İstihbarat, gizli devlet faaliyeti olmasına rağmen bu mümkün olamayabiliyor. Bazen istihbarat çalışanları bazen de rakip istihbarat örgütleri gizliliği açık edebiliyor. Sızıntı daha çok kişisel merak, ideoloji, nefret, intikam veya menfaat karşılığında gerçekleşiyor.
Bu aralar tarihte hiç olmadığı kadar sızıntıya tanıklık ediyoruz. Sıradan insanlar istihbarat konularına muttali oluyorlar. Tıpkı dış politika gibi, istihbaratta geniş kitlelere açılıyor. İlginin odağında biraz özgürlükler ve özel hayatın korunması, birazda merak var. Bütün bunları da iletişim teknolojilerine borçluyuz.
- İstihbarat dünyasının popüler olayları.
İstihbarat dünyasındaki tek tartışma Alman istihbaratının Türkiye’yi dinlemesi değil. Bu alanda heyecan verici birçok olay var. Türkiye’de ki hilkat garibesi casusluk davalarından, CIA’in Senato İstihbarat Komitesinin bilgisayarına sızmasına kadar. Bu arada Alman Başbakanı Merkel’in dinlenmesini ve Snowden’in sızıntılarını da unutmamak gerekir.
- Almanya’nın Türkiye ilgisi.
İstihbarat pahalı bir faaliyettir. Çıkarların çatıştığı, belirsizliklerle dolu uluslararası rekabet ortamında gerçeğe yakın bilgi üretebilen istihbarat örgütü karar
Obama, 28 Mayıs’ta, Kara Harp Okulu’nda subaylara hitaben yaptığı konuşmada, mealen; artık, ABD askerlerinin karada bir çatışmaya çok özel şartlar hariç girmeyeceğini belirti. Özellikle de mezhep savaşlarının hüküm sürdüğü Ortadoğu’da.
Bu konuşmadan birkaç ay sonra IŞİD’in Kuzey Irak’ta ilerleyişine tanıklık ettik. Binlerce insan yerlerinden yurtlarından oldu. ABD insani yardımın yanı sıra, Kürtlere silah yardımı ve havadan müdahaleyle yeniden sahaya çıktı. IŞİD’in ilerleyişini “şimdilik” durdurdu. Kaygı ve korku devam ediyor.
Obama müdahaleyi savunurken, sivillerin korunmasından ve ABD’nin Erbil’de varlığını güvenliğe almaktan söz etti.
Erbil’den kıl payı kaçmak
Alanda bir insanlık trajedisi yaşanıyor. Binlerce sivilin acil yardıma ihtiyacı var. Bu gün ABD, Irak’ın yakın tarihinde olup bitenlerin baş sorumlusu olarak kaçamayacağı bir “görev”le baş başa.
Erbil’deki ABD varlığının korunmasına gelince. Bölgede aniden gelişen güvenlik risklerine dair oldukça öğretici bir tarihi tecrübe var. BM kararıyla 36. paralelin kuzeyine çıkışı yasaklanmış olan Saddam’ın askerleri, 1996 Eylül’ünde sürpriz bir saldırıyla gece yarısı Erbil’e girdiler. Bölgede görevli ABD askerleri
IŞİD’in kuzeye ilerleyişi şimdilik hız kesmiş gibi görünüyor. Yine de yüz binlerce insan korku ve endişe içinde yerinden yurdundan oldu. Tam bir insanlık trajedisi yaşanıyor ve maalesef yaşanmaya da devam edecek. Önceki yazımda peşmergenin ricatının sadece askeri nedenlere açıklanamayacağını belirtmiştim.
Irak’ta yaşanan politik kriz ve askeri zayıflık, Bölgesel Kürt Yönetimi tarafından hızla fırsata çevrilmişti. Şii ağırlıklı yolsuzluğa batmış Irak ordusunun Musul’dan firarı, Kerkük’te konuşlu olan birliklerin de peşmerge tarafından silahlarına el konularak kapı dışarı edilmesini sağladı. Barzani tek kurşun atmadan Kerkük’te kontrolü tam olarak sağladı. Dahası, planlarında olmayan, fazladan köyler ve kasabalar da peşmergenin eline geçti. Çoğunda Ezidiler, Hıristiyan Kürtler ve Türkmenler gibi tarihi önyargılarla dışlanmış topluluklar yaşıyordu. Peşmergenin bu grupları savunmak için ölümü göze alması zaten beklenemezdi. Nitekim de öyle oldu.
