İstanbul’un hali vakti yerinde sayılabilecek bir ailesinin büyüğü olan babaannem, Şeker ve Kurban bayramlarının geleneklere uygun biçimde kutlanmasına büyük önem verir, bayramın ilk günü bütün aileyi evinde toplardı.
Ailenin yanı sıra, müteveffa eşinin kurmuş olduğu aile şirketinin bazı kıdemli elemanları da “büyükhanım”ın elini öpmek için onu ziyarete gelir, bayramını kutlardı. Evde özenle hazırlanmış tatlılar ve Şeker Bayramı’nın kendine özgü şekerleri sunulurdu gelenlere.
Babaannem orucunu tutar, namazını kılardı ancak aynı zamanda ilk şapka giyen kadınlarımızdan biriydi. Babam oruç tutmaz ama bayram sabahları beni de yanına alarak aile büyüklerinin yattığı kabristanı ziyaret ederdi. Bütün bunlar yarım yüzyıl öncesinin İstanbul’unda yaşayan ve kökleri olan bir kültürün, bir hayat tarzının unsurlarıydı.
Başbakan Erdoğan’a göre Ramazan ayının bitiminde kutlanan dini bayrama “Ramazan Bayramı” denmesi gerekiyormuş, “Şeker Bayramı” denmesi ise
Küresel finans sistemini temelinden sarsan çöküşü değerlendirirken ‘Neo-liberalizmin Çernobil’i’ yakıştırmasını yapan kişi 1968 kuşağının ünlü isimlerinden Daniel Cohn-Bendit. Halen Avrupa Parlamentosu üyesi olan Cohn-Bendit, finans piyasalarında yaşanmakta olan büyük çöküşle ‘piyasa’nın tanrılaştırıldığı dönemin sonuna gelindiğini vurguluyor. Ona göre şimdi yaşanan şok, neo-liberalizmin çıkmazını gözler önüne serecek ve çevre - toplum - ekonomi üçgeninde yeni bir denge arayışına yol açacak. (The Guardian,17.09.08)
Cohn-Bendit’nin beklentisi bana göre fazlaca iyimser ama gelinen noktayla ilgili saptaması önemli. Piyasalardaki günlük iniş-çıkışlara odaklanmayı bırakıp “büyük resme” bakabilirsek, son 25-30 yıla damgasını vuran finansal kapitalizmin neden çöküşün eşiğine geldiğini daha iyi görebiliriz. ABD’den dünyaya yayılan neo-liberal ideoloji ve onun ürünü olan finansal kapitalizm çıkmaza
Başbakan Erdoğan’ın geçen hafta gazetemizin sahibi Aydın Doğan’a ve onun yayın organlarında çalışanlara karşı başlattığı düzeysiz saldırı, Türkiye’deki siyasi manzaraya dürbünün tersiyle bakanlar için ne ölçüde ayıltıcı oldu, doğrusu bilemiyorum. Türkiye’deki iktidar oyununda gelinen noktayı doğru okuyamadıkları için, Avrupa normlarındaki bir demokrasiye giden yolda tek tehdidin askerden (ve askere umut bağlayanlardan) geldiğini düşünenleri yeniden düşünmeye sevk edebilecek bir hamle yaptı Sayın Başbakan.
Anayasa Mahkemesi’nin Adalet ve Kalkınma Partisi(AKP) ile ilgili kararı sonrasında yeni bir aşamaya gelen iktidar oyununda kesin galibiyete yaklaştığını hisseden Sayın Erdoğan’ın bundan sonraki hedefi, her alanda ülkenin tek hakimi haline gelmek.
Bunun için yolunda duran bütün engelleri temizlemek, keyfi yönetimini sorgulayabilecek kişi ve kurumları etkisiz hale getirmek istiyor. Büyük hedefine varmak için de her türlü yöntemi kullanmaya niyetli görünüyor.
Hedef
Geçen yıl Cumhurbaşkanlığı seçimiyle başlayan ve “kapatma davası” ile yeni bir aşaması yaşanan süreç davanın sonuçlanışıyla birlikte sona erdi mi? Türkiye artık önünü görecek ve geleceği düşünecek noktaya geldi mi?
Geçen akşam ekonomi basınıyla bir sohbet toplantısı düzenleyen TÜSİAD Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ’ı dinlerken bu soru bir kez daha düğümlendi kafamda. Yarın Avrupa Birliği (AB) Komisyonu’nun genişlemeden sorumlu yetkilisi Olli Rehn ile buluşacak olan TÜSİAD Başkanı’nın kafasındaki gündemle Türkiye’nin gerçek gündemi ne kadar örtüşüyor diye düşündüm ister istemez. AB ile bütünleşme yolunda ilerlemenin önemini vurguladı Yalçındağ, ekonomideki sorunların hafife alınmamasını ve risklerin göz ardı edilmemesini istedi, yeni bir sanayi stratejisinin neden gerekli olduğunu anlattı.
