Türkiye’de, seçimle elde ettiği iktidarı koruma çabasındaki Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) ile, geçen yıl olduğu gibi, onu devirme hevesine kapılan muhalefet cephesi arasındaki hesaplaşmanın yaklaşmakta olduğu izlenimi giderek güçleniyor. Her iki taraf da her gelişmeyi karşısındakine karşı koz olarak kullanmak için hiçbir fırsatı kaçırmıyor.
Ben bu gidişi derin bir kaygıyla izleyenlerdenim. Kaygımın temel nedeni her iki tarafın da doğruluğuna inandığı bazı varsayımlara dayanarak bu hesaplaşmayı göze almış görünmesi. Her iki taraf da bu hesaplaşmadan kazançlı çıkacağını, amaçlarına uygun bir sonuca çok büyük bedel ödenmeden varılabileceğini düşünüyor sanki.
- AKP, son seçimde elde ettiği % 47’lik oy desteğinin kendisine sınırsız güç sağladığı yanılgısını aşabilmiş değil.
- AKP, gerilimi tırmandırmanın kendisine hiç puan kaybettirmeyeceğini düşünüyor.
- AKP ekonomideki sorunları tümüyle karşı cepheye fatura edebileceğini varsayıyor.
- AKP daha önce
Prof. Şerif Mardin’in geçen hafta Ruşen Çakır’ın yönettiği toplantıda söylediği sözler üzerine ahkâm kesmeyen kalmadı. Mardin’in kapsamlı analizinden popüler söyleme yansıyan şey ise “imamın öğretmeni yendiği” algılaması oldu.
Cumhuriyet’in öğretmenini savunma görevini üstlenmiş olan kesim buna çok alındı ve “Benim öğretmenim senin imamını döver” anlamına gelecek köşe yazıları bile döktürüldü. Her gün yabancı gazeteleri almak için uğradığım büfedeki çocuklar bile, lig maçları da bittiği için “Ağabey imam mı yener, öğretmen mi?” diye sormaya başladı.
Prof. Mardin’in ortaya attığı tezlerin şimdi daha yaygın bir tartışma alanı bulması aslında çok olumlu bir gelişme. Ruşen Çakır’a da teşekkür borçluyuz buna vesile olduğu için. Bu tezleri birkaç parag-rafta hatta yazıda tartışmak bile zor ama, Prof. Mardin’in geçen haftaki konuşmasında vurguladığı derinlemesine düşünme eksikliği üzerine
Hazine’den Sorumlu Devlet Bakanı Mehmet Şimşek ile kahvaltı sofrasında birkaç saat geçirdik önceki gün. Dünya’da yazan Prof. Erdoğan Alkin, Referans’ta yazan Prof. Seyfettin Gürsel, Hürriyet’te yazan Ercan Kumcu ve Zaman’da yazan İbrahim Öztürk ile birlikte Sayın Bakan’ın anlattıklarını dinledik, ekonomiye nasıl baktığını, neler yapmak istediğini daha iyi anlamak olanağını bulduk.
Gösterişten uzak, adeta bir akademisyen gibi, kendi gündemine odaklanmış bir tarzı var Mehmet Şimşek’in. Ben Sayın Bakan’ı dinlerken edindiğim izlenimleri birkaç noktada özetlemek istiyorum. Benim algılamam doğruysa Mehmet Şimşek:
- Öncelikle Türkiye ekonomisinin rekabet gücünü ve sürdürülebilir büyüme hızını yükseltecek önlemlere ve reformlara odaklanmış durumda.
- Üretimdeki ve dağıtımdaki darboğazları giderecek, firmaların daha fazla yatırım yapmasını ve istihdam yaratmasını, katma değeri yüksek ürünlere yönelmesini sağlayacak adımları önemsiyor.
-
Geçen hafta Yapı Kredi Bankası’nın konuğu olarak İstanbul’a gelen Jacques Attali’nin özgeçmişine bakarken aynı yaşta olduğumuzu fark ettim. Benim düşünemeyeceğim yoğunlukta bir programı vardı yaşıtım Attali’nin. Bir akşam önce Şimon Peres ile yemek yemişti, bizimle yediği öğle yemeğinin ardından aynı akşam Paris’te bir iş yemeğine katılacak, bir sonraki günün akşamında ise önemli bir iş yemeği için New York’ta olacaktı. Hayatı boyunca bu tempoda çalışmış olan, devlet başkanlarına danışmanlık yapıp şirket kuruculuğu ve banka yöneticiliği gibi önemli görevlerde bulunmuş olan Attali bu arada çeşitli konularda 50 dolayında kitap da yazmıştı. Onun yaptıklarıyla benim yapabildiklerim arasında muazzam bir fark vardı, üstelik yazdığı her bakımdan okkalı kitapların sayısı da benim yazabildiklerimi dörde katlıyordu. Bunu nasıl başardığını sordum kendisine ve ummadığım bir cevap aldım: “Yılın 365 günü 3 saatimi mutlaka yazmaya ayırıyorum” dedi Attali ve her gün yazmanın şart olduğunu söyledi.
