Ümit Ünal’ın yönettiği ‘Nar’, dört karakteri tek mekanda buluşturan ve aralarındaki ilişkilere odaklanan bir yapım. ‘Nar’, ‘dar mekanda kısa paslaşmaları’ çok seven yönetmenin ‘9’ ve ‘Ara’sı da düşünüldüğünde ağırlıklı olarak tek mekanda geçen tek filmi değil. ‘Nar’dan yola çıktık ve büyük çoğunluğu tek mekanda geçen yapımları mercek altına aldık
‘12 Kızgın Adam 12 Angry Men’ (1957)
‘12 Kızgın Adam’, usta yönetmen Sidney Lumet tarafından çekilmiş bir klasik. Adalet ve şüphe etrafında dönen film, bir jürinin bir adamın suçlu olup olmadığını tartışması üzerinden giden yapısıyla benzersiz. Aynı zamanda da, 96 dakikalık seyir süresinin sadece üç dakikasını jürinin toplantı odasının dışında geçirip, sinema tarihinin en heyecanlı filmlerinden biri olması nedeniyle de... İlk çıktığı dönemde ilgi görmeyen film, zamanla bir sinema klasiğine dönüştü. Aynı zamanda tek mekanda gerilim yaratma konusunun tüm şartlarını yerine getiriyor: Müthiş diyaloglar, heyecanlı bir konu, dinamik bir yönetim ve dört dörtlük oyunculuklar...
‘İp/Rope’ (1948)
Alfred Hitchcock’un bu cesur filmi, sadece tek mekanda geçmiyor. Teknik zorunluluklar dışında kesmenin yapılmadığı bir film ve gerçek
Yeni nesil Sherlock Holmes filmlerinin ikincisinde aksiyon ve şiddetin dozu artıyor
Dedektiflerin en ünlüsü Sherlock Holmes, iki yıl önce İngiliz yönetmen Guy Ritchie tarafından bir kez daha beyazperdeye uyarlanmıştı. Holmes’u Robert Downey Jr., Doktor Watson’ı ise Jude Law’un canlandırdığı bu uyarlama; kirli, sisli bir Londra’yı arka plan olarak alıp işin içine bolca aksiyon, İngiliz mizahı ve hızlı bir kurgu katıyordu.
Aynı ekip ikinci kez “Sherlock Holmes: Gölge Oyunları” ile karşımızda. Bu kez Holmes, saygın bir profesör olarak görünen James Moriarty’nin Avrupa’da terör eylemleri, cinayetler planladığını ve büyük bir komplo içerisinde olduğunu düşünür. Ancak en yakın arkadaşı ve yardımcısı Doktor Watson evlenip yuva kurmak derdindedir ve bu işlere karışmak istememektedir. Holmes kendisi kadar zeki olan rakibi James Moriarty ile yüzleştiğinde Watson’ın olayın dışında kalamayacağı ve Holmes’un bu olayı çözmek için çok uyanık olması gerektiği anlaşılır.
Bu film ilki kadar “taze” değil
Ritchie ve ekibi bu kez aksiyonun da şiddetin de dozunu artırıyor. Ancak ilk filmde İngiliz mizahı üzerinden ince ince ilerleyen senaryonun esprileri bu kez daha çok fiziksel komediye
Bu hafta Roman Polanski’nin tek bir mekanda, iki orta sınıf aile arasında gerilimi tırmandırdığı filmi ‘Carnage/Acımasız Tanrı’ gösterime girdi. Başrollerinde Kate Winslet, Jodie Foster, Christoph Waltz ile John C. Reilly’nin bulunduğu film, eylülde Venedik Film Festivali’nde Altın Aslan için yarışmıştı. 1978’de 13 yaşında bir kıza tecavüz nedeniyle ceza alan; cezası başlamadan ABD’den kaçan ve 31 yıl boyunca yakalanamayan Polanski, 2009’da İsviçre’de tutuklanmasının ardından bir süre sonra serbest kaldı. İsviçre ev hapsi döneminden sonra çektiği ilk film olan ‘Carnage’ dolayısıyla, Polanski’nin erken dönem başyapıtlarına bakıyoruz.
