Ebola virüsünün yaptığı kanamalı humma salgını Batı Afrika’da 700’den fazla ölüme yolaçtı. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre tüm çabalara rağmen salgın hâlâ kontrol altına alınamadı
Gine’nin başkenti Conakry’de dün açıklama yapan Dünya Sağlık Örgütü başkanı Dr. Margeret Chan, bir süredir Batı Afrika’da yüzlerce ölüme yol açan ‘Ebola’ virüsü salgınının hâlâ kontrol altına alınamadığını, eğer kötüye gidiş durdurulamazsa yeni bölgelere yayılıp felaketin büyümesine yol açabileceğini söyledi.
Salgından en çok etkilenen Gine, Sierra Leone ve Liberya’nın liderleriyle bir araya gelen Dr. Chan, ölümlere yol açan virüsünün bugüne kadar karşılaşılan Ebola virüslerinin en azgını olduğunu belirtti.
Kanamalı humma virüsü
1976 yazında Afrika’nın ortasındaki bir köyde hastaneye gelen 44 yaşındaki köy okulunun başöğretmeni Mabalo Lokela, ateş ve halsizlikten şikâyet ediyordu. En sık rastlanan ateşli hastalığın sıtma olduğunu düşünen görevliler gerekli iğneyi yapıp Lokela’yı evine gönderdiler. Tedaviye başlandıktan sonra öğretmenin ateşi düştüyse de bir kaç gün içinde tekrar fenalaştı. Üç gün sonra bağırsaklarından, ağzından ve burnundan gelen kanamayla hayatını kaybetti.
Günümüzden 50 yıl önce Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) uzmanlarının uykularını kaçıran sorun, bulaşıcı hastalıklar ve bebek ölümleriydi. Bu tehlikeler tümüyle bertaraf edilmese de epeyce yol alındı. 90’lı yıllarda ön plandaki küresel sağlık sorunu yeni bir bulaşıcı hastalık olan AIDS salgınıydı. Korunma kampanyaları ve yeni bulunan ilaçların yaygınlaştırılması bu dertle baş edilmesini bir ölçüde de olsa kolaylaştırdı. Son 20 yılın bir numaralı sağlık sorunu ise bulaşıcı olmayan hastalıklar.
Bulaşıcı olmayan hastalıklar
Eskiden insan sağlığının bir numaralı düşmanı olan bulaşıcı hastalıklar, doğum ile ilgili anne ve çocuk sorunları, açlık ve yetersiz beslenme, günümüzde dünyadaki ölümlerin ancak dörtte birini oluştururuyor. 21. yüzyılda zengin ülkelerde de, yoksul ve orta halli ülkelerde de ölümlerin birinci nedeni bulaşıcı olmayan hastalıklardır.
Kısaca BOH diyebileceğimiz bulaşıcı olmayan hastalıkların içine ruh sağlığı bozukluklarından mide kanserine, romatizmal hastalıklarından kalp krizine kadar birçok hastalık giriyor. Dünya Sağlık Örgütü’nün rakamlarına göre, 2008 yılında dünyadaki 57 milyon ölümden 36 milyonu, başka bir deyişle neredeyse üçte ikisi BOH’a bağlı.
Ramazan ayı tüm müslümanlar için kutsal olduğu kadar disiplin ve iradeyle baş edilmesi gereken zorluklar içeren bir aydır. Uzun saatler yemeden içmeden oruç tutarken, açlık ve susuzluk hissedilse de sağlıklı vücut işleyişinde gerekli değişiklikleri yaparak bunlara dayanır. Gün boyu süren açlık ve iftarda bolca tüketilen besinlerin yarattığı dipten tepeye sonra tekrar dibe inmeye benzeyen dalgalanmalarla baş etmek için vücut hazırlıklıdır. Metabolizma denilen enerji, kullanım sistemindeki bir dizi önlemi harekete geçirir.
Kandaki şekerin çoğu da azı da kötü
İftarda bolca yenen karbonhidrat, yağ ve proteinler sindirim sisteminde hummalı bir faaliyet başlatır. Bağırsaklardan emilen şeker, un, nişasta ve diğer karbonhidratlar kanda glikoz denilen şeker miktarını yükseltir. Sağlıklı bir insanda yükselen şekerin kullanılması için bir dizi mekanizma harekete geçer. Eğer bu sistem işlemezse hücreler alışık oldukları yakıttan yoksun kalırlar. Kan şekeri daha da artar, birçok organ zarar görür. Tedavi edilmezse ölüme bile yol açabilir.