Türkiye’nin sorunu
A
Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök, benim iki kitap(*) yazarak vermek istediğim mesajı bir paragrafta özetlemişti önceki günkü yazısında. “Türkiye, Avrupa Birliği ile ilişkilerini en kısa zamanda AKP’nin tekelinden kurtarmalı ve Avrupalının önüne, bu ülkedeki tek demokrat kuruluşun AKP olmadığını ispatıyla koymalıdır,” diyordu Özkök.
Bir sonraki cümlesinde “Bu işi Baykal ve arkadaşları yapmalıdır” derken ise eşyanın tabiatına aykırı bir temennide bulunuyordu. Baykal ve ekibini “CHP’yi totaliter ulusçuluğun cephe örgütü haline getirenler” diye tanımlayan Özkök’ün demokratik açılım için bu ekibe umut bağlamasını anlamak pek kolay değil doğrusu.
Kapatma davası olmasaydı
Ben de Özkök gibi, Türkiye’de AKP’nin demokratlığının ötesine geçebilecek ve Avrupa’ya “Benim Türkiye’de AKP dışında da muhatabım var” dedirtecek bir siyasi hareketi destekleyecek insan potansiyelinin bulunduğunu düşünüyorum. Ancak bu
Eğer ABD ekonomisi içine düştüğü krizi resesyona girmeden atlatırsa Deniz Gökçe’yi “yılın ekonomisti” ilan edeceğim. ABD’nin resesyona girmeyeceğini kanıtlamak için göz yaşartıcı bir çaba harcayan Deniz Gökçe dostumuzun haklı çıkma olasılığının arttığını düşündüren veriler damgasını vurdu geçen haftaya. ABD ekonomisinin bu yılın ilk çeyreğinde, ihracattaki artış ve stoklara giden üretim sayesinde % 0.6 büyüdüğü açıklandı, işsiz kalanların sayısındaki artış da beklenenin çok altında çıktı. Bir süredir “iyi haber” sıkıntısı çeken çevreler ve hisse senedi borsaları hemen üzerine atladı bu açıklamaların, bir kez daha krizin aşılmakta olduğu iddiası ortaya atıldı.
Kim haklı çıkacak
Kimin haklı çıkacağını yaşayarak göreceğiz ama bence krizin aşılmakta olduğunu söylemek tam bir aldatmaca. ABD’den dünyaya yayılan finans kesimindeki paniğin, merkez bankalarının benzeri görülmemiş müdahalesiyle şimdilik yatıştığı bir
Uluslararası nitelikteki Forum İstanbul organizasyonunun yükünü taşıyan Şeref Özgencil dostumuz, “Umudum gençlerde, bizim yapamadığımızı onlar yapacak, Forum İstanbul Gençlik Platformu Türkiye’yi Avrupa’ya taşıyacak” diyor, yorgunluk kahvesini içerken.
Üç ayda bir Hedef 2023 adlı dergiyi de yayınlayan Forum, İstanbul Gençlik Platformu Türkiye’de 70’i aşkın üniversitede 25 bin öğrenci ile ilişki kurmuş.
Türkiye’nin standartlarını yükseltmek için hevesle çalışan gençler doğal olarak bir iyimserlik aşılıyor insana ama bugün ülkemizde iyimser olmayı zorlaştıran şeyler de bir hayli fazla ne yazık ki. “Umudumuz gençlerde” demek bizler için aynı zamanda bir çaresizliğin ve umutsuzluğun da ifadesi oluyor galiba.
Riskler ve Türkler
ABD’de isim yapmış bir akademisyen olan Prof. Vefa Tarhan’la sohbet ediyoruz, Forum’un Türkiye ekonomisiyle ilgili oturumundan sonra. “Burada konuşanlar Türkiye ekonomisinin karşı karşıya bulunduğu risklerin farkında mı değil,
Yukarıda gördüğünüz grafik 15 Nisan tarihli Financial Times gazetesinde, “Sıcak paranın ateşini ölçmek” başlıklı yazının içinde yer aldı. Yazının amacı, küresel finans piyasalarının büyük bir belirsizlik ve çalkantı yaşadığı ortamda riski az ve çok olan ülkelere ilişkin olarak yatırımcıya bir fikir vermekti.
Dış kaynağa bağımlılık
Ülkelerin dış kaynağa bağımlılığı ile çektikleri dış kaynağın geri kaçma olasılığı dikkate alınarak hazırlanmış olan grafikte de görüldüğü gibi Türkiye, Romanya, Baltık Ülkeleri, Güney Afrika ve İzlanda ile birlikte riski en yüksek ülkeler arasında gösterilmiş.
Grafiğe eşlik eden değerlendirmede de Türkiye’nin gerek dış kaynak ihtiyacının yüksekliği gerekse dış açık gibi risk faktörlerinin yüksekliği ve yararlandığı sermaye akımlarının seyyaliyeti (oynaklığı) açısından en olumsuz görünüme sahip ülkelerden biri olduğu vurgulanıyor.
Ayrıca Türkiye’nin, İzlanda ve Güney Afrika ile birlikte, bu yıl parası en fazla değer