Başbakan Erdoğan’ın geçen hafta gazetemizin sahibi Aydın Doğan’a ve onun yayın organlarında çalışanlara karşı başlattığı düzeysiz saldırı, Türkiye’deki siyasi manzaraya dürbünün tersiyle bakanlar için ne ölçüde ayıltıcı oldu, doğrusu bilemiyorum. Türkiye’deki iktidar oyununda gelinen noktayı doğru okuyamadıkları için, Avrupa normlarındaki bir demokrasiye giden yolda tek tehdidin askerden (ve askere umut bağlayanlardan) geldiğini düşünenleri yeniden düşünmeye sevk edebilecek bir hamle yaptı Sayın Başbakan.
Anayasa Mahkemesi’nin Adalet ve Kalkınma Partisi(AKP) ile ilgili kararı sonrasında yeni bir aşamaya gelen iktidar oyununda kesin galibiyete yaklaştığını hisseden Sayın Erdoğan’ın bundan sonraki hedefi, her alanda ülkenin tek hakimi haline gelmek.
Bunun için yolunda duran bütün engelleri temizlemek, keyfi yönetimini sorgulayabilecek kişi ve kurumları etkisiz hale getirmek istiyor. Büyük hedefine varmak için de her türlü yöntemi kullanmaya niyetli görünüyor.
Hedef olarak Aydın Doğan’ın seçilmesi şaşırtıcı değil, çünkü Aydın Bey ülkedeki en etkili basın - yayın grubunun patronu. Ülkenin tek hakimi haline gelmeyi kafasına koymuş olan bir siyasetçinin kendisine karşı muhalefet yapabilecek bir medya grubunu yıldırmaya çalışması doğal. Başbakan Erdoğan’ı destekleyen medyanın fedakar ve inançlı kalemşorları, şimdi adeta programlanmış robotlar gibi, Aydın Doğan’ı yıpratma misyonunu en iyi şekilde yerine getirmeye çalışıyor.
Aydın Bey’i kolay vurulacak hedef haline getiren şey, medyanın en büyüğü haline gelmesinin yanı sıra, medya dışı alanlarda da işini çok hızlı büyütmesi oldu. Bu nedenle dikkat ve tepki çekmeye başladı. Gücünün ve etkisinin sınırları genişledikçe onu “perde gerisinden ülkeyi yöneten adam” gibi görenlerin sayısı da arttı. Grubun önemli bazı yayın organlarının belli dönemlerdeki tutumu da bu izlenimi güçlendirdi. Bu süreçte Aydın Bey’in maddi olanakları ve belirleyici konumdakileri etkileme gücü muazzam arttı ama bütün bunlar, onu aynı zamanda artan oranda eleştiriye de açık hale getirdi.
Bu örneğin de gösterdiği gibi aşırı güç projeksiyonu güçsüzlüğü doğurabiliyor. Bush’un Irak serüveni de bunun bir örneği. Şu anda geldiği konumda gücüne fazla güvenen Başbakan Erdoğan da bu paradoksu yaşayarak öğrenecek belki de.
Sayın Başbakan güçlülük paradoksunun Aydın Doğan’ı saldırıya açık hale getirdiği noktada hamle yaptı ama unutmasın ki kendisi de gücünün doruğa ulaştığını sandığı noktada aynı paradoksun yeni kurbanı olabilir.
Büyük bir kargaşanın yaşandığı küresel piyasalarda yön bulmak çok zorlaştı
Piyasalarda görevimiz tehlike
Küresel piyasalardaki gelişmeleri yıllardır izliyorum piyasalardaki iniş çıkışların bu kadar keskin yaşandığı, belirsizliğin bu kadar arttığı ve yön bulmanın böylesine zorlaştığı bir dönem hatırlamıyorum. Bu ortamda sağlıklı ekonomik analiz yapmak ve piyasaların geleceği hakkında tahmin yürütmek de fevkalade riskli ve tehlikeli bir iş haline gelmiş bulunuyor.
Bu aslında bir rastlantı değil. Küresel ekonomide rol alan oyuncu sayısı 20 yıl öncesine göre o kadar çok arttı, finans piyasaları emtia piyasalarıyla da eklemlenerek o kadar karmaşık bir yapıya büründü ki tüm bu değişkenleri hesaba katarak sağlıklı analiz yapmak son derecede güçleşti.
Herkes risk altında
Bu ortamda riskler de büyük oranda arttı; hiçbir firma, hiçbir banka, hiçbir ülke “Benim durumum sağlam, ben krizden etkilenmem” deme lüksüne sahip değil artık. Bear Stearns ve Lehman Brothers gibi finans piyasasının efsane kurumlarının iflas etme noktasına gelebildiği, ABD, Avrupa ve İngiltere merkez bankalarının sistemi ayakta tutmak için finans kurumlarına yüz milyarlarca dolar likidite pompaladığı, ABD’de neredeyse her pazar günü büyük bir kurtarma operasyonunun kotarıldığı bir dönemden geçiyoruz.