Ordunun çöküşüyle birlikte, girintili çıkıntılı, nereden geçtiği tam belli olmayan ve uzunluğu 1100 km’yi bulan bir sınır çıktı. Bu sınırın, IŞİD gibi “korku ve dehşet efsaneleri” ile beslenmiş bir tehdide karşı korunması gerekiyordu.
Geçen ay, Irak ordusu silah ve sayısal üstünlüğüne rağmen Musul’u IŞİD’e Kerkük’ü Kürtlere terk ederek kaçtı. Oysa sadece Musul’da 30 bin civarında askeri vardı.
Bu sonuç, Başbakan Maliki’nin yanı sıra yeni ordunun mimarı, eğiticisi ve tedarikçisi ABD içinde şoke ediciydi. Ancak sonuç sürpriz değildi. Çünkü, çokça bilenen bir ifadeyle, ordu kurmak “çadır” kurmaya benzemiyordu. Özellikle de Ortadoğu’da.
Bulaşıcı korku: IŞİD
Irak ordusunun fiyaskosunun ardından Bölgesel Kürt Yönetimi silahlı gücü peşmerge de IŞİD karşısında benzer duruma düştü.
Saldırıya uğrayan Yezidi Kürtler ve Türkmenler canlarını kurtarmak için kaçarken, onları korumakla yükümlü peşmerge daha hızlı davrandı. Irak ordusundan tek farkı hızlı ama “düzenli” kaçmasıydı. Barzani de tıpkı Maliki gibi bu tabloya çok sinirlendi.
Çatışmalar uzun bir hat üzerinde devam ediyor. Genişleyerek devam edeceğini söylemek abartı olmaz. Gelişmelere bakacak olursak önümüzdeki günlerde peşmergenin heyecan verici bir başarı öyküsüne de tanıklık edemeyeceğiz.
Güneyi-mizde dikkat çekici gelişmeler yaşanıyor. İsrail, ne olduğu tam anlaşılmayan “politik hedeflerini” gerçekleş-tirmek için saldırılarını sürdürüyor. Gazze’de çok sayıda sivil hayatını kaybetti. Hamas ise sıkı hazırlandığı belli olan asimetrik savaşta tahminlerin ötesinde direnç gösteriyor.
Mısır, Sina’da güvenlik sorunuyla karşı karşıya. Irak-Suriye-Lübnan hattı oldukça karışık ve kaygı verici. Siyasi sınırlar askeri manada kevgire dönmüş durumda.
Lübnan-Suriye-Irak hattı
Lübnan, milyondan fazla mülteciye, Hizbullah gibi devlet dışı grupların Esad rejimini takviyesine ve Sünnilerin isyancıları desteklemesine rağmen, Suriye iç savaşını sınırlarının dışında tutmayı başardı. Ne var ki El Nusra’nın son saldırıları “beladan uzak durma” politikalarının sonu olabilir.
Öte yandan, Irak’ı Suriye iç savaşından ayrı düşünmemiz mümkün değil. Her iki ülkenin “devletten geriye kalan” artıkları devlet dışı aktörlerle savaşıyor. Rakipler tek, savaş ülke sınırları içinde kalsa, askeri ve siyasi tabloyu geleneksel yaklaşımlarla açıklayabilirdik. Fakat mümkün değil.
Sahada olaylar, ilişkiler ve dengeler hızla değişiyor. Siyasi ve askeri resim net değil. Böyle bir ortamda,
İsrail, Gazze operas-yonunun başladığı ilk günlerde bazı yedek askerlerini göreve çağırdı. Operasyondan neredeyse üç hafta sonra, ordu ilave bir grubu daha göreve çağırmak zorunda kaldı. Askeri açıdan manzara, Gazze’de işlerin öngörüldüğü biçimde ilerlemediğini, yeni sorunların çıktığını gösteriyor.
