Tartışmalar ve değerlendir-melere bakacak olursak, sanki yerel seçimler sadece Başbakan Erdoğan ve partisinin geleceğini ilgilendiriyor. Oysa tablo bu kadar basit, ilişkiler ise mekanik değil. Çünkü ortada çözüm bekleyen ve yönetilmesi gereken seçimlerden bağımsız bir dizi sorun var.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Danimarka ziyaretinde dikkat çektiği üzere, seçim sonrasına ötelenmiş temel sorunlardan en önemlisi “Kürt sorunu”. Anlaşılan önümüzdeki günlerde bu meselenin gündeme oturması hiç de sürpriz olmayacak.
Cumhurbaşkanı Gül, sorun ile ilgili yapılan yasal düzenlemelerin önemli olduğuna vurgu yaparken, bölgesel gelişmelere de dikkat çekti. Yeniden çatışmalı ortama dönülmemesi gerektiğini belirtti. Görünen o ki devlet katında bazı kaygılar var.
Karayılan ön alırken
Nitekim PKK’nın lider kadrosundan Karayılan, birkaç gün önce yaptığı açıklamada bir yandan seçimin önemine vurgu yaparken bir yandan da tehditlerini sürdürdü. Ona göre bu, “partiler arası bir seçim değil. Bu seçim Kürt halkının özgürlük seçimi” olacak.
Silahlı bir örgütün demokratik kurallara göre yarışan kanadı seçime giderken liderlerinin böyle üst perdeden açıklamalar yapması çok da şaşırtıcı değil. Ancak, söylenenleri etnik bir sorunun tabiatı ve PKK gibi silahlı bir hareketin düşünce sistematiği içinde ele alınca, gelişmelerin seçimden sonra kontrolden çıkma ihtimalinin giderek arttığını söyleyebiliriz. Başka bir ifade ile hükümetin özenle yürütmeye çalıştığı “barış süreci” tehlikeye girme istidadındadır.
Açıkça ifade edilmese de “sürekli demokratik reform” şiarı ile yürütülen yasal düzenlemeler serisinin nihai noktası bir “otonomiye” işaret ediyor. “Otonomi”nin standart bir içeriği, derinlik ve ölçüsünün olmaması şimdiye kadar kamuoyu algısını yönetmekte oldukça işe yaradı.
Hayal kırıklığı ve PKK
Otonomi önerisi silahlı çatışmaları öteleme fonksiyonunu icra etti. Ancak, Suriye’deki gelişmeler, hükümetin cemaat ile mücadelesinin siyasi öncelikleri değiştirmiş olması ve sorunun çözümünde nihai noktanın muğlaklığı konuyu yeni bir aşamaya getirdi.
Dünya örneklerinden de gördüğümüz üzere, sınırları ve içeriği muğlak bir teklif, etnik bir çatışmayı tek başına siyasi bir zemine çekmeye ve silahtan tamamen arındırmaya yetmiyor. Her şeyden önce söz konusu teklifin işlevsel, çatışmaya alternatif değer ve temelde olması gerekir.
Elbette sorun, sadece PKK’ya ne vaat edildiği ve reform süreci ile de ilgili değil. Aynı zamanda devletin/hükümetin bu sorunu çözme kapasitesi de önemli.
PKK, seçim sonrası etnik kimlikle tahkim edilmiş, “fiili otonomi” iddiası ile ortaya çıkabilir. Böyle bir ortamda gruplar arası ilişkiler, temsil, gücün paylaşımı toplumu ve devleti iyice kutuplaştıracaktır. Yerel seçimin, Nevruz gösterilerinin gölgesinde yapılacak olması bu anlamda tartışmaların erkenden başlamasına yol açacaktır.
Sonuçta seçim, hükümetin süreci yönetme kapasitesini muhafaza edip etmediğini test edecektir. Başbakan Erdoğan’ın seçimlerden zayıflayarak çıkması, sahadaki rakibi PKK için hayal kırıklığı demektir.
CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun “barış süreci kimsenin tekelinde değildir” açıklamasının bu “hayal kırıklığını” giderip gideremeyeceğini bilmiyoruz. Ancak birçok sorunun cevabını seçimlerle birlikte alacağımızı söyleyebiliriz.