Müthiş yönetmen Anton Corbijn’in imzasını taşıyan John le Carre uyarlaması “İnsan Avı” sinemadaki eksikliği doldurulamayacak Philip Seymour Hoffman’ın son başrolüolması nedeniyle de hüzünlü ama kaçırılmaması gereken bir film
Zamansız ölümünün eksikliğini daha fazla hissediyoruz. Philip Seymour Hoffman’ı “İnsan Avı / A Most Wanted Man”de izlerken aktörün yeteneğine; kusurlu, karanlık, melankolik karakterleri nerelere taşıyabildiğine bir kez daha şahit oluyoruz, ona yeteneğini sergilemesine çok uygun serinkanlı, olgun bir atmosfer sağlayan yönetmen Anton Corbijn’nin yönetimini de unutmamak lazım. Son başrolünde Hoffman, Almanya’nın Müslüman teröristlerle ilgili istihbarat toplayan küçük bir bölümünün başındaki Günther’i canlandırıyor.
Rus bir babanın Çeçen oğlu Issa Kapov, Hamburg’a gelince Günther’in ekibinin dikkatini çekiyor. Kapov, Willem Dafoe’nun canlandırdığı güçlü bir bankerle kendisine kalan yüklü bir mirası almak için bağlantı kuruyor. Bunun üzerine Günther bu paranın nereye gideceği sorusunun yanıtını bulmaya çalışıyor. Ancak Günther’in ekibinin çalışması hem Alman emniyeti hem de Amerikan istihbaratı tarafından takip ediliyor.
Bitmeyen gerilim mesafeli bir
Şeytan çıkarma filmleriyle polisiyeyi birleştiren “Bizi Kötüden Koru”, bir rahiple işbirliği yapan bir polisin “gerçek” hikayesinden yola çıkan bir korku filmi
Bir kez daha üzerinde “gerçek olaylara dayanmaktadır” etiketi olan bir şeytan çıkarma filmiyle karşı karşıyayız. Yönetmen Scott Derrickson, 2005 tarihli “The Exorcism of Emily Rose”u da yönettiği için şeytan çıkarma konusuna yabancı değil. Ancak “Bizi Kötüden Koru / Deliver Us from Evil” ile bir önceki başarılı korkusu “Sinister”ı mumla aratan, kafası karışık bir bulamaç yaratıyor.
Polis memuru Sarchie, bazı tuhaf vakalarla karşılaşmaya başlar. Mesela kendi çocuğunu hendeğe atan kadınlar, yerleri tırmalayan adamlar, garip sesler... Bunlarla başa çıkamamaya başladığında ilk tanıştığında hiç ilgilenmediği şeytan çıkarma uzmanı, bağımlılıkları olan sıra dışı rahip Mendoza’dan yardım ister. Şeytanın karşısında duracak yeni bir ikili böylece doğmuş olur.
Tek avantajı oyuncuları
Film, karanlık atmosferi ve polisiye örgüsüyle akla “Yedi”yi getiriyor. Mendoza’da ise bu janrın başyapıtı “Şeytan”ın kalıpları aşan rahibi Damien Karras’ın silik bir suretini görmek mümkün. Bir de işin içinde nereden çıktığını anlaşılmayan
Frank Miller’ın aynı adlı çizgi romanının ikinci uyarlaması, ilkinin göz boyayıcı yönlerinin artık eskidiğini kanıtlıyor
Günah Şehri / Sin City”, 2005 yılında gösterime girdiğinde büyük övgü topladı. Ünlü çizer Alan Moore gibi birçok kişinin haklı olarak eleştirdiği, maço, kadın düşmanlığı ve ırkçılığın sınırında dolanan Frank Miller metni dolayısıyla takdir görmedi elbette. Filmin kıyamet koparmasının nedeni, yönetmen Robert Rodriguez’in çizgi roman estetiğini yaratıcısı Frank Miller’ın da katkısıyla hiç görülmemiş şekilde sinemaya aktaran seçimleriydi. Erkek gözü ve yaratılan maço erkek zevklerinin hepsine hitap eden filmin konusu da siyah-beyaz sert çizgileriyle uyum içindeydi, buna şüphe yok. Ama tamamen dijital ortamda yaratılan ilk filmlerden biri olan “Günah Şehri”, görüntü estetiği açısından daha önce izlenen herhangi bir şeye benzemiyordu, çizgi roman uyarlamalarına “Bu işi bırakın” diyordu.
