Dünya gözü Yasemin Çongar'ın Salman Rushdie ile yaptığı söyleşi, bizim gazeteleri okumaya değer bulmayanların bir bölümünün hâlâ okumaya değer bulduğu Batı gazetelerinde kolaylıkla yer alabilecek nitelikteydi.Konda'nın Milliyet için gerçekleştirdiği "Biz kimiz?" araştırmasının şu noktada yayımlanması son derecede önemli. Siyasette konumlanma arayışlarının sürdüğü ve toplumumuzla ilgili veriye dayanmayan, spekülatif değerlendirmelerin kolaylıkla yapılabildiği bir ortamda, 48 bin denekle yüz yüze konuşularak gerçekleştirilen bu araştırmanın bulguları ufuk açıcı nitelikte.ABD'nin Irak fiyaskosunun dördüncü yılında ortaya çıkan korkunç tablo, bu insanlık dramına gözünü yummayan önemli Batı gazeteleri gibi, dünkü Milliyet'in de manşetindeydi. Benim çevremde bile, Türkiye'deki hiçbir gazeteyi okumaya değer bulmadığını rahatlıkla söyleyenler var. Gazete okumadıklarına göre bu mesajın onlara erişmesi olanaksız herhalde ama son günlerde Milliyet'i okumamakla çok şey kaybettiklerini söyleyebilirim. Tarhan Erdem'in yönetiminde gerçekleştirilen "Biz kimiz?" araştırmasının bütün sonuçlarını henüz görmüş değilim ama ilk iki günde yayımlanan verilerde hemen dikkatimi çeken birkaç nokta var:
Günümüzün dünyasında piyasaların, özellikle de küresel finans piyasalarının oynadığı rol ve kazandığı önem ortada. Bu durumun yararları ve zararları tartışılabilir ama aklı başında bir kimsenin kolay reddedemeyeceği bir gerçek bu. Türkiye gibi ekonomisi dış kaynak girişine bağımlı hale gelmiş ülkelerde durum daha da net. Muhalefetteyken "tam bağımsızlık" sloganlarıyla yeri - göğü inletenler bile iktidara gelince bu gerçekle karşılaşıyor ve söylemini değiştirmek zorunda kalıyor. Küresel piyasalarda ciddi bir çalkantı yaşanması olasılığının arttığı dönemde Türkiye'nin önce cumhurbaşkanlığı ve ardından genel seçim yaşayacak olması tehlikeli gelişmelere yol açabilir mi? Bu süreçte beklenmedik şeyler olabilir mi? Piyasalardaki 'Türkiye algılaması' bir anda değişebilir mi? Değişirse bunun sonuçları ne olur? İçeride ve dışarıda cevabı merak edilen sorular bunlar. Bunun bir istisnası var: Petrole ya da kıymete binen diğer doğal kaynaklara sahip olan ülkelerdeki siyasetçiler, finans piyasalarındaki tepkileri göze alıp, "bağımsızlık" söylemini sürdürme lüksüne sahip olabiliyor. Petrolün yoksa ve ekonomin dış kaynakla büyüyorsan böyle bir lüksün yok. Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP), 2002
Onun da anlattığı gibi, paranın, kredinin bol olduğu ve faizlerin düşük seyrettiği dönemde, 'Mary Teyze' gibi normal koşullarda kredi verilmemesi gereken milyonlarca Amerikalıya, ilk bakışta cazip görünen tekliflerle kredi açılmış. Birçok kimse de bu furyada krediyle yeni ev almış ya da mevcut "mortgage" kontratlarının şartlarını iyileştirme olanağını bulmuş. Yalnızca 2006 yılında, 600 milyar dolarlık bu tür riski yüksek "mortgage" kredisi açılmış ABD'de. Güngör Uras ağabeyimiz önemli bir iş yapıyor; ekonomiyle ilgili konuları 'Ayşe Teyze'nin de anlayacağı bir dille anlatarak daha geniş bir okur kitlesinin ilgisini bu konulara çekebiliyor. Dünkü yazısında da Amerika'da baş gösteren ve öncelikle 'Mary Teyze' gibi dar gelirli Amerikalıları ilgilendiren "mortgage krizi"ni anlatmıştı. Ekonomideki şartlar değişip faizler yükselince, çoğu değişken faizli olan bu kredilerin taksitlerini ödeyemeyen dar gelirli Amerikalılar, "mortgage" sektörünün "subprime" denen en riskli bölümünü ciddi sıkıntıya sokmuş durumda. Bu tür kredilerin toplam büyüklüğünün 1.3 trilyon doları bulduğu tahmin ediliyor. Bu kredileri açan finans kuruluşları arasında batma noktasına gelenler var. HSBC gibi bazı
