İnkâr ve isyan

8 Mayıs 2011

Ben diyorum ki, öncelikle, ‘Kürt meselesi konusunda’, Türkiye kamuoyunu yanıltmayı bırakalım. Kamuoyunu yönlendirmeye çalışmanın ne iktidara, ne muhalefet partilerine, ne Türklere, ne Kürtlere, hiç kimseye faydası olmayacak. Bu ülkede yaşayan herkesin, öncelikle, nelerin olup bittiğini bilme hakkı olmalı.
Son olarak, DTK Eşbaşkanı Aysel Tuğluk’un, kongre adına yaptığı konuşma, büyük bir infialle karşılandı. Bu konuşmanın içeriğini tartışmanın ötesinde, önce bir hususa dikkatinizi çekmek istiyorum. Tuğluk’un ‘sert’ konuşmasını hepiniz duydunuz, izlediniz ama, Güneydoğu’dan, şiddet eylemleri ve sert açıklamalar dışında hiçbir şeyi görmüyor, izlemiyorsunuz. Mart ayında, Nevruz bölgede büyük bir kalabalık ve coşkuyla kutlandı, milyonlar sokaklara döküldü. Haberimiz oldu mu? Son olarak, Tunceli’de operasyonda hayatını kaybedenlerin dördünün cenazesinde Diyarbakır’da yer yerinden oynadı. Haberimiz oldu mu? O sahneleri görseydik, meselenin nasıl bir boyuta ulaştığı, ne aşamaya geldiği, toplumsal tabanı hakkında daha fazla fikir sahibi olabilirdik.

Hep aynı ezber
Olan biten hakkında yeterince bilgi sahibi olamadığımız bir ortamda, olanlar üzerine yapılan yorumların çoğu da ne

Yazının Devamı

‘Kefenli’ demokrasi

6 Mayıs 2011

‘İleri demokrasi’nin geldiği yere bakar mısınız? Öyle bir noktaya geldik ki, ‘yola çıkarken’, ‘kefen’ giymek gerekiyor!
Başbakan, Kastamonu’da konvoyuna yapılan ve bir polis memurunun hayatına mal olan saldırıyı Amasya mitinginde kınarken, ‘biz bu yola kefenimizi giyerek çıktık’ demiş. Sakın yolumuzu yitirmiş olmayalım? Hani kimse artık öldürmeyecek, kimse ölmeyecekti, ‘analar ağlamayacak’tı? Hedefimiz ‘analar ağlamasın’ ise, neden kefen kuşanıp, yola çıkılıyor?
Bildiğim kadarıyla henüz Kastamonu saldırısını üstlenen olmadı, ancak bu olayın, 26 Nisan’da Tunceli’de yapılan bir operasyona karşı misilleme olduğu düşünülüyor. Dün Diyarbakır’da, bu operasyonda yaşamını yitiren 7 PKK’lının, dördünün cenaze törenleri yapıldı. Taraf gazetesi, haberi ‘Bir şehir sustu’ alt başlığı ile vermiş. PKK bayraklarına sarılı cenazelerin ardında binlerce insan saf tutmuş, kepenkler kapanmış.
Bu manzara karşısında söylenecek şey, ‘kefenleri giyip yola çıkalım’ olabilir mi? Allah esirgesin, iç savaşa mı hazırlanıyoruz? PKK eylemsizlik kararı almışken operasyonların sürmesi, gerilimi artırmaktan, can kaybından başka hiçbir şeye hizmet etmiyor. Bunu görmüyor muyuz? Kınamak, yaşamını yitiren

Yazının Devamı

Fırtınanın kıyısında

5 Mayıs 2011

‘Arap Baharı’, ‘diktatörlerin devrilmesi’, ‘Bin Ladin’in öldürülmesi’ ve nihayet ‘Hamas-El-Fetih’ anlaşması, keşke gerçekten Ortadoğu açısından umut vaat eden gelişmeler olsaydı. Ne yazık ki öyle değil. Bölge büyük bir kapışmanın eşiğinde gibi gözüküyor, umalım ki, bu kapışma en az maliyetle sonuçlansın.
‘Arap Baharı’ adı altında yaşanan gelişmeler, bu bölgede yaşayanların, daha fazla ‘özgürlük ve demokrasi’ arayışının başarısı olarak takdim edildi. Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da yaşayan insanların mevcut rejimler altında canlarından bezmiş olduğu doğru. Ancak biriken öfke, isyan ve arayışların bugünden yarına özgürlük ve demokrasi güneşinin doğmasına giden mecrada seyredeceği konusunda henüz bir işaret yok. En yumuşak geçişin sağlandığı Tunus’ta bile halen siyasal bir çözüme ulaşılmış değil. Mısır’da ‘Tahrir devrimcileri’ referandumda yenildi. Libya NATO müdahalesi ve kanlı bir iç savaşa sürüklendi. Suriye’de olanlar fevkalade kaygı verici bir seyir izliyor. Bin Ladin’in ‘öldürülmesi’nin, neyin sonu ve neyin başlangıcı olduğu meselesi, ‘El-Kaide uzmanları’nın izah edebileceği bir konu değil.