Her şey eskisi gibi
Şimdi neredeyse 10 yıl sonra yeni karakterler, aynı estetiğin daha gelişmiş dijital efektler ve 3D’yle süslenmiş hali ve aynı rahatsız edicilikteki metniyle bir kez daha karşımızda. İlk filmin insan duvarı Marv, striptizcisi Nancy gibi eski
Aksiyon yıldızları geçidi “Cehennem Melekleri”nde kadro genişliyor ve genç bir ekip eskilere katılıyor. Ancak bu geniş kadronun iyi sonuçlar verdiği söylenemez
Sylvester Stallone’un, kendisinin de aralarında olduğu aksiyon filmi yıldızlarına saygı duruşu niteliğindeki serisi, “Cehennem Melekleri 3 / The Expendables 3”te kadrosuna yeni isimler katarak devam ediyor. Bütçesini katbekat aşan gişe hasılatı sürdükçe de bir gün her aksiyon adamı “Cehennem Melekleri”nde rol alacak gibi görünüyor. Bu filmin başlıca yeni isimleri kötü adam rolündeki Mel Gibson, Stallone’nin ekibiyle birlikte savaşan CIA ajanını canlandıran Harrison Ford, hapisten kurtarılan ve ekibe katılan Wesley Snipes ve geveze İspanyol rolündeki Antonio Banderas şeklinde sıralanıyor. Bir de Variety dergisi eleştirmeninin “kalça protezi” olarak tanımladığı genç ekip var, bilgisayarlarla filan eski tüfeklere yardımcı oluyorlar.
Stallone ve cehennem melekleri, rutin bir işte Stallone’un öldürdüğünü sandığı azılı kötü Stonebanks’i (Mel Gibson) görüyorlar. Afrika’daki diktatörlere silah satan bu ahlaksızın peşine düşüyorlar ama Stallone işin tehlikesini düşünüp sevgili eski ekibini kovuyor. Onlar sürekli
Luc Besson’un başrolüne Scarlett Johansson’ı yerleştirdiği aksiyonu “Lucy”, beyin kapasitesinin tümünü kullanmaya başlayan bir kadını anlatıyor
Hollywood ile Hollywood’a öykünen ana akım Fransız sinemasının yapımcılığı arasında mekik dokuyan Fransız sinemacı Luc Besson, başrolüne neslinin yıldızı Scarlett Johansson’ı yerleştirdiği bilimkurgu aksiyonu “Lucy” ile filmografisinin son döneminin
en iddialı filmine imza atıyor.
Filme adını veren Lucy, Tayvan’da öğrenci ve erkek arkadaşının taşımasını istediği bir bavulla uyuşturucu kuryeliği yapıyor. İşler karıştığında beyin kapasitesini artıran bir uyuşturucu kanına karışıyor. Lucy’nin hayatındaki yeni süreçte hem beyinsel hem fiziksel kapasitesi akıl almaz seviyelere yükseliyor. Edindiği beceriler arasında telekinezi, beyinsel zaman yolculuğu da var. Ayrıca acı hissetmiyor. Dolayısıyla yenilmesi çok zor bir güce dönüşüyor. Filmde Morgan Freeman, ona yardımcı olmaya çalışan bir profesör rolünde.
“Saçma ama eğlenceli”
Besson, “Nikita”nın da aralarında olduğu filmlerinde kullanmayı pek sevdiği savaşçı kadın tipine “İnsan, beyninin yüzde 10’unu kullanıyor” klişesini ekliyor. Filmin gösterime girdiği ülkelerde aldığı
80’ler ruhunun ve mizahının bir arada olduğu, Marvel çizgi romanlarının sinema uyarlaması “Galaksinin Koruyucuları”, yeni bir seri olacak
Marvel çizgi romanlarının yeni sinema uyarlaması “Galaksinin Koruyucuları / Guardians of the Galaxy”, kaybedenlerden oluşan bir ekibi uzayın derinliklerinde geçen bir mücadelenin içine yerleştiriyor. 1980 bilimkurguları havasının ve mizahının bir araya geldiği film, ana akım bir eğlencelik.
