Steven Soderbergh’in yönettiği ve pek çok yıldız oyuncunun rol aldığı “Salgın”da,çok hızlı yayılan tehlikeli bir virüs anlatılıyor
Yönetmen Steven Soderbergh’in “Salgın”daki amacı, paniğin nasıl yayıldığına dair gerçekçi bir salgın filmi çekmek. Değişik karakterler ve kıtalar arasında gidip gelen filmde, gribe benzeyen semptomlara sahip bir virüs hızla yayılmaya başlar. Dünya Sağlık Örgütü, Leonora Orantes adlı uzmanını virüsün ilk görüldüğü Hong Kong’a yollar. Virüsün ilk kurbanlarından birinin kocası Mitch, kızını salgından korumaya çalışmaktadır. Diğer yandan Amerikan hükümetinden sağlık yetkilileri bir aşı geliştirmenin peşindedir. Ünlü blog yazarı Alan da olayları yakından takip etmekte ve okuyucularına karşı sorumlulukları olduğunu düşünmektedir.
Steven Soderbergh “Erin Brockovich” ve “Ocean’s” serisi gibi ana akım filmleri; “Bubble” ve “Solaris” gibi bağımsız filmlerle dengeleyen bir kariyere sahip. “Salgın”ın ise yönetmenin kariyerinde bu iki damarın arasında bir yerlerde durduğunu söylemek mümkün. Jude Law, Kate Winslet ve Matt Damon gibi yıldızlarla dolu bir kadroya sahip film, hikayeyi işleyiş açısından 2005 yapımı “Syriana”ya benziyor. “Syriana”da mevzu
Steven Soderbergh’in bu hafta vizyona giren ‘Salgın’ filminden yola çıkarak, sinema bugüne kadar ne tür salgınlarla ilgilenmiş diye bir bakalım...
‘28 Gün Sonra/28 Days Later’ (2002)
‘Trainspotting’ ve ‘Milyoner/Slumdog Millionaire’ ile tanınan Danny Boyle’nun korku filmi ‘28 Gün Sonra’nın ana karakteri çok az insanın ‘insan’ olarak kaldığı bir dünyaya uyanıyordu. Etrafta cirit atan öfkeli zombilerin oluşum sebebiyse salgındı. İngiliz hayvan hakları aktivistleri Cambridge’deki bir laboratuardaki şempanzeleri kurtarmaya çalışıyordu. Şempanzeler
Jim Sturgess ve Anne Hathaway her yıl aynı gün buluşuyor.Üniversiteden mezun oldukları gün yakınlaşan ve arkadaş olmaya karar veren Dexter ile Emma’nın hayatlarına 20 yıl boyunca her 15 Temmuz’da şahitlik ediyoruz
Kitap okumaya meraklı, esprili, zeki Emma ile zengin ailenin şımarık oğlu Dexter, Edinburgh Üniversitesi’nden mezun oldukları gün yakınlaşırlar. Tarih 15 Temmuz 1988’dir. “Bir Gün” aralarında duygusal bir yakınlaşma olmasına rağmen arkadaş kalmaya karar veren ve bunu başaran Emma ve Dexter’ın hayatlarındaki 15 Temmuz’ları gösteriyor. 20 yıllık zaman dilimini ele alan
filmde, ilk yıllarda garsonluk yapan ve hayallerini gerçekleştirmenin yanından bile geçmeyen Emma, sevdiği işlerde zamanla başarılı oluyor. Dexter ise gece geç yayımlanan bir televizyon programının sunucusu olarak kariyerinde başarıyı hiç zorlanmadan elde
ediyor ama hayatını toparlamakta zorlanıyor.
Filmin ele aldığı uzun zaman dilimi, ikisinin de hayatın iniş çıkışlarını gözler önüne seriyor. Düşüşler, yükselişler, kayıplar, bunalımlar derken, baştan beri birbirlerinden hoşlanan ve birbirlerine önem veren iki insanın uzaklaşıp yakınlaşmalarını izliyoruz. Ve tabii ki bir
“Çılgın Aptal Aşk” benzerlerine oranla çok daha eğlenceli ve ilginç bir romantik komedi filmi
Çılgın Aptal Aşk”ın ilk dikkat çeken yanı oyuncu kadrosu. Film, Steve Carell ve Julianne Moore gibi komedi yönü kuvvetli karakter oyuncularıyla Emma Stone ve Ryan Gosling gibi yeni parlayan isimleri bir araya getiriyor. Senaryoda ise Pixar animasyonları “Arabalar” ve “Arabalar 2”nin senaristi Dan Fogelman’ın imzası var.
Cal uzun yıllardır evli olduğu Emily tarafından terk edilir. Kendisini salmış, üstüne başına dikkat etmeyen bir adam olan Cal, bir barda içerken barın bakımlı çapkını Jacob ona acır. Önce üstüne başına çekidüzen vermesinde yardımcı olur, sonra da ona kadın tavlama yollarını öğretmeye başlar. Diğer yandan, Cal ve Emily’nin
13 yaşındaki oğulları bebek bakıcısı Jessica’ya; Jessica ise Cal’a âşıktır.
Film “Hayatının aşkının peşinden git” cümlesi etrafında dönüyor. Filmin ana ekseni Cal ve Emily’nin öyküsü ve bu, klasik bir Hollywood romantik komedisi izleği. Ama senaryo Jessica ve Jacob’un öyküleriyle yan yollara sapıyor. Girdiği bu yollarda, Amerikan bağımsız sinemasının izleri görülürken, bu öyküler Cal ve Emily ilişkisinden daha ilginç bir hal alabiliyor.