Aslında İsrail, sivil kayıpların yüksekliğine ve savaşta ki yıkıma rağmen, tarihte hiç olmadığı kadar rahat şartlarda operasyonlarını sürdürüyor.
Öncelikle Batılı başkentler olup bitenlere ciddi bir tepki vermiyor. Tersine, İsrail’e Hamas’ın şahsında; “radikal İslamcı/cihadist teröristlerle” mücadelede elini çabuk tut! der gibiler. Ayrıca devlet dışı bir aktörle askeri mücadelenin teorik, teknik ve saha tecrübelerini paylaşmak için sabırsızlanıyorlar.
Arap ülkeleri ise siyasi bölünmeler, farklı önceliklerle meşguller. Kendi dertlerine düşmüş durumdalar. Birçoğu ise devlet olma kapasitesini yitirmiş durumdalar. Birleşmiş Milletler’den söz etmenin gereksizliği ortada. Bu tabloda tek sesi çıkan ülke Türkiye gibi görünüyor.
İsrail’e açılan kredi
İsrail, Batı tarafından bilinçli, İslam dünyası tarafından “acizlik, bencilik ve şuursuzluk” nedeniyle kredilendirildi.
Gazze’yi terk eden İsrail’in güvenlik endişelerini giderecek iki nedeni vardı. Güçlü istihbarat ve Gazze’nin coğrafi şartları. Geride bıraktığı Arap haber elemanları ve istihbarat teknolojisi haklı olarak bu fikri pekiştiriyordu. Gazze’nin coğrafi küçüklüğü ve izole olması sonuçta onu “statik” bir savunmaya mahkum ediyordu.
Hamas’ın iktidara gelmesiyle “zayıf nokta” öngörüsünün doğru olmadığı ortaya çıktı. Nitekim İsrail son altı yılda üç büyük askeri operasyona girişmek zorunda kaldı.
İsrail ordusu, yeni güvenlik ortamına göre yetenek ve kapasitesini geliştirirken Hamas’ın da boş durmadığını son operasyonlarda gördük. O da, rakibi İsrail gibi, yaratıcı taktikleri ve savaş performansı ile göz doldurdu.
İsrail, Hamas’ın silahlı unsurlarının eğitim düzeyinin yüksek, füze konularında da kapasitesini geliştirdiğini tahmin edebiliyordu. Fakat en büyük sürprizi “tünel” sisteminde yaşadı.
Tünel sistemi ne işe yarar?
Tünel sistemi Gazze için hayat demek. Sisi’nin iktidarı ele geçirinceye kadar iyi işleyen “tünel ekonomisi” ve tünel ikmal sistemi vardı. Tüneller sadece yiyecek temini için değil silah ve askeri malzeme geçişi içinde stratejik öneme sahipti.
Türkiye bu günlerde Gazze, Cumhur-başkanlığı seçimleri ve “paralel polis” operas-yonlarına odaklanmış durumda. Yine Irak’ta belirsizlik, Ukrayna’da iç savaş diğer ilgi konusu. Gündemden düşmüş olsa da Suriye’yi de listeye eklemek gerekli.
Suriye iç savaşının boyutlarından birini de Kürtlerin durumu oluşturuyor. PKK sorunundan ayrı düşünülmesi mümkün olmayan Suriyeli Kürtlerin geleceği de ne yazık ki muğlak.
Suriye Kürtleri ve değişen koşullar
Suriye’de askeri ve siyasi tablo değişiyor. Bugünlerde Esad, kendisini rahat hissediyor olmalı. Muhalifler ise ne yazık ki revaçta değiller ve gittikçe gözden kayboluyorlar. İstikballerinden de pek umut yok. Diğer muhalifler gibi Kürtlerin de endişelenmeleri için bir dizi neden var.
Kürtler, savaşın başında ne Esad’ın ne de Arap muhaliflerin öncelikli hedefi değildiler. Oysa şimdi durum değişiyor. Irak’a da yayılan iç savaşın aktörleri, ilişkileri, hesapları ve coğrafyası değiştikçe Kürtlerin de kaygısı artıyor.