Mısır tekrar baş aktör
Bu arada, Hamas ve El-Fetih’in alelacele

Yazının Devamı

Eski düşman öldü, yaşasın yeni düşman!

3 Mayıs 2011

Dün, Usame Bin Ladin’in öldürüldüğü haberi ile uyandık. Haberin ardından, ‘terör analizleri’ ortalığı sardı. Bunların bir adım ötesinde ABD iç politikası değerlendirmeleri geldi. Ne yazık ki dünyada olan biten konusunda bütüncül değerlendirmelerin geri çekildiği bir çağda yaşıyoruz. Tam da bu nedenle, bütüncül bakış ve analizlerin boşalttığı yeri ‘komplo teorileri’ alıyor. Böyle bir ortamda, dünyada olan biteni geniş çerçevede anlama çabaları, ya komplo teorilerinin sığ sularına savruluyor ya da göz bağlamacılar tarafından ‘komplo teorisi’ diye yaftalanıp, karalanıyor.
Bin Ladin’in öldürülmesi hikâyesi, başta cesedinin denize atılması olmak üzere, son derece tuhaf detaylar içeriyor. ‘Bin Ladin zaten yaşıyor muydu’ veya ‘halen yaşıyor olabilir mi?’ sorularına cevap verecek durumda değiliz. Ancak artık ölmesi gerektiğini biliyoruz.
11 Eylül olayları sonrasında, ABD merkezli Batı dış politikası, Bin Ladin önderliğinde ve El-Kaide örgütlenmesi çerçevesinde, ‘İslami radikalizm ve terör’ ekseninde belirlenmişti. Afganistan müdahalesi, Irak işgali bu çerçevede hayata geçirildi. Ama sadece bunlar değil, dünya çapında bir operasyonlar dizisi bu çerçevede yürüdü. Pakistan’dan,

Yazının Devamı

‘1 Mayıs’ kutlu değil!

1 Mayıs 2011

Emekten, mazlumdan, fakirden yana siyasetin dilini yuttuğu bir çağda, 1 Mayıs artık ‘işçinin emekçinin bayramı’ değil, sadece bir ‘sus payı’!
Adaletsizliğin kanıksandığı, eşitlik ufkunu yitirmiş, emperyalizmin topu tüfeği, yine utanmazca eline aldığı bir dünyada 1 Mayıs, bir kutlama değil, bir ‘cenaze alayı’!
Olsa olsa, siyasal mücadele ufkunu ve azmini kaybetmiş sol siyasetin ‘ruh çağırma ayini’!
Böyle bir çağda, böyle bir dünyada ve böyle bir Türkiye tablosu karşısında, 1 Mayıs’ı yeniden Taksim’de kutlayabildiğimizle avunmak yerine, yuttuğumuz dili geri getirmeye, cenaze alayını yeniden mücadele şenliğine dönüştürmeye, ruh çağırmak yerine, direniş ruhunu diriltmeye çaba göstersek diyorum.
Türkiye’de yaşanan onca adaletsizlik, fukaralık, haksızlık; sindirmeyi gizlemek için döşenen yaldızlar, fena halde dökülüyor. Tuzla tersanesinde, maden ocaklarında, Ostim’de, adı sanı geçmeyen yüzlerce işyerinde, onlarca insan boğaz tokluğuna çalışırken, canlarını yitirdi. Harçlığını çıkarmak için inşaat işçiliği yapan gençler ölüyor, bir halat kopuyor, tadilatta çalışan işçiler üçer beşer can veriyor, tüm bunlar sıradan haber olmanın ötesinde mevzu edilmiyor.
Kendine hâlâ solcu

