Konferansın ikinci gününde iki kez kürsüye gelen Erdoğan'ı dinleyenler arasında onun Başbakan olarak ortaya koyduğu performansı başarılı bulanlar çoğunluktaydı ama asıl merak edilen konu bundan sonra ne yapacağı idi. Cumhurbaşkanı olacak mıydı Erdoğan? Yoksa partisinin başında kalıp, Türkiye'yi beş yıl daha yönetmek için seçmenden yetki mi isteyecekti?Başbakan'ın kendisi dahil, bu soruların kesin cevabını bilen var mı, bilmiyorum. Ancak bana öyle geliyor ki piyasalarda oluşmuş bir kanaat var. Piyasaların baz senaryosuna, yani gerçekleşme olasılığı en yüksek görülen senaryosuna göre, Başbakan Erdoğan Çankaya'ya çıkmayacak, partisinin başında bir seçim zaferi daha kazanıp Başbakan olarak Türkiye'yi beş yıl daha yönetecek. Yabancı Sermaye Derneği (YASED)'nin Finans Dünyası dergisi ile birlikte düzenlediği "Fırsatlar Ülkesi Türkiye" başlıklı konferansta ilgi odağı Başbakan Erdoğan'dı kuşkusuz. Konferans sırasında, Başbakan'ın niyeti konusunda fikir sahibi olabilecek konumdaki bazı iş adamlarıyla ve Özal'ın ekibinden eski bir bürokratla da konuştum bu konuyu. Piyasaların gerçekleşeceğine inanmak istediği senaryoyu onlar da
The Independent gazetesinin deneyimli ekonomi yorumcusu Hamish Mc Rae de 18 Şubat tarihli yazısında "Finans piyasalarında tuhaf bir sessizlik" yaşandığını belirterek bunu yaklaşan bir felaketin sinyali olarak algılamanın doğru olup olmadığını tartışıyor. The Times'ta yazan Gary Duncan ise 19 Şubat tarihli yazısında, merkez bankalarının küresel likiditeyi daraltmaya devam etmesi halinde finans piyasalarındaki şenliğin sona erebileceğini ileri sürüyor. The Economist dergisinin son sayısında yer alan "Düşüşten önce" başlıklı ilginç yazı "Western" türü filmleri sevenlerin aşina olduğu bir sahneyi hatırlatarak başlıyor: "Süvari birliği dağlar arasında bir vadiye girdiğinde öndeki subaylardan biri arkadaşına döner ve biraz sinirli bir halde, 'Etraf çok sessiz, huylanıyorum' der. Tam o sırada nereden geldiği belli olmayan bir ok subayın göğsüne saplanır. Finansal piyasalarda buna benzeyen sinirli bir bekleyiş var şimdi." Finans piyasalarında işlerin yolunda gittiği, volatilitenin (oynaklığın) azaldığı, paranın ortalığa saçıldığı, başta hisse senetleri olmak üzere yatırım araçlarının iyi prim yaptığı dönemlerde bu tür bir tedirginlik de başlar. Yıllardan beri pek çok "Western" filmi
BVA Opinion adlı kuruluşun araştırması ise sola sempati duyan seçmenlerin yüzde 67'sinin Royal'in programını inandırıcı bulduğunu, bu oranın tüm seçmenler içinde yüzde 43'de, sağ eğilimli seçmenler içinde ise yüzde 25'de kaldığını gösterdi.Partisini destekleyen 10 bin dolayında kişinin katıldığı toplantıda programını açıklarken kırmızı bir tayyör giydiği için sermayeye yakın çevrelerde hemen "kızıl leydi" diye anılmaya başlanan Segolene Royal'in açıkladığı programın en büyük özelliği, seçmen tabanının taleplerini yansıtan bir belge olmasıydı. Bu amaçla Fransa'nın değişik yörelerinde 6 bin toplantı düzenlenmiş, Royal'in çok önem verdiği internet sitesine gelen talep ve öneri sayısı ise 135 bini geçmişti. Fransa'da Sosyalist Parti'nin başkan adayı Segolene Royal 100 maddelik programını geçen pazar açıkladı. Ipsos adlı araştırma kuruluşunun bu açıklamanın hemen ardından yaptığı kamuoyu yoklaması Royal'a verilen desteğin yalnızca 1 puan artarak yüzde 47'ye çıktığını ve merkez sağın adayı Nicholas Sarkozy ile arasındaki farkın 6 puana indiğini ortaya koydu. Fransa'da tabandaki seçmenle siyasetçi arasındaki bağları yeniden güçlendirmeye büyük önem veren Segolene Royal'in açıkladığı
