Güneyi-mizde dikkat çekici gelişmeler yaşanıyor. İsrail, ne olduğu tam anlaşılmayan “politik hedeflerini” gerçekleş-tirmek için saldırılarını sürdürüyor. Gazze’de çok sayıda sivil hayatını kaybetti. Hamas ise sıkı hazırlandığı belli olan asimetrik savaşta tahminlerin ötesinde direnç gösteriyor.
Mısır, Sina’da güvenlik sorunuyla karşı karşıya. Irak-Suriye-Lübnan hattı oldukça karışık ve kaygı verici. Siyasi sınırlar askeri manada kevgire dönmüş durumda.
Lübnan-Suriye-Irak hattı
Lübnan, milyondan fazla mülteciye, Hizbullah gibi devlet dışı grupların Esad rejimini takviyesine ve Sünnilerin isyancıları desteklemesine rağmen, Suriye iç savaşını sınırlarının dışında tutmayı başardı. Ne var ki El Nusra’nın son saldırıları “beladan uzak durma” politikalarının sonu olabilir.
Öte yandan, Irak’ı Suriye iç savaşından ayrı düşünmemiz mümkün değil. Her iki ülkenin “devletten geriye kalan” artıkları devlet dışı aktörlerle savaşıyor. Rakipler tek, savaş ülke sınırları içinde kalsa, askeri ve siyasi tabloyu geleneksel yaklaşımlarla açıklayabilirdik. Fakat mümkün değil.
Sahada olaylar, ilişkiler ve dengeler hızla değişiyor. Siyasi ve askeri resim net değil. Böyle bir ortamda, hükümetlerin, siyasi, askeri, diplomatik öngörülerde bulunması, hazırlıklı olması da oldukça zor.
Herkesin herkesle savaşı
Suriye hükümeti, farklı politik amaçla hareket eden “isyancılara” karşı savaşıyor. İsyancılar ise hem hükümete hem de birbirlerine karşı savaşıyorlar.
Hatta hızlarını alamayıp, sınır ötesinde operasyona giriştikleri de oluyor. Özellikle de, Irak, Lübnan, Türkiye ve Ürdün’de.
IŞİD (Irak Şam İslam Devleti) sınır aşan örgütlerin en aktifi.
Aynı anda iki ayrı ülkede operasyon yapabiliyor. PYD’nin ise bundan hiç geri kalır tarafı yok. PKK sayesinde “Birleşik Karargâh” gibi çalışabiliyor. Peşmerge, IŞİD çatışmasında tanık olduğumuz gibi. Sınırı aşarak başka bir devlet dışı aktöre yardıma gidebiliyor. Sınır ötesi operasyonla “dost” kuvvetleri takviye edebiliyor.
Çatışmaların özelliği
Sahada bazı özellikler dikkatimizi çekiyor. Birincisi, çatışmaların asimetrik karakteri, onu, zamana ve coğrafyaya yayacaktır. Uzayan çatışmalar devletleri çökertirken devlet dışı aktörleri güçlendirecektir.
İkincisi, bölgede savaşan ülke ve grupların sponsor bulmaları gittikçe kolaylaşıyor. Önceleri sadece devletler bu rolü üstlenirken şimdilerde devlet dışı aktörler de birbirlerine sponsor olabiliyorlar. Bu durum “vekâlet savaşlarını” yaygınlaştıracaktır.
Savaşların etnik, dini, mezhebi, sosyal, ekonomik ve kişisel nedenleri düşmanlık ve nefret duygularını besliyor, onları daha kanlı ve vahşi yapıyor.
Hızlı sosyal ve ekonomik değişim, savaş ve çatışmaları kırsaldan şehirlere ve kasabalara doğru yayıyor. Bu durum daha fazla kayıp, yıkım, yoksulluk, göç, insanlık suçu ve açlık demektir.
Öte yandan, “kaynaklar” savaşların ve çatışmaların stratejik hedefi haline geliyor. Özellikle de petrol, doğalgaz, su ve tarım alanları gibi.
Son olarak, savaşan taraflar birbirinden bir şeyler öğrenerek yaratıcılıklarını geliştiriyor. Ne yazık ki bu yaratıcılık ise sadece yıkım için kullanılıyor.
Bölge ülkesi Türkiye’nin bütün bu gelişmelerden etkilenmemesi düşünülemez. Olumsuz etkiler bütünüyle önlenemese de maliyeti düşürülebilir. Stratejik akıl, gerçekleştirilebilir rasyonel hedefler, kapasite inşası ve halkın desteğiyle.