Polanski
‘Rosemary’nin Bebeği/ Rosamary’s Baby’ (1968)
Roman Polanski’nin ‘Apartman Üçlemesi’nin en popüler filmi. Kadrosunda Mia Farrow ve John Cassevetes gibi oyuncular var. Ve ‘Apartman Üçlemesi’nin özelliklerinden olan tuhaf komşular, paranoyalar... Genç bir çift yeni bir eve taşınır. Kadın hamiledir. Çocuğunun güvenliğini düşünen kadın, kocasının komşularla
birlikte bir işler çevirdiğinden şüphelenmeye başlar. 3 milyon dolarlık bütçesiyle, gişeden
“Kazanma Sanatı”nda Brad Pitt, bir beyzbol takımına yeni bir anlayış yerleştirmeye çalışıyor
Brad Pitt’in oynadığı film, gerçek bir hikayeden yola çıkıyor.
“Kazanma Sanatı / Moneyball”
Yön.: Bennett Miller Oyn.: Brad Pitt (Billy Beane), Jonah Hill (Peter Brand), Philip Seymour Hoffman (Art Howe), Robin Wright (Sharon) Sen.: Steven Zaillian, Aaron Sorkin Gör.: Wally Pfister Müz.: Mychael Danna
Hollywood’un vazgeçemediği konulardan biri olan kazanma odaklı spor filmlerinin en yeni örneği, gerçek bir hikayeye dayanan “Kazanma Sanatı”. Ortalama bir beyzbol takımının genel müdürü olan Billy Beane, yıldız oyuncularını zengin takımlara kaptırınca yeni bir takım oluşturur. Bu kez, yeni işe aldığı Harvard mezunu Peter Brand’in teorisini uygulamaya karar verir: Yıldız oyuncusuz, riskli, her oyuncunun iyi olduğu tek bir işi yaptığı, değersiz olarak nitelendirilen oyunculardan yararlanıldığı bir takım düzeni. Takım sezona kötü başlar ama Beane ve Brand’in sisteme inançları tamdır.
“Kazanma Sanatı” ABD’nin popüler sporu beyzbolun işleyişini merak etmeyen izleyiciler için katlanılmaz. Ancak asıl mesele bu değil. Diğer bir ABD sporu Amerikan futbolunu konu alan kazanma filmi
Brad Pitt’in 1990’lardan beri Hollywood’un en tepesinde, spot ışıklarının altında ve tabii ki endüstrinin en çok kazanan yıldızlarından biri olduğu tartışılmaz. Bugün vizyona giren ‘Kazanma Sanatı/
Moneyball’da onu bir beyzbol takımının genel müdürü olarak izleyeceğiz.
Pitt’i 25 Kasım’da vizyona çıkan Terrence Malick imzalı, Altın Palmiyeli ‘Hayat Ağacı/Tree of Life’daysa Teksaslı bir ailenin sert babası olarak gördük. Kısa süre arayla karşımıza çıkan bu iki film aslında şunu da kanıtlıyor: Pitt’in kariyerinde hem popüler işlere hem de Malick, Coen Kardeşler gibi prestijli isimlere de yer ayıran bir aktör olduğunu. Bu iki film vesilesiyle Pitt’in hangi karakterlerle iz bıraktığını hatırlayalım.
‘Dövüş Kulübü/Fight Club’ (1999)
21. yüzyıla girmeden önceki son sinema fenomenine dönüşen, üzerinden geçen 13 yılda popülerliğini koruyan ‘Dövüş Kulübü’nün başarısından uyarlanan Chuck Palahniuk romanı, yönetmen David Fincher ve senarist Jim Uhls başarısının yanı sıra başrollerdeki Edward Norton ve Brad Pitt’in performanslarıyla da yadsınamaz şekilde etkili oldu. Beyaz yakalı sıradan adamımızla (Norton) bir uçak yolculuğunda tanışan (!) ve onun hayatını değiştiren sabun
“Hugo”nun teknolojisi yeni olabilir ama sizi sinemanın sihir anlamına geldiği eski günlere götüren muhteşem bir film
Brian Selznick’in “The Invention of Hugo Cabret” adlı romanından Martin Scorsese tarafından müthiş bir 3D çalışmasıyla uyarlanan “Hugo”, 1930’ların Paris’inde geçiyor. Hugo saat tamircisi olan babasını (Jude Law) kaybetmiş, Paris’te bir tren istasyonunda kayıp amcasının işini devralarak saatleri kuran bir çocuk. Bir yandan da, kimsesiz çocukları yetimhaneye göndermeye kararlı istasyon görevlisinden saklanmakta. Bir gün, babasıyla birlikte tamir ettiği bir ‘otonom’ robotun çizimleri yanlışlıkla istasyondaki oyuncakçı dükkanının aksi sahibi Georges’un eline geçer. Georges öfkeden çıldırır. Hugo çizimlerini geri almaya çalışırken Georges’un büyüttüğü kitap kurdu kız çocuğu Isabelle’le tanışacak, Isabelle’nin macera merakı da bu iki çocuğun Georges’un öfkesinin nedenini ve geçmişini keşfetmesine yol açacaktır.
