70 yıl öncesine kadar hekimlerin elinde organları görüntülemek için bir tek araç vardı: Röntgen filmi.
Önceleri, sadece kemik ve farklı yoğunluktaki yumuşak dokuları grinin tonları olarak gösteren filimlere bakarak tanı koyulurdu. Örneğin, göğüs filmi kaburgalarda kırık, akciğer zarı içinde birikmiş sıvı, kalpte büyüme varsa gösterirdi. Ama, biriken sıvının niteliğini ya da damarların açık olup olmadığını görmek mümkün olmazdı. Bunun için damar içine röntgende görünür madde vererek filim çekmenin geliştirilmesi gerekti. Kısa adı anjiyo olan anjiyografi böyle ortaya çıktı.
Bilgisayarlı tomografi devrimi
Anjiyonun sağladıklarına karşı önemli bir kısıtlılığı vardı. Organları 3 boyutlu değil 2 boyutlu olarak gösteriyordu. Bu da bazı durumlarda tanı konulmasında belirsizlik yaratıyordu. İmdada kısa adı ‘BT’ olan bilgisayarlı tomografi yetişti. Aynı anda birçok açıdan çekilen röntgen resimlerinin güçlü bilgisayarlar yardımıyla 3 boyutlu görüntülere dönüştürülmesi tıpta yeni bir çığır açtı.
Bilgisayarlı tomografi birçok hastalığın daha iyi anlaşılmasına olanak sağlamıştı ama büyük yatırım gerektiren pahalı bir teknolojiydi. Üstelik röntgen ışınları kullanıldığı için radyasyonun olumsuz etkileri doktorları her zaman temkinli olmaya yöneltiyordu. Kalp ve damarları incelerken, serumla röntgende görünen madde vermek gerekiyordu. Bu madde böbrekleri iyi çalışmayanlarda durumu daha da kötüleştirebiliyor, bazı insanlarda alerji nedeniyle ciddi sorunlar doğurabiliyordu.
Kanın akışını görmek mümkün
Bütün bu gelişmelere rağmen ultrasonun eksik olan bir yönü vardı. Kalp ve damarlardaki kan akımı hakkında hiç bir bilgi vermiyordu. Oysa kanın nerede ne hızla aktığı bilinse, dolaşım sisteminin işleyişi ve aksaklıkları hakkında çok önemli bilgiler elde edilebilirdi. Bu eksikliği gidermek için bilim insanları 19. Yüzyılın ilk yarısında yaşamış olan Christian Doppler’in buluşundan yararlandılar.
Güçlü bilgisayarlar
‘Doppler’ yöntemi adı verilen ölçümler kanın ne yöne ve ne hızla aktığını gösterir. Örneğin kalbin pompaladığı kan aort damarına atılmak üzere açılan aort kapağından geçerken hızı bir saniyede 1 metredir. Eğer aort kapağı tam olarak açılmıyorsa, dar aralıktan geçmek zorunda kalan kanın hızı artar. Darlık arttıkça akım daha da hızlanır. Hassasiyetle ölçülen hız diğer bazı ölçümlerle beraber değerlendirildiğinde darlığın derecesi ortaya çıkar. Örneğin, normalde 4-5 santimetrekare olan kapak açıklığının, darlık olduğunda 1 santimetrekare mi, yoksa 0.5 santimetrekare mi olduğu kolayca hesaplanabilir.
Doppler prensibini kullanarak elde ettikleri değerleri güçlü bilgisayarlar aracılığıyla farklı renkler olarak göstermeyi başaran mühendisler, doktorlara kanın akım yönü ve hızı hakkında bir perspektif sundular. ‘Renkli Doppler’ denilen bu yöntem sayesinde her an kalp ve damarları içinde akan kanı izlemek mümkün oldu.
Yakın çekim
Bazen ne kadar gayret edilirse edilsin ultrasonla tanı için yeterli olacak görüntüleme yapma olanağı yoktur. Çok şişman kişilerde, bazı akciğer hastalarında göğüs üstünden kaydedilen yankıların oluşturduğu görüntüler buzlu camdan çekilmiş resimlere benzer, pek bir şey anlaşılmaz. Bazan resimler iyi olsa da tanı koymak için daha fazla ayrıntıya ihtiyaç vardır. Bu zorlukları aşmak için kalbin daha yakınına gidip ultrason incelemesini oradan yapmak gerekir.
Çok net görüntü
Yemek borusu kalbin hemen arkasından geçtiği için hastaya yutturulan bir borunun ucundaki ultrason kaynağından yollanıp yankısı toplanan ses dalgaları çok net görüntü sağlar. Kısa adı ‘TEE’ olan bu yöntemle yapılan 20- 30 dakikalık inceleme kalbin yapısı ve çalışması hakkında ayrıntılı bilgi verir.
Son 10 yılda incecik tellerin ucuna yerleştirilen ultrason cihazlarıyla kalbin hatta incecik damarların içine girip ultrason kayıtları yapmak mümkün oldu. Artık, incelenmek istenilen bölgenin bir kaç santimetre hatta bir kaç milimetre yakınına gidip, müthiş ayrıntılı görüntüler elde edilebiliyor.
Gerektiğinde yapmalı
Bu kadar çok seçeneğin var olmasının yarattığı sorunlar da var. Ultrason testlerinin yerli yersiz kullanılmasının yarattığı kaynak israfı bunların başında geliyor. Sağlık harcamalarındaki artışlara dikkat çeken uzmanların önerdikleri önlemlerden biri, görüntülemenin gerekmedikçe yapılmaması.
Özellikle hafif bir anormalliğin izlenmesi için sık sık yapılan ultrason incelemelerinin bir yarar sağlamadığını belirtiyorlar. Her tıbbi testte olduğu gibi ultrason incelemesi istemeden önce de doktorun hangi soruya cevap aradığını ve aldığı cevabı nasıl kullanacağını bilmesi gerektiğini söylüyorlar.