Yazının Devamı

Doğu Konferansı

29 Nisan 2011

Irak işgali öncesi, farklı görüş ve çevrelerden birçok yazar, çizer ya da okur- yazar, düşünür-taşınır insan olarak Türkiye’yi bu işgalin parçası yapma çabalarının karşısında durmak üzere bir araya geldik. Meşhur ‘tezkere’nin, Meclis’ten geçmemesi için çaba gösterdik. Türkiye’yi ABD işgalinin peşine takıp, açılan rant sahasından pay sahibi yapmayı, yani sırtlan sofrasına katmayı önerenlere, bu arada Kürt bölgelerinde askeri varlık hesabı yapanlara karşı durduk. Buna karşı, bin bir karalamaya maruz kaldık.
İşgalin hemen ardından, yine bir grup insan, tezkereye karşı çabalarınızı başka bir düzlemde sürdürmek için bir araya geldik. İsmi ve muhtevası üzerinde birçok tartışmaya rağmen birlikte bir şeyler yapabilme şansını denemeye karar verdik. Doğu Konferansı girişimi böyle doğdu. Farklı düşünce ve çevreden bir grup insanın katıldığı, bir ‘arayış yolculuğu’na çıktık. Dert ettiğimiz şeyleri, kanlı bir geleceğe sürüklenmesinden kaygı duyduğumuz bölgede, benzer kaygıları taşıyan insanlarla paylaşmak üzere, iki yıl boyunca farklı ülkeleri ziyaret edip yüzlerce insanla görüştük, konuştuk, tartıştık.
Irak işgali sonrasında, yeni hedef olarak seçilen Suriye’de işgal tehdidine karşı

Yazının Devamı

Suriye, ‘güzel ve yalnız ülke’

28 Nisan 2011

Irak işgali sonrası yaşanan trajedi o denli büyük oldu ki, en ateşli ve utanmaz işgal destekçileri bile seslerini kısmak zorunda kaldılar. Nihayet, ‘Arap baharı’ imdatlarına yetişti, ‘müdahalecilik’ kolayca ardına gizlenebilecek bir kalkan oluşturdu. Son olarak, Libya’da yaşananlar ‘bahar’ havasını fazlasıyla bozdu, ama müdahaleyi dolaylı veya dolaysız desteklemenin önü bir kez açılmış oldu. Şimdi, Suriye’de daha karmaşık, daha karanlık gelişmeler yaşanıyor. Suriye üzerinden hizalanmak, hızla Suriye için ölümlerden ölüm beğenmek eşiğine yaklaşıyor. Bu güzel ve yalnız ülke için, başka bir seçenek mutlaka olmalı.
Konuyu ilerletmeden, en baştan bir noktaya açıklık getirelim. Arap dünyasında isyanlara tanık olunan rejimlerin tamamının sert otoriter rejimler olduğu konusunda tartışmaya bile gerek yok. Bu konuyu tartışmaya açanlar, sadece otoriter rejimleri şu veya bu gerekçe ile desteklemekte mahsur görmeyenler olabilir. Bu çizgide hizalananların, ciddi bir karşılığı yok. Diğer taraftan, otoriter rejimleri tartışmanın merkezine çeken başka bir çizgi var. Bu çizgi, sorunu ‘otoriter rejimlerden yana veya karşı olmak’ gibi bir çerçeve içine hapsedip, ‘müdahaleciliği’ ve bölgeye

Yazının Devamı

‘Sol’ garezi

26 Nisan 2011

Seçim gündemi arasında gürültüye gitmesine razı olamadığım bir konuya dikkatinizi çekmek istiyorum; eski kuşak solcuların bitmez tükenmez sol düşmanlığı!
Eski solcular, seksenli yıllardan itibaren tuhaf bir dönüşüm hikâyesi yaşıyorlar. Birinci dalga, 12 Eylül’den hemen sonra geldi. ‘Canını kurtaran’ bazıları solculuğun aslında nasıl muzır bir iş olduğunu yaza yaza bitiremediler. Ama ‘kimse kızmasındı, kendilerini yazıyorlar’dı. Dava adına gençlikleri kaybolmuştu; Özal devrinde keşfettikleri bireysellikle, renkli hayatlarla, daha önce neden tanışamamışlardı? Bunun sorumlusu sol ideolojiler, hareketler, hatta ‘siyasal’ olmanın kendisi idi. Büyük dönüşüm geçirenlerin kimisi sol siyasetlerle bağını tamamen kopardı. Diğer birçoğu, sade suya tirit bir düşünsel hesaplaşma ardından, ‘solu yeniden tanımlama’ adı altında kendilerine bir ‘koza’ örüp, içine çekildi. Ancak, sol adına ahkâm kesme alışkanlıklarını bir türlü bırakmadılar.

Eski solcuların tutumu
Neyin değiştiğini, neden değiştiklerini anlatma, siyaseti farklı biçimlerde yorumlama çabası son derece anlaşılır bir şey. Dahası, hakkı verilerek yapılırsa, çok önemli ve değerli bir şey. Ancak, çoğunlukla durum bu yönde

Yazının Devamı