Birkaç yıl yapım cehenneminde kalan filmde, dünyadan kaçırılmış ve galakside hırsızlık yapan Amerikalı Peter Quill, çok önemli bir nesneyi çalıyor. Bunun üzerine azılı kötü Ronan peşine düşüyor. Ondan kaçmaya çalışırken garip ve hepsi onun kadar kaybeden ekip arkadaşlarıyla bir araya geliyor.
Uyarlamalarda taze soluk
Kökenleri 1960 sonlarına dayanan ancak 2008’de yayımlanmaya başlayan bir çizgi roman serisinden uyarlanan “Galaksinin Koruyucuları”, “Iron Man”in de aralarında olduğu Marvel serilerinin mizahını koruyup bunu pek başarılı olmayan ama takım ruhuyla bir şeyler yapabilen anti-kahramanlarla birleştiriyor. Filmin ana kahramanları arasında konuşan ve ırkçılığa uğramaktan mustarip bir rakun ve kas gücü olarak kullanılan bir ağacın da
Defalarca sinemaya ve televizyona aktarılan Zeus’un yarı insan yarı tanrı oğlu Herkülbu kez karşımıza paralı bir asker olarak çıkıyor
Babası Zeus’tan tanrısal güçler, insan annesinden ise maneviyat edinmiş Herkül, sinemanın ve televizyonun en sevdiği kahramanlardan. Steve Moore’un “Hercules: The Thracian Wars” adlı grafik romanından uyarlanan yeni uyarlama “Herkül: Özgürlük Savaşçısı / Hercules” filminde ise onu paralı bir asker olarak izliyoruz. 12 zorlu görevi yerine getiren Herkül ve tecrübeli savaşçılardan oluşan ekibi, Trakya’da bir kral tarafından kiralanıyor. Herkül bu son görevden sonra “Paramı alayım da Karadeniz sahilinde sessiz bir yere yerleşeyim” diye düşünüyor.
Ama görevi ilerledikçe kararını sorgulamak zorunda kalıyor.
Filmin yönetmeni “X-Men” üçlemesinin eleştirilen üçüncü filmi “X-Men: Son Direniş”ten (2006) hatırlanabilecek Brett Ratner. Yönetmen, Herkül rolüne The Rock lakaplı Dwayne Johnson’ı yerleştiriyor. Ona yardımcı rollerde eşlik eden kadroda ise hak ettiği yere bir türlü erişemeyen aktör Rufus Sewell, Spartalı bir savaşçı olarak dikkat çekici. Herkül’ü tutan kral ise müthiş aktör John Hurt tarafından canlandırılıyor. Bütün bu önemli
Bilimkurgu türündeki “Sinyal”, stili öne çıkaran ama sorduğu sorulara yanıt vermeyen bir yapım
Bu yılki Sundance’te izleyiciyle buluşan mütevazı görünümlü, Amerikan bağımsızlarının bilimkurguya son dönem düşkünlüğünün bir ürünü olan “Sinyal / The Signal”, stili ve görüntüleriyle öne çıkıyor. Ama yönetmen William Eubank, nesildaşlarının çoğunun teknik bilip hikaye dinamiklerini bilmeme eğilimini paylaştığı için görsel iddiasına eşlik edemeyen bir hikaye izliyoruz.
Bilgisayar meraklısı parlak öğrenciler
Nic ve Jonah, Nic’in kız arkadaşı Haley’yi Kaliforniya’ya bırakmak için araba yolculuğuna çıkarlar. Yolda kendilerine dadanan bir hacker’a haddini bildirmek için Nevada’ya uğramaya karar verirler. Bu karar, Nic’in kendisini astronot giysileri giymiş Laurence Fishburne’le tanışacağı tuhaf bir araştırma merkezinde bulmasıyla sonlanacaktır. Başlarına ne gelmiştir?
Klipler eklektik duruyor