Kan şekeri düşerse
Oruç tutan kişinin günün ilerleyen saatlerinde baş etmek zorunda kaldığı sorun iftardan sonraki durumun tam tersidir.
Hayvanların özellikle de köpeklerin, kanserleri teşhis etmede özel bir yetenekleri olduğunu düşündüren bilimsel kanıtlar var. Kanser hücrelerinden çıkan, bizim algılayamadığımız ama köpeklerin tanıdığı kokular yeni teşhis yöntemleri için umut veriyor...
Geçen hafta, yaşadığı bakımevinde ölmek üzere olan yaşlıları hata yapmadan bilen ‘Oscar’ adlı kediden ve sahibinin cilt kanserini teşhis eden köpekten söz etmiştim. Yazımın sonunda, bu ilgi çekici hikâyelere bilimsel bir şüphecilikle yaklaşılması gerektiğini, tek bir vakaya bakarak sonuca ulaşmaya çalışmanın çoğu zaman yanıltıcı olduğunu vurgulamıştım. Bu konuyu biraz inceleyince hayvanların insanlardaki bazı hastalıkları, özellikle de kanseri teşhis etmede özel bir yetenekleri olduğunu düşündüren bilimsel kanıtlar olduğunu gördüm.
Basit teste ihtiyaç var
ABD’deki bilim insanları özel olarak eğittikleri köpeklerin yardımıyla yumurtalık kanserini erken dönemde teşhis edecek bir yöntem geliştiriyor. ‘Elektronik burun’ adlı cihazla, kanserli hücrelerden çıkan kokuları saptayarak hemen tedaviye geçilmek isteniyor. Aynı çaba meme, mesane, kalın bağırsak ve akciğer kanserlerinin teşhisi için de sürdürülüyor. Bu alanda
200 yıldır yayınlanmakta olan dünyanın en saygın ve ciddi bilimsel tıp dergisi New England Journal of Medicine’de 2007 yılında ‘Oscar’ adlı bir kediyle ilgili bir yazı yayımlandı. Derginin her sayısında yer alan yeni bilimsel buluşların, ilk defa öne sürülen hipotezlerin, karmaşık istatistikler içeren makalelerin aksine bu kısa yazıda, bir bakım evinde yaşamakta olan iki yaşındaki bir kedinin ilginç bir özelliğinden söz ediliyordu. Amerika Birleşik Devletleri’nin kuzey doğusundaki Providence şehrinde, ileri düzeyde alzheimer hastası olan yaşlıların kaldığı bir bakım evindeki hemşirelerce bir kaç günlükken bulunup büyütülen Oscar için yazılanlar kısaca şöyle:
Oscar adlı kedi mekân edindiği bakım evinin üçüncü katının koridorlarında her gün gezip, doktor ve hemşireler gibi hasta odalarında vizite yaparmış. Bakım evinde çalışanlar, Oscar’ın bir hastanın yaklaşan ölümünü sezdiğini ve son nefesini vermeden birkaç saat önce yanına gelip yattığını söylüyor.
Hasta vizitesine çıkıyor
“Oscar her sabah olduğu gibi uyandığında hiç acele etmeden gerindi, biraz suyundan içti ve birkaç lokma kedi maması yedi. Kendinden emin bir halde etrafına bakınıp buralar benden sorulur edasıyla
Stresin kalp hastalıklarına, inmeye ve kansere yol açabildiği düşünülüyor. Stresin bu tahribatı nasıl yaptığını tam olarak bilmiyoruz. Ancak, yeni araştırmalar bu yolda bağışıklık sisteminin önemli rolü olduğunu gösteriyor
GGeçen hafta dünya kupası heyecanının ve stresinin kalp krizi riskini artırabileceğinden söz etmiştim. Okurlardan birçok soru geldi. Stres nasıl etki yapıyor? En çok nereyi etkiliyor? İyi gelen ilaç yok mu?