Öte yandan buzda dansa yeni başlayan birinin kasları da bu yeni duruma tepki göstererek o kişiye sorun yaşatabilir. Siyasi yaşamında geldiği noktada bir anlamda buzda dans yapmaya zorlanan Erdoğan'ın bu nedenle de sıkıntıya girdiği düşünülebilir. İkili seçimin yaşanacağı bir yılda iç ve dış gezilere katılmak, toplumun farklı kesimlerinin nabzını tutmak ve taleplerine karşı duyarlılık göstermek, muhalefetin saldırılarına cevap yetiştirmek ve kendi partisinin içindeki dengeleri korumak da kolay bir iş değil herhalde. Yakın çevremde yaşanmış örneklerden edindiğim izlenim şu: Bel fıtığı belirtilerinin ortaya çıkmasıyla bu belirtileri hisseden kişinin yaşamakta olduğu stresler arasında yakın bir ilişki oluyor çoğu kez. Bel fıtığını hazırlayan nedenleri yalnızca strese bağlamak mümkün değil ama yoğun stres, bel fıtığı belirtilerinin ortaya çıkmasını tetikleyebiliyor. Tam bu noktada, buzda dans yarışmasının finalinde yaşananlar da Başbakan Erdoğan'ı sarsmış olabilir mi acaba? Buzda dansın finalinde yaşanan olay gerçekten ilginç. O ana kadar yapılan oylamada rakibiyle başa baş giden çiftlerden biri, oy verenleri etkilemek için din motifini kullanmaya kalkışınca bu girişim ters tepiyor ve
Bu bağlantılar ilk kez 2003'te Irak savaşının çıkmaza girdiği dönemde, Google'da 'bombalama' denen yöntemle oluşturulmuş. O günden bu yana sefil başarısızlığın ne olduğunu merak eden herkesin karşısına ABD Başkanı'nın komik fotoğrafı ve biyografisi çıkıyor. Bildiğim kadarıyla bunu yasaklamaya kalkışan da olmamış.Türkiye'de ise, Atatürk'e hakaret içeren kliplere yer verdiği için, YouTube adlı çok popüler video sitesine erişim mahkeme kararıyla yasaklandı. Dünyanın önde gelen gazeteleri üç gündür bu olaydan söz ediyor ve Avrupa Birliği'ne girme hevesindeki Türkiye'nin uyguladığı bu komik yasakla dalga geçiyor. İnternette Google arama motoruna girip "sefil başarısızlık" anlamına gelen "miserable failure" sözcüklerini yazdığınızda karşınıza Başkan Bush'la ilgili bağlantılar çıkıyor. Bunların ikincisine girdiğinizde Başkan Bush'un aşağıda görülen komik fotoğrafıyla karşılaşıyorsunuz. Çarpılmış şapkasıyla mikrofon önünde görüntülenen Bush'un arkasındaki binanın üzerinde büyük harflerle MISERABLE FAILURE yazıyor. Bizim kültürümüzde yasaklamanın çok önemli bir yeri var. Çoğu kimse, kendi beğenmediği şeylerin yasaklanmasını, uygun görülmeyen davranışları yapanların en ağır şekilde
