Atletizme duyduğum ilginin yarım yüzyıllık bir tarihi var. Eski bir atlet olan amcam Suat Ulagay beni Balkan Oyunları’nı izlemeye götürdüğünde herhalde 9- 10 yaşlarındaydım. Atletizmde dünya rekorlarını ve önemli yarışmaları takip etmeye de o yıllarda başladım. Pek çok yarışma izledim yıllar boyunca ve zaman aşındırmadı bu ilgimi. Pekin’e gidemedim ama on gün boyunca öğleden sonraları ekran başında olacağım ve atletizme duyduğu ilgi benim eriştiğim noktanın da ötesine taşan oğlum Alp ile paylaşacağım Olimpiyat heyecanını.
Pekin’deki atletizm yarışmalarının ilk gününde, bu heyecanın bütün boyutlarıyla yaşandığı, muhteşem bir 10 bin metre yarışı izledik. Kadınlar arasındaki bu yarışın iki kahramanından biri Türkiye adına yarışan Elvan’dı. Yarışın son turlarında Etiyopyalı rakibiyle kıran kırana bir mücadeleye girişen Elvan rakibinin son atağına karşılık veremeyerek ikinci oldu ama gösterdiği performans tek kelimeyle süperdi.
Başarının kodları
Türkiye adına oyunlara katılanların çoğunun hiçbir varlık gösteremeyip mazeret üretme rekoru kırdıkları Pekin’de, Elvan her bakımdan övgüye değer bir yarış çıkardı. Başından itibaren çok hızlı tempoda giden yarışta, bu korkunç tempoya sahip çıktı. 15 yıldır yanına yaklaşılamayan ve bu nedenle biraz şaibeli görünen dünya rekoru dışında ilk kez bu tempoda bir 10 bin metre koşuluyordu ve Elvan yarışın sürükleyicisi idi. Fiziki ve zihinsel hazırlığı zirvede olmayan bir atletin bunu yapması olanaksız.
Herhangi bir alanda dünyanın en iyileriyle yarışıp, bugüne kadar koşulmuş en iyi zamanlardan birini gerçekleştirmek ve yarışın son turuna kadar iddiasını sürdürmek, inanın bana hiç de kolay bir şey değil. Bu başarının ardında çok şey var ve her alanda küresel başarıya ulaşmak isteyenler için bir model oluşturabilir Elvan.
Elvan’ın bu müthiş yarıştan sonraki tavrı da mükemmeldi. Kendisini geçmiş olan rakibini hiçbir burukluk belirtisi taşımadan, adeta sevgi dolu bir kucaklamayla kutladı. Umarım 5 bin metreyi koşacak gücü de bulur kendinde ve onu bir kez daha izleyebiliriz Pekin’de.
Resesyona doğru koşma yarışında AB ve Japonya ABD’yİ solladı
Küresel ekonomide yavaşlama senaryoları
Dünya ekonomisinde 2002’den sonra yaşanan hızlı büyümenin, yerini belirgin bir yavaşlamaya bırakmakta olduğu izlenimi giderek güçleniyor. Hafta içinde açıklanan veriler Avrupa Birliği (AB) ve Japonya ekonomilerinin yılın ikinci çeyreğinde ilk çeyreğe göre küçüldüğünü ve resesyona doğru koşma yarışında ABD’nin önüne geçtiğini ortaya koydu. Dünya ekonomisindeki hızlı büyümenin ciddi bir yavaşlamaya dönüşmesi halinde, döviz kurlarından petrol fiyatlarına kadar pek çok önemli göstergede son yıllardaki eğilimleri tersine çeviren gelişmelerin yaşanması beklenebilir. Küresel ekonomide hızlı büyüme senaryolarının yerini yavaşlama senaryolarının alacağı ve “resesyon” sözcüğünün gündemde kalacağı bir ortamda, herkesin hesabını yeniden yapması gerekecek.
‘Resesyon’ yarışıEkonomide büyüme sürecinin kesintiye uğradığı ve yerini belli bir süre için de olsa küçülmeye bıraktığı olağan dışı durumu ifade etmek için kullanılan “resesyon” sözcüğü, bir yıl önce ABD’de başlayan kriz nedeniyle gündeme geldi. Amerikalı tüketicinin son dayanağı olan konut balonunun patlamasıyla tetiklenen finansal krizin, Amerikan ekonomisini resesyona sürükleyebileceği ileri sürüldü. Ancak geçen yılın son çeyreğinden itibaren resesyonla flört etmekte olan ABD ekonomisi, alınan önlemlerin etkisiyle ve ihracata yönelik sektörlerin katkısıyla, resesyona teslim olmamakta bugüne dek direndi.
ABD resesyona karşı direnirken finansal krizin olumsuz etkilerini ABD’den sonra hissetmesi beklenen Avrupa Birliği (AB) ülkelerinin ABD’den önce resesyona girebileceğini gösteren işaretler çoğaldı. Geçen hafta içinde açıklanan veriler, AB’nin “üç büyükleri” olan Almanya, Fransa ve İtalya’da ekonominin, bu yılın ikinci çeyreğinde ilk çeyreğe göre küçüldüğünü ortaya koydu. “Üç büyükler”in yanı sıra Danimarka ve Estonya gibi AB ülkelerinde de yılın 2. çeyreğinde ekonominin küçüldüğü ve 27 üyeli AB’nin bütününde bir küçülme yaşandığı anlaşıldı. AB’nin dışında Japonya’dan gelen veriler de Japon ekonomisinin yılın ikinci çeyreğinde küçüldüğünü ortaya koydu.
