Nil Kural

Nil Kural

nil.kural@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Senede bir gün



Jim Sturgess ve Anne Hathaway her yıl aynı gün buluşuyor.


Üniversiteden mezun oldukları gün yakınlaşan ve arkadaş olmaya karar veren Dexter ile Emma’nın hayatlarına 20 yıl boyunca her 15 Temmuz’da şahitlik ediyoruz



Kitap okumaya meraklı, esprili, zeki Emma ile zengin ailenin şımarık oğlu Dexter, Edinburgh Üniversitesi’nden mezun oldukları gün yakınlaşırlar. Tarih 15 Temmuz 1988’dir. “Bir Gün” aralarında duygusal bir yakınlaşma olmasına rağmen arkadaş kalmaya karar veren ve bunu başaran Emma ve Dexter’ın hayatlarındaki 15 Temmuz’ları gösteriyor. 20 yıllık zaman dilimini ele alan
filmde, ilk yıllarda garsonluk yapan ve hayallerini gerçekleştirmenin yanından bile geçmeyen Emma, sevdiği işlerde zamanla başarılı oluyor. Dexter ise gece geç yayımlanan bir televizyon programının sunucusu olarak kariyerinde başarıyı hiç zorlanmadan elde
ediyor ama hayatını toparlamakta zorlanıyor.
Filmin ele aldığı uzun zaman dilimi, ikisinin de hayatın iniş çıkışlarını gözler önüne seriyor. Düşüşler, yükselişler, kayıplar, bunalımlar derken, baştan beri birbirlerinden hoşlanan ve birbirlerine önem veren iki insanın uzaklaşıp yakınlaşmalarını izliyoruz. Ve tabii ki bir olgunlaşma öyküsünü... Özellikle de ayakları yere basan Emma’nın değil de Dexter’ın olgunlaşması filmin öyküsü içinde öne çıkıyor.

Romantik komedi beklemeyin
Film, David Nicholls’un aynı adlı romanından yazarın kendisi tarafından senaryolaştırılmış. Amerikalı oyuncu Anne Hathaway’in İngiliz basını tarafından yerden yere vurulan İngiliz aksanı filmin tek aksayan yeri değil. Danimarkalı yönetmen Lone Scherfig (“Yeni Başlayanlar için İtalyanca / Italian for Beginners”, “Aşk Dersi / An Education”), aslında zor bir yapıdan yani kopuk kopuk gösterilen 20 yıldan bütünlüklü bir his elde edememiş. Filmin hayata dair söylemeye çalıştıkları mantık yoluyla kavranıyor ama bunun duygusal karşılığı izleyiciye geçmiyor.
“Bir Gün”e bir romantik komedi beklentisi içerisinde gitmemek lazım. Film arada sırada esprili bir anlatıma yönelse de genellikle melankolinin ve kayıp hissinin öne çıktığı bir dram.




“Bir Gün / One Day”
Yön.: Lone Scherfig
Oyn.: Anne Hathaway (Emma), Jim Sturgess (Dexter), Romola Garai (Sylvie), Rafe Spall (Ian), Ken Stott (Steven) Sen.: David Nicholls
Gör.: Benoit Delhomme
Müz.: Rachel Portman



Bedenler değişince değişen hayatlar


Komedi türündeki “Hayat Sana Güzel / The Change-Up”, farklı hayatlara sahip iki erkeğin kendilerini birbirlerinin bedenlerinde bulmalarını konu alıyor. Bu erkeklerden biri üç çocuklu aile babası avukat Dave (Jason Bateman), diğeri işsiz güçsüz kadın avcısı Mitch (Ryan Reynolds). Bu değişim ikisinin de hayatını altüst eder. İşlerin daha da karışmaması için kendi bedenlerine
ve hayatlarına dönmenin bir yolunu aramaya başlarlar.
Hollywood’un ara sıra döndüğü bir konu olan beden değişimine bir kez daha değinen “Hayat Sana Güzel”in yönetmeni David Dobkin’i “Wedding Crashers” ve “Shanghai Knights” filmlerinden hatırlıyoruz.
Eleştirmenler başrollerdeki Reynolds ve Bateman’ı övmekle birlikte filmin formüllere dayanan, kolaylıkla tahmin edilebilen senaryosunu hiç beğenmedi.




