Geçen hafta kalp dışındaki damarların hastalıklarıyla ilgili yazımın büyük bir kısmını bacağa giden damarlara ayırmıştım. Bunu nedeni damar sertliğinin kalpten sonra en sık bacak damarlarını tutmasıydı. Bu hafta da hastalığın tedavisinden söz etmeyi planlıyordum.
Okurlardan birçok mektup aldım. Gelen elektronik postaların bir çoğunda yazıda değinmediğim damar hastalıklarıyla ilgili sorular vardı. Tedavi yazısını bir hafta erteleyip, üç okurdan gelen sorulara cevap vererek konuya biraz daha geniş pencereden bakmak istedim.
Şah damarındaki damar sertliği plağından kaynaklanan parçacıkların biri, gözü besleyen damarlardan birini tıkamış. Doktor bunu gözün dibine bakarak görür (sol üstte). Birkaç parça da beyne giderek yarattığı kansızlıkla kolda ve bacakta uyuşmaya yol açmış.
‘Şah damarı’ndan göze pıhtı atmış
Cumhur Bey elektronik mektubunda şöyle yazıyor: “56 yaşında bir ilkokul öğretmeniyim. Boyum 1.70, kilom 78, şimdiye kadar sinirlendiğimde yükselen tansiyonumdan başka hiçbir sağlık sorunum yoktu. Günde 1 paket sigara içiyorum. Hiç alkol kullanmam. Bir hafta önce akşam yemeğinden sonra sol gözümün önüne bir perde çekilmiş gibi oldu, görmem bozuldu. Hemen oturdum.
Damar sertliği kendini sadece kalpte göstermez. Tüm vücuttaki damarlarda darlıklara yol açabilir. Buna çevre damar hastalığı denir. Özellikle bacaklara giden damarlarda bu hastalığa sık rastlanır. Her yerde suçlular aynıdır: Sigara, şeker hastalığı, yüksek tansiyon ve kolesterol anormallikleri...
Suat Bey son aylarda sağ baldırına giren kramptan şikâyet eder olmuştu. Her gün otobüsten inip iş yerine ulaşmak için yürüdüğü yolda zorlanıyordu. Hele, yolun hafifçe yokuş olduğu yerde baldırındaki yanma artıyor sanki bir el kaslarını kerpetenle tutar gibi sıkıyordu. Son günlerde bu sıkışma o kadar artmıştı ki yarı yolda durmak zorunda kalıyordu. Duvara yaslanıp bir sigara içimlik dinlenince ağrı geçiyor, yoluna devam edebiliyordu.
23 yıldır sigara içiyordu
Bu şikâyetleri başladıktan sonra daha yavaş yürür olmuştu. Bu yolla daha uzun yürüyebiliyordu. Ama, zaman geçtikçe sıkıntısı azalacağına arttı. Baldırındaki kramp düz yolda ve daha kısa mesafelerde tekrarlamaya başladı. Otobüsten indikten sonra yavaş da yürüse, işe gidene kadar bir kaç kere durmak zorunda kalıyordu. Geçen hafta gece yatarken sağ ayağı sızlamaya başlayınca endişesi daha da arttı. Yatağın kenarına oturup
70 yıl öncesine kadar hekimlerin elinde organları görüntülemek için bir tek araç vardı: Röntgen filmi.
Önceleri, sadece kemik ve farklı yoğunluktaki yumuşak dokuları grinin tonları olarak gösteren filimlere bakarak tanı koyulurdu. Örneğin, göğüs filmi kaburgalarda kırık, akciğer zarı içinde birikmiş sıvı, kalpte büyüme varsa gösterirdi. Ama, biriken sıvının niteliğini ya da damarların açık olup olmadığını görmek mümkün olmazdı. Bunun için damar içine röntgende görünür madde vererek filim çekmenin geliştirilmesi gerekti. Kısa adı anjiyo olan anjiyografi böyle ortaya çıktı.