Yılın ilk çeyreğinde başını suyun üstünde tutabilen Almanya ve Japonya’nın ikinci çeyrekte ani bir daralma yaşamalarında, bu ülkelerin ürünlerine yönelik ihracat talebinin düşmeye başlamasının da etkisi var. Dünya ekonomisindeki yavaşlama genelleşirken ihracatını artırarak büyüyen ABD’nin de ihracat talebindeki düşüşün olumsuz etkilerini hissetmesi olası.
Şimdi gözler küresel ekonominin diğer yarısını oluşturan, Çin ve Hindistan gibi ‘Yükselen Pazar’ ülkelerine çevrilmiş durumda. Küreselleşmenin yarattığı olanaklardan yararlanarak hızlı bir büyüme temposu yakalayan bu ülkelerin, zengin ülkelerdeki yavaşlamadan ve resesyondan ne kadar etkileneceği merak konusu.
Zengin sanayileşmiş ülkelerdekinin üç dört katını bulan bir ekonomik büyüme hızı yakalayan Çin gibi ‘Yükselen Pazar’ ülkelerinin resesyona sürüklenmesi olası değil. Ancak başta Çin olmak üzere, bu ülkelerin çoğunun ihracata dönük bir üretim yapısına sahip olmaları, ABD, AB ve Japonya’daki daralmadan ciddi biçimde etkileneceklerini ve büyüme hızlarının düşeceğini düşündürüyor.
Riskler ve fırsatlar ‘Yükselen Pazar’ ekonomilerinin de yavaşlaması, son yıllarda % 5 dolayında çarpıcı büyüme hızlarına erişmiş olan küresel ekonominin büyüme hızının % 3’ün altına inmesine yol açabilir. Dünya ekonomisinde ciddi bir trend kırılması anlamına gelecek olan bu durum bizi, döviz kurlarından şirket değerlerine, petrolden gıda maddelerine kadar hemen her şeyin fiyatının yeniden belirlendiği bir döneme sürükleyebilir.
Uzun lafın kısası, muazzam risklerin ve fırsatların ortaya çıkacağı, son yıllarda geçerli olan ezberin bozulacağı bir döneme giriyoruz. Herkesin kendi konumuna göre, bireysel yatırımcı olarak, firma ya da para yöneticisi olarak, ülke ekonomisinin yönlendiricisi olarak, hesaplarını gözden geçirmesi ve değişecek koşullara uyum sağlaması gerekecek bu dönemde.
Euro mu, dolar mı?Kimi yorumculara göre Avrupa gerekli önlemleri zamanında almadığı ve yapısal reformları geciktirdiği için küresel ekonomideki yavaşlamanın etkilerini daha çok hissedecek, Avrupa’da bu yılın ikinci çeyreğinde başlayan küçülme süreci yaygınlaşarak AB çapında bir resesyona dönüşecek. Bu senaryo gerçekleşirse ilk kez 22 Nisan’da eriştiği 1.60 dolar seviyesinde tutunamayan Euro, ABD doları karşısında değer kaybetmeye devam edecek ve 1.40 sınırı da zorlanacak.
Buna karşılık aldığı önlemlerle resesyonu şimdilik atlatmış görünen ABD ekonomisinin bu yılın son çeyreğinden itibaren barutunu tüketerek resesyona gireceğini ve bunun etkisini 2009 yılı boyunca hissedeceğini ileri sürenler de var. Bu olasılığın ağırlık kazanması halinde Euro’nun yeniden 1.60 dolar seviyesini test etmesi beklenebilir.
Petrol ve altın nereye?Dünya ekonomisinin hızlı büyüdüğü dönemde petrol talebi artarken arz cephesindeki yetersizliği koz olarak kullanan spekülatörler, ham petrolün varil fiyatının 147 dolara kadar tırmanmasına yol açtı. Doların değer kaybetmesi de dolarla işlem gören petrolün ve altının yükselmesine katkıda bulundu, altının onsu mart ayında 1000 doları geçti .
Dünya ekonomisinin yavaşlamaya başlaması, doların bir miktar toparlanması ve altına talebin düşmesi sonucunda petrol 113 dolara düştü, bir ons altının fiyatı da 800 doların altına indi. Şimdi 200 dolarlık petrolden söz edenlerin sesi kısılmış görünüyor, buna karşılık petrol fiyatının 100 dolar dolayında tutunabileceğini ileri sürenlerin sesi daha çok duyuluyor.
Altın cephesinde ise küresel ekonomideki yavaşlamanın altına talebi de düşüreceğini ve fiyatın 800 doların altında kalacağını ileri sürenler olduğu gibi küresel ekonominin içine sürüklendiği belirsizlik ortamında altının yeniden 1000 dolar sınırını zorlayacağını iddia edenler de yok değil.