Bu çalkantılı dönemi yaşarken çoğu kimsenin gözü ve ilgisi piyasalardaki günlük iniş ve çıkışlara odaklandığı için bu yürek hoplatıcı çalkantının ardındaki büyük resmi görmek pek kolay olmuyor. Büyük resmi göremeyenler de günlük iniş çıkışların heyecanına kapılıp krizin geleceği üzerine saçma sapan laflar edebiliyorlar. Borsadaki bir günlük yükselişe bakıp hemen “kriz bitiyor” havasına giren, ertesi gün borsa çakılınca bu kez “mahvolduk” demeye başlayan birçok oyuncu ve yorumcu var etrafta. Bu saçmalıkları bir kenara bırakıp bugünkü koşulları yaratan büyük resme baktığımızda öncelikle dört temel olgu üzerinde durmak gerektiğini görüyoruz.
n ABD’den dünyaya yayılan finans sistemi krizi yapısal nitelikte çok derin bir kriz ve bu krizin toplam maliyeti henüz ortaya çıkmış değil. Bu nedenle batma noktasına gelen yeni devlerle karşılaşmak olası. Bu da sistemdeki güven kaybının sürmesine yol açıyor.
n Petrol ve diğer emtia piyasalarıyla eklemlenmiş olan finans piyasalarında spekülatif işlemlerin büyük ölçüde artmış olması fiyat hareketlerinin dalga boyunu artırıyor, örneğin petrol fiyatı bir yıl içinde 70 dolardan 147 dolara yükselip sonra 100 doların altına inebiliyor.
n Dünya ekonomisindeki ağırlığı hâlâ fazla olan zengin - gelişmiş ülkelerde, yani ABD - Avrupa - Japonya üçgeninde ekonomi resesyon yani küçülme tehdidi altında. Grafikte de görüldüğü gibi G - 7 ülkeleri, iç pazarın tıkandığı noktada ihracata yönelerek durumu kurtarmaya çalışıyor ama küresel pazarın daraldığı ortamda bunun da sınırına gelinmiş durumda.
n Küresel ekonominin yeni büyük oyuncuları olarak önemi artan Çin ve diğer ‘Yükselen Pazar’ ülkelerinin yarattığı talep petrol ve diğer temel maddelerde abartılı fiyat hareketlerine yol açtı ama küresel ekonominin yükselen yıldızlarının kendi yarattıkları iç talep, henüz dünya ekonomisini ayakta tutacak düzeyde değil. Dolayısıyla ABD - Avrupa - Japonya üçgenindeki yavaşlama onları da olumsuz etkiliyor ve büyüme hızlarını aşağı çekiyor.
Dolar - euro paritesi
Büyük resmi tamamlayan ve bizi de yakından ilgilendiren bir diğer faktör ise dolar ve euro’nun değeri. Son yılların ezilen parası ABD doları, euro’nun tavan yaptığı temmuz ortasından bu yana sürekli değer kazanıyor ama kimi yorumculara göre kapsamlı bir “dolar çöküşü” hâlâ göz ardı edilmemesi gereken bir olasılık.
Görüldüğü gibi finans sistemindeki büyük çalkantı ile küresel ekonomideki yavaşlamanın iç içe geçtiği, büyük belirsizliklerin ve risklerin birbirini beslediği bir ortamdayız. Bu tabloya ekonomi ve finansın dışından gelecek etkileri, örneğin jeopolitik tehditleri de eklediğimiz zaman “görevimiz tehlike” deyimi yerine daha da iyi oturuyor.
Bu pazar kim kurtarılacak?
Devletin piyasalardan ve ekonomiden uzak durması ilkesine dayanan Anglosakson kapitalizmi ABD ve İngiltere’deki son uygulamalarla “kurtar bizi devlet baba” kapitalizmine dönüşmek üzere.
Özellikle ABD’de her pazar bir büyük kurtarma operasyonu yapılıyor son haftalarda. Finans sistemindeki büyük çöküşü kontrol altında tutmak isteyen ABD yönetimi kamu kaynaklarını devreye sokarak dev kuruluşların batışını önlüyor. ABD Hazine Bakanı Henry Paulson geçen pazar kısaca Fannie and Freddie diye anılan dev mortgage finansörlerinin devlet yönetimine alındığını açıkladı. Bu hafta kurtarılma sırası 158 yıllık bir geçmişe sahip olan Lehman Brothers’da.
Hisselerindeki keskin düşüşle piyasa değerinin yarıdan fazlasını kaybeden Lehman’ın bir başka kuruluş tarafından satın alınması için kolaylaştırıcı koşullar yaratmaya çalışan Paulson’un sonucu bugün açıklaması bekleniyor.
Melih Aşık
BİLİM VE SANAT
24 Aralık 2024
Cem Kılıç
Emekli olmak isteyen eksiği nasıl tamamlar?
24 Aralık 2024
Ali Eyüboğlu
Her kuşağın sevdiği sanatçı
24 Aralık 2024
Çağdaş Ertuna
Tacizi anlatan filmde başrole taciz skandalı
24 Aralık 2024
R.Hakan Kırkoğlu
2025 size ne getirecek? Aslan | Yeni hedeflere yol alıyorsunuz
24 Aralık 2024