Baba-oğul hikayesi

Televizyon kökenli yönetmen Atilla Cengiz’in ilk uzun metrajlı kurmaca filmi “Oğul”da başrolleri Rıza Akın, Enes Atış ve Gökhan Atalay paylaşıyor.
Soner’in sevdiği kız, Tunceli’de mevsimlik işçilik yapmaktadır. Onu görmek için Giresun’dan Tunceli’ye giden Soner’in yolculuk ettiği kamyonet kaza yapınca, dağa çıkmış bir gencin babası olan Musa’yla tanışır. Askerler Musa’ya oğlunun fındık işçileri arasında olmaması halinde başının derde gireceğini söylemektedir. Film, bu yılki İstanbul Film Festivali’nde ulusal yarışmada bulunuyordu.






Üç boyutlu silahşörler

Alexandre Dumas’nın 1844 tarihinde yazdığı romana dayanan “Üç Silahşörler” defalarca sinemaya uyarlandı. Şimdilik en son uyarlama ise üç boyutlu olması ve “Resident Evil” serisinin yönetmeni Paul W. S. Anderson’ın imzasını taşıması nedeniyle gençlere hitap etme olasılığı yüksek.
İddialı bir oyuncu kadrosu
Filmde genç D’Artagnan ve üç silahşörler güçlerini birleştirip, ikili oynayan güzel bir ajanı ve onun kötü kalpli patronunu yenmek zorundadır. Başarılı olamadıkları takdirde Fransa tahtını koruyamayacaklardır ve Avrupa’da bir savaş çıkacaktır.
Filmin, aralarında Milla Jovovich, Luke Evans, Mads Mikkelsen, Orlando Bloom ve Christoph Waltz’ın da olduğu iddialı bir oyuncu kadrosunu bulunuyor.




Müslümanlar Amerikalılara karşı
Öldüren Amerikalıların karşısına inançlarıyla çıkan Müslümanları konu alan “Bendeyar”ın tanıtım cümlesi, “İnanıyorsan en güçlü sensin”. Filmde Yaşar Alptekin, Ali Başar, Haşim Ayten ve Yasemin Balık rol alıyor; filmi Joel Leang yönetiyor.


Saddam Hüseyin’in şeytan oğlu
Belçika yapımı “Şeytanın İkizi / The Devil’s Double”, 1980’lerde Bağdat’a geçiyor. Saddam’ın mahkemesine çıkarılan Iraklı asker Latif (Dominic Cooper), Saddam’ın psikopat oğlunun dublörlüğünü üstlenmeye zorlanıyor.
James Bond filmi “Die Another Day”in yönetmeni Lee Tamahori’nin yönettiği film, hem Saddam’ın oğlunu hem de dublörünü canlandıran Dominic Cooper’ın performansıyla övgü topladı. “Diktatörler kötüdür” dışında bir politik tartışma zemini vermediği yazılıp çizilen filmi, İngiliz sinema dergisi Empire “Irak’ta geçen bir Scarface” olarak tanımladı.




Korku klasiğinin öncesi


John Carpenter’ın 1951 yapımı bir filmden uyarladığı, 1982 tarihli “The Thing”, kült
bir korku filmi. Bu hafta vizyona giren, Matthijs Van Heijningen Jr.’un yönettiği
2011 yapımı “Şey / The Thing” ise Carpenter’ın filmindeki olayların öncesini, ‘şey’i bulan
ilk ekibin hikayesini anlatıyor.
Filmde, Antartika’da çalışan Norveçli ve Amerikalı bilim adamları buzulların içinde bir uzay gemisi bulurlar. Gemiden çıkan bir ‘şey’ onları taklit edip bir katliam hazırlamaktadır.
ABD yapımı filmin başrollerini Mary Elizabeth Winstead, Joel Edgerton, Ulrich Thomsen ve Adewale Akinnuoye-Agbaje paylaşıyor.
Film aldığı ilk eleştiriler, yeni “The Thing”in sıradan bir korku filminin ötesine geçemediğine işaret ediyor.