Bazen ana akım sinemanın bazen de bağımsız filmlerde 50’ye yakın karakter canlandıran aktör John Cusack, artık kariyerinin olgunluk dönemine girdi. Sempatik, sıradan iyi adam rollerinin sevilen aktörünü bu hafta ‘Şangay/Shanghai’de izleyeceğiz. 1940’ların Şanghay’ında öldürülen arkadaşının katillerinin peşine düşen bir casus rolünde... 2012’de ise iddialı proje ‘The Raven’da Edgar Allan Poe olarak karşımıza çıkacak John Cusack’ın beş önemli performansını hatırlamanın tam zamanı.
John Malkovich Olmak
1920’li yılların Paris’inde geçen film, son dönemde Woody Allen’ın yaptığı en iyi işlerden biri olarak alkışlandı
Woody Allen, filmlerindeki ‘Allen karakterini’ kendisi oynamadığında başka oyunculara emanet ediyor.
Bu filmdeki nevrotik, şüpheci, kültürlü ama toplumda istediği
yeri bulamamış karakterimiz, Hollywood’a senaryolar yazan ama iyi bir ilk romanın hayaliyle yaşayan Gil. Nişanlısı Inez ve onun ailesiyle Paris’e gelen Gil, burada hayallerinin kentini buluyor. Daha doğrusu Gil, 1920’lerin Paris’inin Salvador Dali, Luis Bunuel gibi sürrealistleri, Ernest Hemingway, F. Scott Fitzgerald gibi yazarları ve Pablo Picasso’yu bir araya getiren entelektüel ve yaratıcı çevresine hayran. Bir gece yarısı çakırkeyif halde taksi beklerken önünde duran eski bir araba, onu 1920’lerin Paris’ine götürüyor. Gil hayran olduğu yazarlar, ressamlar ve yönetmenlerle karşılaşıyor ve ahbap olmaya başlıyor. Üstelik Picasso’nun sevgilisine âşık oluyor.
İlk gösterimini Cannes Film Festivali’nde yapan, son dönemin en iyi Allen filmlerinden biri olarak alkışlanan ve yönetmenin gişede en başarılı filmi olan “Paris’te Gece Yarısı” hafif, eğlenceli ve nostaljik. Sonuç olarak Allen’la aynı
‘Paris’te Gece Yarısı/Midnight in Paris’, Woody Allen’ın yeni filmi. Son birkaç yılda pek sevdiği New York’u terk eden ve önemli Avrupa şehirlerinde geçen filmler yönetmeye başlayan Allen, yeni filminde Paris’e, özellikle de 1920’lerin Paris’ine bir saygı duruşunda bulunuyor. Çok hızlı çalışan ve hemen hemen her yıl yeni bir filmle karşımıza çıkan Allen geçtiğimiz aylarda bir söyleşisinde “Hiçbir filmim hatırlanmayacak” gibi bir cümle kurdu. Kendi filmografisinin kıymetini bilmeyen Allen’a katılmıyoruz ve yönetmenin kesinlikle unutulmayacak beş filmini bir kez de biz hatırlatıyoruz.
‘AnnIe Hall’ (1977)
Kadın-erkek ilişkilerine dair çekilmiş en iyi filmlerden biri olan ‘Annie Hall’, komedyen Alvy Singer (Woody Allen) ve Annie Hall’un (Diane Keaton) yürümeyen ilişkilerini konu alıyordu. Çok iyi kurulmuş karakterlerin ilişki ve ayrılık sürecinin cesur bir sinema diliyle birleştiği film, sinemada dördüncü duvarın yıkıldığı ve karakterlerin direkt olarak kameraya konuştuğu sahneleriyle de ünlü. Allen dördüncü duvarı yıkma kararını, “İzleyicilerden çoğunun aynı hisleri ve aynı problemleri yaşadığını düşündüm. Onlarla direkt konuşmak ve yüzleşmek istedim” diye açıklamıştı.
Nuri Bilge Ceylan, Türkiye’nin uluslararası alanda en başarılı sinemacılarından biri... “Uzak”tan beri her yapımıyla dünyanın en önemli film festivali Cannes’ın ana yarışmasına seçilen ve buradan önemli ödüllerle dönen Ceylan’ın “Bir Zamanlar Anadolu’da”sı da dünya prömiyerini orada yapmıştı. Festivalin son gününde gösterilen film, ikinci büyük ödül olan Büyük Jüri Ödülü’nü Dardenne Kardeşler’in “Bisikletli Çocuk / Le gamin au vèlo” adlı filmiyle paylaşmıştı.
Ceylan’ın ‘en uzun ve en bol diyaloglu’ filmi olarak anılmaya başlanan “Bir Zamanlar Anadolu’da” tek bir gecede geçiyor. Polis memurları, doktor, savcı ve şoförlerden oluşan bir grup, cinayet zanlısıyla birlikte kırsalda çeşitli mekanları geziyorlar. Amaç, zanlının cinayetin işlendiği yeri göstermesi, yani cinayetin olay yeri tatbikatının yapılması... Bu olay etrafında teker teker karakterlere odaklanan Ceylan, bir drama imza atıyor.
Referansı Anton Çehov
Filmin senaryosu Nuri Bilge Ceylan’ın yanı sıra Ebru Ceylan ve “Üç Maymun”un da senaryosuna katkıda bulunan Ercan Kesal’ın ortak çalışması. Hatta senaryonun çıkış noktasının Ercan Kesal’ın doktor olarak İç Anadolu’da görev yaptığı yıllardaki gözlem ve