD’de yapılmakta olan seçimde sadece başkan seçilmiyor. 435 üyeli Temsilciler Meclisi’nin tümü, 100 üyeli Senato’nun üçte biri yenileniyor. Kullanılan oylar yürütmenin ve yasamanın yanı sıra, ABD idari sisteminin eşit güçteki üçüncü ayağı olan yüksek mahkemenin üye seçimini de etkileyecek.
ABD’de başkan yürütmenin dizginlerine tam olarak hakim olsa da yasama organı istemezse başarısı çok sınırlı olur. Çünkü, her türlü projeye kaynak sağlanması meclisin yetkisindedir. Başkan önceliklerine göre yıllık bütçeyi hazırlar, ama bütçenin kanunlaşması meclisin işidir. Başkan yeni bir yasa önerebilir, ama kanunu yapacak olan meclistir.
Kongre denilen meclisteki iki partinin üyeleri her zaman parti disiplini içinde oy vermezler. Kendi seçmenleriyle ilgili bir konuda gerektiğinde farklı partiden vekillerle beraber hareket ederler. Bu bağımsız davranış geleneğinin altında temsilcilerin ve senatörlerin koltuklarını parti liderlerine değil, seçmenlerine borçlu olmaları yatar.
Partizan meclis
ABD’de seçimlerine, sağlık reformu yasası için yapılan referandumdur demek yanlış olmaz. Yasa, sağlık sigortası olmayan 50 milyon insanı güvence altına almayı, sigorta şirketlerinin keyfiliklerini önlemeyi hedefliyor. Hızla uygulanıp uygulanamayacağı salı gecesi belli olacak...
ABD’de halk yarın başkanını seçmek için sandık basına gidecek. Tarihin en pahalı ve en çatışmacı seçim kampanyasının sonunda kamuoyu yoklamaları her iki adayın da oyların yarıya yakınını alacağını öngörüyor.
Ne Barack Obama’nın ne de Mitt Romney’nin kazanması sürpriz olacak.
İki adayın hemen her konudaki görüşleri bir birine taban tabana zıt. Ama, hiçbir konu sağlık reformu kadar yüksek voltajlı bir elektrik hattı gibi bölmüyor ülkeyi.
Başkan siyasi sermayesinin büyük bölümünü kullanarak 2010 Mart’ında çıkardığı yasayı Beyaz Saray’daki dört yılının en önemli başarısı olarak görürken, rakibi seçimi kazanırsa ilk işinin yasayı iptal etmek olduğunu söylüyor.
Meclisin tüm Cumhuriyetçi üyeleri de onunla aynı fikirde. Bir teki bile yasa lehinde oy kullanmadı. Doğrusu bu seçime sağlık reformu için yapılan bir referandum demek yanlış olmaz.
Sağlık reformuna ne gerek var?
Haraketli bir yaşamın sağlığımızı olumlu etkilediğini bimeyen yoktur. Ama çok oturmanın sağlığa zararlı olduğu pek bilinmez. Bilimsel araştırmalar, günlerinin çoğunu oturarak geçirenlerin, şeker ve kalp hastası olma riskinin 2 kattan fazla yükseldiğini gösteriyor. Saatlerce TV seyretmek tehlikeyi daha da arttırıyor
Sağlık Bakanlığı’nın önderliğinde 15-17 Ekim tarihlerinde Ulusal Fiziksel Aktivite Rehberi Hazırlık Çalıştayı’nda yaş gruplarına göre yapılabilecek egzersizlerin belirlenmesi ve halka benimsetilmesi için birçok uzman fikir alışverişinde bulundu. Toplum sağlığı açısından fevkalade önemli olan bu girişimde sözü edilen düzenli egzersizin yanı sıra farklı bir kavram olan haraketsizliğin de üstünde durmak gerekiyor. Modern çağın önemli sorunlarından biri olan haraketsiz yaşam sadece egzersiz yapmamak değil gün boyu oturmak anmalına geliyor
HAREKET ARTTIKÇA ÖMÜR?UZUYOR
400 binden fazla Tayvanlı kadın ve erkeğin ortalama 8 yıl izlendiği bir araştırmada, günde
15 dakika egzersizin bile sağlığımıza olumlu etkisi olduğu görüldü. Egzersizin şiddeti ve süresi arttıkça kansere, kalp hastalıklarına ve diyabete bağlı ölümlerin de azaldığı anlaşıldı.
Hareketli bir
Koroner damarlardan biri tıkandığı zaman beslediği kalp hücreleri 20-30 dakika içinde ölmeye başlar. Damar açılmazsa altı saat içinde hücrelerin çoğu ölür
Kemik iliğinden alınan kök hücrelerinin bu süreci geri döndürdüğüne dair kanıtlar var. Tıpta devrim yaratacak bu tedavi için araştırmalar sürüyor
Berk Bey sabahtan beri kendini keyifsiz hissediyordu. İçinde bir sıkıntı vardı. Hiç olmadığı kadar yorgundu, hiç iştahı yoktu, canı sigara bile çekmiyordu.
Öğlene doğru midesi bulanmaya başladı, sırtında bir ağrı peydah oldu. Bir türlü rahat edemiyordu. Biraz sonra ağrısı biraz hafifledi, bir ara geçer gibi oldu.
“Üşüttüm herhalde” diye düşündü. Son haftalarda, şirketteki herkes gibi cumartesi, pazar demeden geç saatlere kadar çalıştığı için “direncim düştü” diye geçirdi aklından. Sadece fiziki yorgunluk değil iş stresi de canından bezdirmişti.
Öğleden sonra arkadaşlarının ısrarıyla doktora gitmeyi kabul etti. Yerinden kalkıp, kapıya doğru seyirtirken neredeyse bayılıyordu. Tutmasalar yere düşecekti. Ambulans çağrıldı. Gelen ekipteki genç hekim kalp krizi geçiriyor olabileceğini düşünerek en yakın hastaneye gitmek üzere harakete geçti.
Trafik çok yoğundu, ambulans ancak
Tıp ve fizyoloji alanındaki Nobel ödülü bu yıl kök hücre tedavisinin kapısını açan buluşların sahibi iki bilim adamına verildi. Sadece embriyodaki kök hücrelerin değişerek farklı yeni hücreler oluşturabileceği düşünülürdü. Oysa Nobel alan iki bilim adamının çalışmaları olgun hücrelerin de yeniden programlanıp, kök hücreler gibi çok potansiyelli hale gelebileceğini gösterdi
Büyüklü küçüklü buluşlar, çığır açan araştırmalar, Nobel ödülleri, bir veya bir kaç alimin adıyla anılsa da gerçekte başarının arkasında yıllar boyu gece gündüz çalışan bir çok bilim insanının emeği vardır. 1980de çekilen Profesör Gurdon ve ekibini gösteren bur resim, bilmin kişisel bir spor değil bir takım oyunu olduğunu çok güzel gösteriyor.
Tıp ve fizyoloji alanındaki Nobel ödülü bu yıl kök hücre tedavisinin kapısını açan buluşların sahibi iki bilim adamına verildi. John Gurdon ve Shinya Yamanaka’nın hikayeleri birçok açıdan ilginç. İkisinin de bilmin özünde yatan bir gerçeği yansıtan ortak bir özelliği var; hayatları boyunca imkansızı mümkün kılmaya çalışmışlar.
İkisi de kariyelerinin başında engellerle karşılaşmışlar. Öğretmeni genç Gurdon’u tevik edeceğine bilim adamı olmasının mümkün