Kesin rakamı ancak yarın öğrenebileceğiz ama bana öyle geliyor ki TAV hisselerine gelen toplam talebin miktarını duyduğunuz zaman şaşıracaksınız. Küresel tabloya bakan yatırımcının TAV hisselerine ilgi göstermesi aslında çok şaşırtıcı değil. Bugün dünyada 2000 dolayında havaalanı var ve bunlardan yalnızca 40 tanesi özel şirketlerce yönetiliyor. Bu 40 havaalanından üçünün işletmecisi olarak dikkati çeken TAV'ın hisselerinin ilgi görmesi doğal. İstanbul, Ankara ve İzmir havaalanlarının işletmecisi olan TAV Havaalanları Holding'in halka açılması öncesinde yapılan tanıtım çalışmaları çerçevesinde 40 dolayında uluslararası kurumsal yatırımcıyla temas kurulmuş. Bunların hemen hepsi ilgilenmiş TAV hisseleriyle ve içlerinden hiçbiri, "Türkiye'de Cumhurbaşkanlığı seçimi var, bu olay TAV hisselerinin geleceğini etkiler mi?" sorusunu sormamış. Türkiye'de finans piyasalarını ciddi biçimde sarsan mayıs haziran dalgalanması sonrasında hem şirketler kesiminde hem de bireysel yatırımcıda, dövize ilginin yeniden arttığını gösteriyor rakamlar. TC Merkez Bankası'nın faiz silahını cesurca kullanması da bunu önleyemedi ama yabancı ya da dış kaynaklı yatırımcının davranışını etkiledi; Türkiye'ye
Ya "Ekonomide her şey yolunda, küresel riskleri ve içerideki siyasi riskleri öne çıkartanlara aldırmayın, 2007 de iyi bir yıl olacak" şeklinde özetlenebilecek olan hükümet söylemini benimseyecek, bu işten iyi para kazanan finans piyasalarının ağzıyla konuşacak ve yazacaksınız. Yazınızı okuyanlar aldatıcı da olsa bir rahatlama hissine kapılıp riskleri değil, fırsatları düşünecek. Ya da "Rakamlarla göz boyayarak ekonomide her şeyin iyi gittiğini söyleyenlere inanmayın, ekonomide bir miktar büyüme olsa da halkımızın çoğunluğu pay alamıyor bundan, çiftçi perişan, işçi işsiz, memur yerlerde, esnaf - tüccar borca battı, cari açık tırmanıyor, bu işin sonu kötü" diyerek, halinden memnun olmayan genişçe kesimin hislerine tercüman olacaksınız. Bu iki türe de girmeyen yazılar yazmaya, dış ve iç riskleri analiz ederek dengeli bir değerlendirme yapmaya kalkışırsanız fazla ilgi çekemezsiniz. Olsa olsa karşı görüşü savunanların tepkisiyle karşılaşırsınız. Türkiye'de ekonomiyle ilgili olarak yazı yazacaksanız şu iki seçenekten birini seçeceksiniz şu dönemde: Sevgililer Günü'nde "sevgisizlik" üzerine bir yazı yazmak için böyle bir girizgâha ille de gerek var mıydı bilmiyorum ama ekonomi