AKP’nin önceliği
Son günlerde iktidara, yani Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) yönetimine akıl vermeye çalışanlar arasında da AB ipine sarılmanın ve
Başlıktaki “muamma” sözcüğünü yadırgayanlar olduysa Arapça kökenli olan bu sözcüğün “bilmece” anlamına geldiğini belirteyim. Bilmece yerine muamma sözcüğünü kullanmamın nedeni ise, sözünü ettiğim bilmecenin öyle sıradan bir bilmece olmadığını vurgulamak istemem.
Erdal Sağlam’ın dünkü Hürriyet’te yer alan yazısının başlığı şöyleydi: “Sanayicinin kur isyanı büyüyor.” Sağlam, “Önemli olan paranın değerini korumak” diye yazdığı için kendisine bir e-mail mesajı gönderen Petkim Genel Müdürü Kenan Yavuz’un tepkisini dile getirmiş. Sayın Yavuz’un da pek çok sanayici ve ihracatçı gibi, “yüksek faiz - sıcak para girişi - değerli TL” politikasının sanayimizi nasıl çökerttiğini vurguladığı anlaşılıyor. Bu düşünceyi paylaşan ve cari açıktan kurtulmanın tek yolunun faizleri düşürerek kuru yükseltmek olduğunu savunan önemli köşe yazarları da var ülkemizde.
120 milyar dolarlık risk
28
Aşağıdaki grafik The Economist dergisinin 21 Ağustos tarihli son sayısında yer aldı. Çeşitli ülkelerde merkez bankalarının gösterge faizinde son 12 ayda meydana gelen değişmelerini gösteren bu grafiğe göre birçok ülkede merkez bankaları, son 12 ay içinde enflasyonist baskıların arttığını düşünerek gösterge faizini yükseltmiş. Japonya faizi sabit tutmuş, yalnızca dört ülkede faizler düşürülmüş. Son 12 ayda faizlerin düşürüldüğü bu dört ülke ABD, İngiltere, Kanada ve belki ilk anda inanmayacaksınız ama Türkiye. Evet, sürekli olarak “faizleri düşür” baskısı altında bulunan TC Merkez Bankası, yükselen enflasyona aldırmadan faizleri düşürmüş meğerse. ‘Cari açık dahil bütün fenalıkların anası yüksek faizdir’ diyenleri tatmin etmek için TCMB’nin faizleri daha da düşürmesi gerekiyor herhalde.
Marttan sonra yüksek faizin yanı sıra bir günah keçisi daha bulunmuş, ekonomide olumsuz giden her şeyi AKP’nin kapatılması için
Atletizme duyduğum ilginin yarım yüzyıllık bir tarihi var. Eski bir atlet olan amcam Suat Ulagay beni Balkan Oyunları’nı izlemeye götürdüğünde herhalde 9- 10 yaşlarındaydım. Atletizmde dünya rekorlarını ve önemli yarışmaları takip etmeye de o yıllarda başladım. Pek çok yarışma izledim yıllar boyunca ve zaman aşındırmadı bu ilgimi. Pekin’e gidemedim ama on gün boyunca öğleden sonraları ekran başında olacağım ve atletizme duyduğu ilgi benim eriştiğim noktanın da ötesine taşan oğlum Alp ile paylaşacağım Olimpiyat heyecanını.
Pekin’deki atletizm yarışmalarının ilk gününde, bu heyecanın bütün boyutlarıyla yaşandığı, muhteşem bir 10 bin metre yarışı izledik. Kadınlar arasındaki bu yarışın iki kahramanından biri Türkiye adına yarışan Elvan’dı. Yarışın son turlarında Etiyopyalı rakibiyle kıran kırana bir mücadeleye girişen Elvan rakibinin son atağına karşılık veremeyerek ikinci oldu ama gösterdiği performans tek kelimeyle süperdi.
Başarının kodları
Türkiye adına oyunlara katılanların çoğunun hiçbir varlık gösteremeyip mazeret
Uzunca bir süredir yerlerde sürünmekte olan Amerikan doları geçen hafta küresel piyasalara yön veren spekülatörlerin gözdesi haline geldi; euro, Japon yeni ve sterlin gibi paralar karşısında ciddi biçimde değer kazandı. Dolar, euro karşısında 27 Şubat’tan bu yana en yüksek değere erişirken sterlin karşısında da son 17 ayın en yüksek değerine ulaştı. Dolar yükselirken petrolün fiyatı düşmeye devam etti ve geçen ay 145 doları aşmış olan petrolün varili geçen hafta 115 dolara yaklaştı.
‘Hedge’ fon etkisi
Peki, son bir ay içinde neler oldu da her şey tersine döndü, dolar yükselmeye, petrolün ve diğer temel maddelerin fiyatları düşmeye başladı? Son bir yılda yaşananlar, küresel piyasalardaki abartılı fiyat hareketlerinin gerisinde, bu piyasalardaki etkisi her geçen gün artmakta olan “hedge” fonlarının ve diğer spekülatörlerin bulunduğunu düşündürüyor.
Küresel spekülatörler oyunlarını küresel ekonomideki, arz - talep koşullarındaki olası beklentileri