Türkiye, Suriye iç savaşının ilk gününden beri iki farklı rol üstlendi. Birincisi, sayıları 800 bini bulan mültecilere her konuda yardım etti.
Mülteciler, Suriye politikasının “insani” yüzü olmakla birlikte diğer yüzü biraz daha “soğuk” ve karışık. Türkiye, savaşın ilk gününden beri silahlı muhaliflere de açık, örtülü destek veriyor.
Devletler ve devlet dışı aktörler sınırlarının öte yanında devam eden silahlı çatışmalara, iç savaşlara karşı ilgisiz kalamaz. Nitekim Türkiye de böyle davrandı ve kendisini Suriye işinin tam ortasında buldu.
‘Amatör’ örtülü operasyonlar
“Arap Baharı” devletlerin silahlı gruplara yardım politikalarını da etkiledi. Genelde bu işler istihbarat örgütleri eli ile fakat örtülü, gizli yapılırdı. Açığa çıkması halinde ise ya susulur ya da tamamen inkâr edilirdi. Çünkü böyle bir ilişkinin ahlaki, hukuki ve siyasi maliyeti olduğunu herkes bilirdi.
Türkiye, çoğu zaman Suriyeli muhaliflere politik yardımını kameralar önünde ve beş yıldızlı otellerde yaptı. Hatta hızını alamayan bazı muhalif komutanlar, muharip üniformalarını giyerek toplantılara katıldılar. İnternete resimlerini koydular.
Şimdilerde muhaliflere yapılan/göz yumulan askeri yardımlara ilişkin haberler, görüntü ve kayıtlar medyaya, internete düşmeye başladı. Kısacası ortaya özensiz, amatör bir “örtülü operasyon” tablosu çıktı.
Devletler risk alarak muhaliflere yardım edebilir. Politik, psikolojik, lojistik, silah, teknik malzeme veya eğitim, barınak sağlayabilir. Ancak bunu yapmanın bazı koşullarının olduğu da unutulmamalıdır.
Kapasite ve adaptasyon sorunu
Konunun anlaşılması için iki soruya cevap vermek gerekir. Birincisi, ülkenin böylesine uzun süreli bir örtülü operasyon yapabilme ve başarısız olduğunda bedelini ödeme kapasitesi var mıdır? İkincisi, hızla değişen ulusal ve uluslararası askeri, politik, psikolojik ortamı anlama, öngörme ve adaptasyon yeteneği nasıldır?
Suriye özelinde durum nedir?
Türkiye’nin, Suriye’deki gibi karmaşık uzun süreli bir örtülü operasyonu “kitabına uygun” yürütememesi doğaldır. Çünkü gerekli organizasyonu, yetişmiş personeli, hukuki altyapısı, psikolojik hazırlığı ve böyle bir kültürü sınırlıdır.
Dolayısıyla hedefler ile yetenekler arasında makas büyüktür. Diğer sorun ise Türkiye’de “istihbaratın siyasallaşmasıdır”. Bu durum bir siyasi karar alıcının başına gelebilecek en büyük felakettir.
Suriye iç savaşı gibi sürüncemeye dökülen hadiselerde iç ve dış politik, askeri, psikolojik ortam hızla değişir. Başlangıçtaki kararlar, araçlar, ilişkiler gelinen aşamada işe yaramayabilir. Önceden konulan hedefle de anlamını yitirir.
Tecrübeli ve “güngörmüş” müttefikleriniz hızla sizi terk ederler. Hatta açığa düşürecek karşı operasyonlara başlarlar.
Eğer iç politikada da kırılmalar ve “paralel devlet” tartışmaları sürüyorsa, durum daha da vahimdir. Geçmişte de çok sık gördüğümüz gibi, bazı “duyarlı vatandaşlar” harekete geçecek ortamı bulurlar. Onlar, kamerasız internet kafelerden elektronik posta yollayarak ya da jandarma ihbar hattını arayarak operasyonunuzu kameralar önünde faş eder. Zaten sınırlı olan yeteneklerinizi iyice anlamsızlaştırırlar.