Finansal pazarlarda ünlenmeyle krizler arasında yakın bir ilişki var. Olası krizleri önceden sezip çok geç olmadan müşterilerini uyaran ve gerekli önlemleri almalarını sağlayan uzmanlar ya da kuruluşlar bu sayede üne kavuşabiliyor. Tabii bunun tersi de geçerli: Büyük alım fırsatlarını zamanında duyurup müşterilerinin bundan yararlanmasını sağlayanlar da üne kavuşabiliyor. Halen 1.6 trilyon dolarlık müşteri portföyünü yöneten Merrill Lynch'in Türkiye'de yatırım bankası olarak faaliyete geçmesi nedeniyle düzenlenen resepsiyonda, şirketin geçmişini özetleyen sunumu izlerken bir nokta dikkatimi çekti. Merrill Lynch'in iki kurucusundan biri olan Robert Merrill, 1929 krizinin yaklaşmakta olduğunu sezerek müşterilerini uyarmış, "Kriz geliyor, kendinizi güvenceye alın" demiş. Bu uyarı sayesinde şirketin birçok müşterisi krizi ucuz atlatmış ve Merrill Lynch de büyük itibar kazanmış. Merrill Lynch'in resepsiyonuna katılmak üzere Türkiye'ye gelen şirketin Başkan Yardımcısı Richard McCormack'ın resepsiyonda yaptığı konuşma, Robert Merrill'in başlattığı geleneğe uygundu. Cumhuriyetçi başkanların görevde olduğu dönemlerde müsteşarlık dahil çeşitli kamu görevleri üstlenmiş olan
Kimi yorumcuların yeni bir soğuk savaş olasılığından söz etmeye başladıkları ortamda bu çıkışı yapan Putin'in bu konuşmasından üç gün önce Rusya, toplam 189 milyar dolarlık "askeri altyapıyı geliştirme" projesini açıklamış ve ABD'nin başlattığı silahlanma yarışında kendisinin de var olduğunu hatırlatmıştı. Petrol geliri sayesinde 300 milyar dolara yaklaşan bir döviz rezervi biriktiren Rusya'nın silahlanmaya daha fazla kaynak ayırmaya başlaması hiç de şaşırtıcı değil. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, dün Münih'teki güvenlik zirvesinde yaptığı konuşmada ABD'yi "tehlikeli bir silahlanma yarışını körüklemekle" suçladı ve "Bu çok tehlikeli, çünkü ABD'nin uluslararası hukuku hiçe saydığı bir dünyada artık hiç kimse kendisini güvencede hissetmiyor", dedi. ABD yönetiminin geçen hafta içinde Kongre'ye sunduğu 2008 yılı bütçe tasarısı Rus liderin pek de haksız olmadığını düşündürüyor. ABD'yi yeniden savaşa odaklanmış ülke haline getiren Başkan George W. Bush, bu yılın eylül ayından itibaren uygulanacak 2008 bütçesinde askeri harcamalara toplam olarak 716.5 milyar dolar ayrılmasını talep etti. Bu rakamın 481.4 milyar doları genel savunma bütçesi için, 235.1 milyar doları da Irak ve
Sayın Babacan'ın yabancı yatırımlara karşı çıkanlarla ilgili olarak "paranoya"dan söz etmesi ister istemez Dünya Ekonomik Forumu Başkanı Klaus Schwab'ın "şizofrenik dünya" sözünü hatırlattı bana. Anlaşılan, dünyanın dört bir yanında, insanların psikolojisini derinden etkileyen küreselleşme sürecinde ortaya konan tepkiler, bu tür deyimlerin daha sık kullanılmasına yol açacak önümüzdeki dönemde.Dış kaynak ve yabancı yatırım sermayesi girişi sayesinde büyümesini sürdüren bir ekonomiyi yönetmekte olan Sayın Babacan'ın bu konuda neden bu kadar duyarlı olduğunu anlamak çok zor değil. Ancak dünyada yükselişte olan ekonomik milliyetçiliği hafife almak da pek doğru değil. Devlet Bakanı Ali Babacan, önceki gün düzenlediği basın toplantısında yabancı sermaye yatırımlarına kuşkuyla bakanları eleştirerek şöyle konuşmuş: "Uluslararası doğrudan yatırımlara 'ülkemiz elden gidiyor' mantığıyla yaklaşmak ülkeyi geçmişte olduğu gibi karanlığa sevk etme çabalarının somut bir tezahürüdür. Eğer bu yaklaşımda bir art niyet yoksa açıkça bir paranoya söz konusudur." İngiliz sanayinin simgelerinden British Steel'in mirasçısı olan Corus Grubu'nun Hindistan'ın Tata Grubu tarafından satın alınması üzerine