Bilgisayarlı tomografi devrimi
Anjiyonun sağladıklarına karşı önemli bir kısıtlılığı vardı. Organları 3 boyutlu değil 2 boyutlu olarak gösteriyordu. Bu da bazı durumlarda tanı konulmasında belirsizlik yaratıyordu. İmdada kısa adı ‘BT’ olan bilgisayarlı tomografi yetişti. Aynı anda birçok açıdan çekilen röntgen resimlerinin güçlü bilgisayarlar yardımıyla 3 boyutlu görüntülere dönüştürülmesi tıpta yeni bir çığır açtı.
Bilgisayarlı tomografi birçok hastalığın daha iyi anlaşılmasına olanak sağlamıştı ama büyük yatırım gerektiren pahalı bir teknolojiydi. Üstelik röntgen ışınları kullanıldığı için
Kalp krizi geçiren bir kişinin hayatta kalma şansı 50 yıl öncesine göre 10 kat daha fazla. Ama bu hastaneye zamanında gelenler için geçerli. Hastane öncesi ölümleri ancak şikâyetleri hafife almadan, bir an önce ambulansla hastaneye gidereke önleyebiliriz.
Fenerbahçe’nin eski golcü futbolcusu Selçuk Yula’nın zamansız ölümü spor camiasını ve futbolseverleri yasa boğdu. Büyük futbolcu Selçuk’u saygıyla anıyor, ailesine, yakınlarına ve tüm futbolseverlere baş sağlığı diliyorum. Medyada çıkan yazılara göre ünlü futbolcu bir kalp rahatsızlığı sonucunda yaşamını yitirdi. Hastalığın ortaya çıkışı, seyri ve kısa süre içinde acı sona ulaşması hepimiz için üzüntü verici olduğu kadar korkutucu da. Her şaşırtıcı olayda olduğu gibi bu trajik kayıptan da alınacak dersler var.
Şikâyetleri hafife almamalı
Gazete haberlerinden anlaşıldığı kadarıyla ünlü golcü 53 yaşında kalp krizinden vefat etti. Arkadaşları, acı sondan sondan saatler önce fenalık hissi ve mide bulantısından şikâyet ettiğini, “hastaneye gidelim” önerisine hem şikâyetleri hafiflediği, hem bir süre önce kontroldan geçtiği ve sağlam bulunduğu için olumsuz yanıt verdiğini anlıyoruz.
Selçuk’un rahatsızlığına karşı takındığı
Moderleşme tüm dünyada motorlu ulaşımı yaygınlaştırdı. İşe gidiş ve gelişlerde özel otomobil kullanımı arttıkça sağlığımız üzerine olan olumsuz etkileri daha da belirgin hale geldi. Birçok bilimsel araştırma, insanların kendi güçlerini kullanarak gerçekleştirdikleri ulaşım azaldıkça sağlıklarının bozulduğunu gösteriyor.
Özel otomobilin neredeyse ekmek, su kadar gerekli olduğunun düşünüldüğü Amerika Birleşik Devletleri’nde bile bu konuda tartışmalar yapılıyor, ulaşım kavramlarının yeniden düşünülmesinden söz ediliyor. Birçok yerel idareci toplu taşımacılığı, bisiklet kullanımını artırmanın çarelerini arıyor. Aktif ulaşım denilen, motorlu araç yerine gidilecek yere bisiklet veya yürüyerek gitmeye olanak sağalayan bir ortam ve davranış değişikliğini teşvik eden bu akımının destek aldığı ciddi bilimsel çalışmalar var.
Ya yürümeli ya da bisiklete binmeli
Bu ay PLoS dergisinde İngiliz ve Hintli bilim insanlarının çok ilginç bir araştırması yayınlandı. Bu çalışmada hızlı ama çarpık kentleşmenin yaşandığı Hindistan’da insanların işe gidip gelirken kullandıkları ulaşım araçlarının sağlıklarını nasıl etkilediği inceledi.
Araştırmacılar yaklaşık 4 bin kişinin ayrıntılı sağlık,
Kavurucu sıcaklardan en çok korunması gerekenler kronik hastalığı olanlar özellikle kalp damar hastalarıdır. Bu konuda yardımı olur düşüncesiyle bugün eski yazılarımdan birini yeniden yayınlamanın yararlı olacağını düşündüm.