Martin Scorsese’nin büyük bir yönetmen olduğunu sinemayı takip eden çoğu kişi biliyor. Daha az bilinen ise Scorsese’nin her filminden önce bir sinema sevdalısı olarak tarihe dalması ve referans almayı düşündüğü filmleri tozlu arşivlerden
‘Melankoli/ Melancholia’‘Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikayesi’‘The Artist/ Artist’‘Uygunsuzlar/ The Misfits’Bugün bir kez daha yollara düşen Gezici Festival 8 Aralık’a kadar Ankara’da olacak. 9-12 Aralık arasında Sinop’a, 14-18 Aralık’ta da İzmir’e uğrayacak. Festivalin yanında ‘gezdirdiği’ filmlere bakalım...
17 yıllık tarihinde, aralarında Kars, Artvin, Bursa’nın da olduğu kentlere uğrayan ve duraklarının sinema kültürüne büyük katkıda bulunan Gezici Festival, sinemayı taşıma misyonunu başarıyla sürdüren bir etkinlik. Ankara Sinema Derneği tarafından T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın katkılarıyla düzenlenen festivalde bu yıl Dünya Sineması’nın önemli festivallerden tescillenmiş yapımları ve Türk sinemasından yeni filmler gibi her zamanki bölümler yine mevcut. Daha özel bölümler arasındaysa Dardenne Kardeşler toplu gösterimi, ‘Arap Baharı’ bölümü, Fin sinemasının ünlü ismi Aki Kaurismaki’den kısalar ve Zeki Demirkubuz’un ‘Kıskandığı Amerikan Filmleri’ dikkat çekiyor.
Festival duraklarında, Sinop Valiliği, Sinop Belediyesi, Konak Belediyesi, Sinop Kültür ve Turizm Derneği ile İzmir Sinema ve Görsel
Yönetmen Çağan Irmak “Dedemin İnsanları”nda ayrımcılığa ve yabancı düşmanlığına, bu eğilimleri sergileyen bir çocuk karakter üzerinden yaklaşıyor
“Dedemin İnsanları”
Yön.: Çağan Irmak
Oyn.: Çetin Tekindor (Mehmet Bey), Durukan Çelikkaya (Ozan), Hümeyra (Peruzat), Yiğit Özşener (İbrahim), Gökçe Bahadır (Nurdan), Sacide Taşaner (Nadire), Mert Fırat (Hasan), Ezgi Mola (Fatma), Sen.: Çağan Irmak Gör.: Gökhan Tiryaki
Çağan Irmak’ın yeni filmi “Dedemin İnsanları”nın ana karakteri Mehmet bey, küçük bir çocukken annesi Fatma ve babası Hasan’la birlikte 1923 Yunanistan-Türkiye nüfus mübadelesi sırasında Girit’ten İzmir’e göç etmiş 60’larında bir adam. Küçük bir Ege kasabasında bir tuhafiyeci dükkanı işleten, mutlu bir aileye sahip Mehmet bey, göç ettiği topraklara özlemini, şişeler içerisinde mektuplar yollayarak gidermeye çalışır. Ancak Mehmet beyin 10 yaşındaki torunu Ozan, dedesini çok sevmesine rağmen onun mektuplar gönderme huyundan hoşlanmamakta ve arkasından ‘gavur’ denmesine içerleyip hırsını ailesinden çıkarmaktadır. Aile fertleri Ozan’ın tavırlarını dizginlemeye çalışır. 12 Eylül darbesi kapıdadır.