Irak işgalinin utancı, insanlığa bir şeyler öğretmeliydi! Öyle olmadı, Libya’da benzer bir senaryo sahne aldı. Libya’da olanlar, ne sadece bölgedeki otoriter düzenlerin, ne sadece Türkiye’nin bölgeye ilişkin zora giren siyasetinin, ne de sadece, ‘Batı dünyası’nın açgözlü ve ikiyüzlü politikalarının tartışılması ile anlaşılır, çözümlenir olaylar değil. Bu, topyekün insanlık tarihi açısından utanç ve hüzün verici bir tablo!
Anlayıp dinlemeden, alelacele piyasaya sürülen ‘Arap baharı’ kısa sürdü! Aslında, ‘Arap baharı’, ‘Arap uyanışı’ laflarının tümü, pespaye bir Oryantalist dilin son ürünleriydi. Nedense, ‘komplo teorileri’ ötesinde, hiç kuşku uyandırmadan benimsendi. Daha kötüsü, bu dil, olan biteni yorumlamaya çalışan farklı bakışları, ‘baskın basanındır’ uyanıklığı ile, ‘oryantalizm’ diye mahkûm etmeye girişti. Sanki, öyle diyen varmış gibi, ‘Araplar neden devrim yapamasın, neden özgürlük istemesin, kurtulun bu Oryantalist bakıştan!’ lafları ortalığı kapladı.
Osmanlı nostaljisi
Tahrir meydanı isyanını, Mısır tarihinin ilk özgürlük başkaldırısı olarak niteleyen bile çıktı. Bu gürültüye bizim ülkemizde bir de, ‘Osmanlı’ nostaljisi eklendi. Arapların, Osmanlı sonrası yaşadıkları, toptan ‘karanlık’ bir dönem olarak algılanmaya başlandı. Böylece, özgürlük ve bağımsızlık mücadeleleri dolu modern Arap tarihi, bir kalemde silindi. Asıl oryantalizm buydu ama pek itiraz eden çıkmadı.
Geldiğimiz noktada, bir kez daha, Libya müdahalesi, tıpkı Irak’ta olduğu gibi, ‘bir halkı bir diktatörden’ kurtarma gerekçesi ile meşrulaştırılmaya çalışılıyor. ‘Arap Baharı’nın Suriye’de esmeye başladığından söz edilebiliyor. Yine otoriter Suriye rejimi bahane edilerek, bir ülkenin şiddet ve çatışmaya sürüklenmesi riski göz ardı edilmeye çalışılıyor. Oysa, en doğrusu, mevcut rejimlerin, siyasal müzakereye zorlanması yollarını aramak. Bölgenin demokratikleşmesi yönünde çabaların barışçı yolları zorlaması en iyisi iken, çatışmalardan medet ummanın âlemi yok.
Bu arada, bölgedeki dalgalanmanın Türkiye’ye muhtemel etkilerinin kaygı uyandırması son derece anlaşılır bir şey. Türkiye’de mevcut siyasal tabloyu, bölge ülkeleri ile karşılaştırmak büyük hata ve haksızlık olur. Ancak, ona bakarsanız, demokrasinin çok daha gelişmiş olduğu ülkelerde, doğal olarak demokrasi çıtası daha yüksek oluyor. Bölge ülkelerindeki rejimlerle karşılaştırma yaparak bu çıtayı düşürmek, bir yandan ‘bu kadar demokrasi çok bile’ havasına girmek, diğer yandan da bölgede olanlardan ‘Kürtlere ekmek çıkmaz’ diye pespaye bir savunma hattına çekilmek iş değil. Demokrasi çıtasını düşürmek için bahane aramak yerine, mevcut çıtayı zorlayan gelişmeleri ülkemiz lehine değerlendirmek zorundayız.
Demokrasi çıtası düşmesin
Bölgede tüm bunlar olurken, Türkiye’nin çekinceli tavrını, ‘bocalamak’, ‘otoriter rejimlerden yana savrulmak’ diye mahkûm etmek büyük haksızlıktır. Türkiye’nin ve onun mevcut iktidarının, içinde bulunduğu zor durumu daha ciddi bir şekilde tartışmak durumundayız. Ancak diğer taraftan, mevcut iktidarın da, bu kargaşada Türkiye’nin demokrasi çıtasını düşüren tasarruflarını haklı çıkarma siyasetine sığınmaması gerekiyor. Ve nihayet, çözümü giderek daha acil bir sorun olarak karşımıza çıkan Kürt meselesi konusunda barışçı çözüm arayışlarını elinin tersi ile bir yana atma tutumundan vazgeçmesi gerekiyor.
Bu süreçte, BDP ve DTK’nın başlattığı ‘sivil itaatsizlik’ ciddiye alınması gereken bir çabadır. Unutmayalım, tüm sorunlarına karşın Türkiye’de demokrasinin standardı, bölge ülkeleri ile karşılaştırılmayacak kadar yüksek olduğu için, bu türden siyasal eylemler mümkündür ve bu türden eylemler, süreci barışçı zeminde tutmanın en önemli güvenceleri olarak değerlendirilebilir.
Aksi takdirde, Türkiye’yi, Ortadoğu’da çıkar hesapları ile müdahaleye girişenlerin peşine takmak için gerekçe yaratırken, ülke içindeki demokrasi taleplerinin, bu pazarlığın bir parçası olarak, ‘kurban’ edilmesinin yolu açılmış olur. Ortadoğu’da, Türkiye’yi, müdahaleden yana, küçük Körfez ülkelerinin peşine takmaya teşvik edenler, karşılığında, o ülkelerdeki kadar demokrasi ile idare etmeye de hazır olsunlar. Zira, gözlerinde büyüttükleri Batı dünyasının, kendi çıkarları peşine takabildiği Türkiye’de demokrasinin ne durumda olduğu gibi bir kaygısı olmayacak. İktidarıyla, muhalefeti ile tüm taraflar bu hususu ciddiye almalı. Yoksa, her şey bu ülkede yaşayan herkes için daha zorlaşacak.