Vücudumuz sıcaklığını 36.5 derece civarında tutmak için programlanmıştır. Beynimizin ortasındaki bir merkez, iklim değişikliklerini izleyen bir metoroloji uzmanı gibi, her an sıcaklık düzeyimizi dikkatle takip eder. Bir iki derece bile yükselse, hemen yakındaki sinirler yoluyla tüm vücuda sıcaklığı düşürün diye talimat verir. Bu emirle derideki damarlar genişler, içlerinden daha fazla kan akmaya başlar.
Normal sıcaklıkta kalbin vücuda yolladığı kanın en fazla yüzde onu derimizden geçerken, sıcaklık arttıkça bu oran yüzde 70’e kadar yükselir.
Deriye temas edecek soğuk bir cisim veya serin tatlı bir rüzgar o sırada deri yüzeyine yakın damarlardan geçmekte olan kanı soğutur. Kan da bu serinliği vücudun iç bölgelerine götürür, böylece vücut sıcaklığı düşer.
Bu yolla serinleyebilmemiz için vücudumuzun kendinden daha soğuk bir ortamla temas etmesi gerekir. Örneğin, soğuk suya girersek, ya da serin bir odada oturursak, doğrudan ısı kaybetmeye başlarız.
Yeni tanı ve tedavi yöntemlerinin bulunmasında ve yaygın kabul görmesinde, sonuçları bilimsel bir makaleyle açıklanan araştırmalar olmazsa olmaz öğelerdir.
Bu yayınlara, araştırma sürecini sistemli bir biçimde özetleyen, sonuçları bildiren ve yorumlayan bir haber bülteni denilse yanlış olmaz. Amacı yeni bulguları bilim kamuoyuna duyurmak ve aynı alanlarda araştırma yapan başka uzmanların görüşlerinden ve eleştirilerinden yararlanmakdır. Aynı zamanda sağlık çalışanlarının yeni geliştirilen ürünün yararlarını ve yan etkilerinin neler olduğunu değerlendirmesi ve anlaması için önemlidir.
Bu süreçte iki çok önemli öğe vardır. Birincisi yeni ürünle ilgili yapılan araştırma sırasında elde edilen verilerin tümünün açıklanıp açıklanmadığıdır.
Üstünde çok durulan açık bilim sorunudur. İkincisi ise bilimsel makalelere isteyenin engelsiz biçimde ulaşıp ulaşamayacağı, başka bir deyişle açık erişim sorunudur.
Bilimde gizliliğe yer yok
İşimize gelmeyeni yayınlamayız:Geçen haftaki yazımda ayrıntılarıyla anlattığım gibi bilim insanları yıllardır yapılan araştırmaların, özellikle ilaç ve tıbbi cihaz şirketlerinin desteğiyle gerçekleştirilenlerin, ayrıntılarının her zaman
20’nci yüzyılın ikinci yarısında insan sağlığında daha önce hayal bile edilemeyen iyileşmeler sağlandı. Modern tıbbın ivme kazanmasında, Amerika Birleşik Devletleri hükümetlerinin 2. Dünya Savaşı sonrasında tıbbi araştırmalar için yaptığı büyük yatırımlar çok önemli rol oynadı.
Artan bilgi birikimi
Ulusal Sağlık Enstitüsü’nün kurulması ve büyük miktarda kaynakla donatılması geniş çaplı temel bilim ve klinik araştırmalarının yapılmasına imkân sağladı. 1960’lardaki ve daha sonraki birçok önemli buluşun temelleri bu dönemde atıldı. Hızla artan bilgi birikimi, yeni ve etkin tedavilerin bulunmasına yol açtı.
Akademik merkezlerde, kamu kaynaklarının sağladığı olanaklarla gelişen ve mutlaka pratik yarar sağlamak gibi bir amaç içermeyen bilimsel araştırma ortamı 1970’lerden sonra yavaş yavaş değişime uğradı.
Roller değiştikçe...