Geçen yıl TC Merkez Bankası Başkanlığı atamasında yaşanan süreç, Türkiye'ye dış dünyada puan kaybettiren bir komediye dönüştürülmeseydi, mayıs ve haziran aylarında yaşanan dalganın bize maliyeti daha düşük olabilirdi. Belki de dünyanın en yüksek faizini veren ülke konumuna düşmezdik.Şimdi gene buna benzer bir süreci yaşıyoruz galiba. Küresel piyasalarda beş yıldır bozulmayan büyü bozuldu ve risklerin yeniden değerlendirileceği, fırtınalı bir döneme girildi. Türkiye'de ise Başbakan Erdoğan'ın cumhurbaşkanlığı konusunda toto oynanıyor. Türkiye yakın tarihinin en derin ekonomik krizine, 19 şubat 2001 günü devletin tepesinde yaşanan bir kavga sonucunda sürüklendi. Krizi hazırlayan koşullar o gün oluşmadı kuşkusuz, ama devletin borcunu nasıl çevireceğinin sorgulandığı bir günde, Cumhurbaşkanı Sezer ile Başbakan Ecevit arasında yaşanan kavganın açığa çıkması krizi tetiklemeye yetti. Bu köşenin sürekli okurları, finansal piyasalarda bir fırtınanın yaklaşmakta olduğunu vurgulayan yazılardan belki bıkmış olabilirler ama bunda benim bir suçum yok. Dünyada yapılan kayda değer yorumları, değerlendirmeleri izlemeye ve kendi süzgecimden geçirerek aktarmaya çalışıyorum. Bundan böyle de ilk
Yaşanan sarsıntının nedenleri konusunda çok şey söylendi. Çin borsasında yaşanan hızlı düşüşün diğer borsalardaki düşüşü tetiklemesi ve Federal Rezerv Bankası'nın eski başkanı Alan Greenspan'in ABD'nin resesyona girme olasılığını gündeme getiren sözleri en fazla tekrarlanan nedenler arasındaydı.Son aşamada bu sarsıntıyı tetikleyen neden bunlardan her hangi biri olmuş olabilir ama sarsıntının bu kadar kısa sürede, bu kadar yaygın bir alanda, bu kadar büyük zarara yol açabilmesi, asıl nedeni küresel finans sisteminin yeni yapısında aramak gerektiğini düşündürüyor. Dünya borsalarını ve genel olarak küresel finans piyasalarını ciddi biçimde sarsan geçen haftaki sarsıntının maliyeti çok ağır oldu. Önceki günkü Financial Times'da yer alan bir değerlendirmeye göre, yalnızca hisse senedi borsalarındaki değer kaybı 1.5 trilyon doları buldu. Türkiye'nin toplam milli hasılasının neredeyse dört katı büyüklüğünde bir değer kaybı yaşandı. Piyasalarda geçen hafta yaşanan sarsıntının, daha kapsamlı bir düzeltmenin ya da finansal depremin habercisi olup olmadığı sorusunu tartışırken de öncelikle küresel finans sisteminin yeni yapısı üzerinde durmak gerekiyor. İp üstünde yürümeye çalışan birinin
Dünyada son 25-30 yılda yaşanan gelişmelere baktığımızda şunu görüyoruz: Küresel ekonomiyle bütünleşme yolunda cesur adımlar atan ülkelerin ve bölgelerin ekonomideki performansı, dışa açılmaya kuşkuyla bakan ve içine kapanan ülkelere göre çok daha başarılı.Küreselleşmenin risklerin yanı sıra büyük fırsatlar da yarattığını görebilen ve bu fırsatlardan yararlanabilen ülkeler bundan kârlı çıkmış. Çin ve Asya'nın sıçraması, Latin Amerika'nın tökezlemesi de bunu gösteriyor. Başbakan Erdoğan'ın "Fırsatlar Ülkesi Türkiye" konferansında yaptığı konuşmayı dinlerken ister istemez Turgut Özal'ı ve Türkiye ekonomisinin 1980'den sonraki serüvenini hatırladım. Bu serüveni, küresel ekonomide ve küresel düzende yaşanmakta olan baş döndürücü dönüşümü dikkate alarak değerlendirmek gerekiyor. Turgut Özal 1980'lerin başında kendisiyle yaptığım bir söyleşide, sosyalist komuta ekonomilerinin tarihe karışacağını ve piyasa sisteminin küresel bir sistem haline geleceğini söylediğinde, bunun ne kadar önemli bir saptama olduğunu pek kavrayamamıştım. Özal'ın Türkiye ekonomisini küresel rekabete açma çabalarının önemini de zaman içinde kavrayabildim.Özal döneminde ve sonrasında Türkiye'nin gelişmesi için