Stressiz bir hayat mümkün değil. Amaç kaçınamadığımız streslerle baş edebilmek, olumsuz etkisini en aza indirmek. Her gün, baş edebilceğimiz birçok stresle boğuşuyor olmamız da ayrı bir sorun.
Ya savaş, ya kaç!
Vücudumuzun stresle mücadele edebilmesi çok önemlidir. Yoksa türümüzün sonu çoktan gelirdi. Strese karşı “Ya savaş, ya kaç” denilen tepki, vücudumuzu tehlikelerle baş etmek için hazırlar. Stresi algılayan beyin, özel sinirler yoluyla kalbe ve damarlara emirler yollar. Aynı zamanda böbrek üstü bezine yolladığı talimatlarla kortizon ve adrenalin gibi güçlü hormonların salınmasını sağlar. Tüm yapılanlar vücudun savaşarak veya kaçarak korunması içindir.
Bugün kötü bildiğimiz stres olmasa insanoğlunun soyu çoktan tükenmiş olurdu. Onbinlerce yıl
Dünya Kupası maçlarını seyreden taraftarlar bazen sevinç ve coşku, bazen düş kırıklığı ve hüsran duyguları içinde heyecanlı günler geçiriyor. Ancak, yaşanan duygu fırtınaları bazı taraftarların kalbini yorbiliyor.
Geçen hafta televizyon haberlerini izlerken dünya kupasında İsviçre’nin forveti Seferoviç’in 93’üncü dakikada gol attığını ve yenilen Ekvador taraftarlarından birinin kalp krizi şüphesiyle hastaneye kaldırıldığını duydum. Yoğun duyguların özellikle üzüntünün yarattığı stresin kalp sorunlarına yol açtığı biliniyor. Futbol maçlarında taraftarların yaşadığı yoğun duygu fırtınasının kalbi yorduğunu gösteren ciddi bilimsel araştırmalar var. 1996 Avrupa Şampiyonası, 1998 ve 2006 dünya kupaları sırasında yapılmış araştırmalara bu konuya ışık tutuyor.
Ölümlerde yüzde 50 artış
1996 yılında İngiltere’de oynanan Avrupa Futbol Şampiyonası’nda Hollanda çeyrek finalde Fransa ile karşılaştı. Liverpool’da oynanan maçta 90 dakika ve 30 dakikalık ek süre golsüz bitti. Hangi takımın yarı finale çıkacağı penaltı atışlarına kaldı. Fransız futbolcular beş penaltı atışını da gole çevirdi. Hollandalılar ise dördünü.
41 kişi kalp krizi geçirdi
Maçı Hollanda’da nüfusun yüzde 60’ı
Bir insanın spor yaparken ölmesinin birçok nedeni olabilir. Çoğunlukla, neden daha önceden bilinmeyen bir kalp hastalığıdır
Ender de olsa sağlam bir sporcunun göğsüne hızla çarpan topun yarattığı darbe kalpte tehlikeli bir elektrik fırtınasına yol açabilir
Geçen hafta bir gazetede spor yaparken hayatını kaybeden genç bir adamın haberi vardı. “Bursa’da, halı sahada arkadaşlarıyla futbol oynarken rakip oyuncunun hızla vurduğu topun göğsüne isabet etmesi sonucu bir anda yere yığılan 27 yaşındaki Erhan Yüksel’in kalbi durdu. Gelen sağlık ekibi tarafından hayata döndürülüp ambulansla hastaneye götürülmek istenen Yüksel’in yine duran kalbi, bir daha çalıştırılamadı.”
Genç bir insanın spor yaparken ölmesinin birçok nedeni olabilir. Ölenlerin büyük bölümünde, daha önceden bilinmese de, altta yatan bir kalp hastalığı vardır.
Sebep kalp değil, darbe
Ama, Bursa’da halı sahada futbol oynarken hayatını kaybeden genç adamın başına gelen altta yatan sinsi bir kalp probleminin yarattığı bir sorun değil. Neden, hızla göğsüne çarpan topun yarattığı darbe. Tıbbi adı, latinceden kabaca kalpte karışıklık veya sarsıntı olarak tercüme edilebilecek, “commotio cordis” olan bu ender ama