PKK’nın kuruluşundan bu yana kırk yıl geçti. Örgüt her şeye rağmen bu güne geldi. Yine geçmişteki gibi eylemleri ve verdiği mesajlarla Türkiye’nin gündemine oturmuş durumda. Olanları anlamlandırmak ve olası sonuçlarına dair öngörüde bulunmak için geçmişe bir göz atmak bazen öğretici olabilir.
Üç temel neden
PKK’nın inişli çıkışlı tarihinde üç unsurun etkili olduğunu görüyoruz. Birincisi, örgütten kaynaklanan hususlar. Örgütün yapısal özellikleri ve kültürü, dinamizm kadar krizlere de neden olabiliyor. Soğuk Savaş sonrası Marksist/Leninist ideolojiyi terk etmek zorunda kalması gibi.
Öte yandan, “uzun süreli halk savaşı” stratejisinin uygulamada bazı krizler çıkardığı da oldu. PKK, 1986, 1992 ve 1994’te üç önemli krizle karşılaştı. Bunlar eylemlere yanlış hedeflerden başlamak, “erken iktidar” hastalığı ve gerilla savaşının aşamalarını doğru belirlememek şeklinde listelenebilir.
Devlet/hükümet politikaları
Cumhurbaş-kanı Erdoğan, hafta sonu, uçuşa yasak ve güvenlikli bölge tartışmalarına yeni bir boyut getirdi. Uygulamanın sadece Suriye’yi değil Irak’ı da kapsayacak biçimde ele alınarak, 36’ncı paralelin kuzeyini kapsaması gerektiğini ifade etti. Söz konusu bölge, kaba bir hesapla, 120 bin km2 coğrafi genişliğe ve 10-14 milyon nüfusa tekabül ediyor. Suriye’de Halep dahil birçok şehir ve kasabayı da içine alırken, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi için de tam güvenlik öneriyor.
Güvenlikli bölge olarak önerilen coğrafyanın büyük kısmında devlet otoritesi yok. İç savaş ve çatışmalar çeşitli cephelerde sürüyor. Hedefte ise iki güç var. Birincisi, sınırlı da olsa, yerel Sünni halk tarafından desteklenen ve küresel çapta ideolojik motivasyonla hareket eden IŞİD. Örgüt, terör uygulama ve gerilla savaşı yapma kapasitesini geliştirmeye devam ediyor. Diğer hedef ise zayıflamış da olsa Esad rejimi.
Altyapının tamamen çökmüş olması, milyonlarla ifade edilen mültecilerin varlığı, sahaya ve halka dair bilginin kıtlığı, güvenlikli bölge uygulamasının başlangıcı için karada hatırı sayılır sayıda askeri güce ihtiyaç olduğunu gösteriyor. Söz konusu bölgede güvenliğin sağlanması, hava unsurları
Türkiye ile peşmerge arasında uzun yıllara dayanan bir işbirliği var. Türkiye 1990’lar boyunca peşmergeye ateş desteği, silah, lojistik ve parasal yardımda bulundu. Geçmişte olduğu gibi bu gün de işbirliğinin koşulları oluşmuş görünüyor.
Hükümet, bölgesel sorunlar, askeri gelişmeler ve dengeler çerçevesinde peşmergenin Türkiye’den geçerek Kobani’ye gitmesine izin verdi. Bu, günümüz uluslararası ilişkiler dünyasında anlaşılabilir bir durum. Hükümetler siyaseti, sadece devletlerle değil, “devletimsi yapılarla” da yürütmek zorundalar. Fakat kararlar ve işbirliği kadar, bunu hayata geçirme şekliniz ve yetenekleriniz de önemlidir.
Peşmerge geçerken
Gündemdeki diğer konuların gölgesinde kalsa da peşmergenin intikal görüntülerini televizyon ve internette izlemek mümkün. Konvoy, savaşa giden askeri birlikten çok, “Fener Alayı’na” benziyordu. Bu tablo, gerek içeride gerek dışarıda çeşitli tartışmaları tetiklemenin yanı sıra üzerinde düşünmeyi de hak ediyor.
Nitekim görüntüleri mercek altına alınca iki noktaya odaklanmamız gerektiğini görebiliyoruz. Birincisi, Kürt Yönetimi ve peşmergelerden kaynaklananlar, ikincisi Türkiye’den kaynaklanan nedenler.
Peşmergenin kurumsal
Dış politika medya gündemini bir hayli meşgul ediyor. Fakat bugün “dış politikanın” halkımızın öncelikli sorunu olmadığını ve silahlı müdahale, savaş, çatışma gibi “sert” yöntemlerden de pek hoşlanma-dığımızı ortaya koyan bir araştırmadan söz etmek istedim.
Araştırmanın kurgusu
Uzmanlık alanı dış politika analizi olan, Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden Doç. Dr. Özgür Özdamar ve proje ekibi TÜBİTAK’ın desteklediği 24 aylık bir dış politika araştırması gerçekleştirdi. Araştırma, siyasi aktörlerin, elitlerin ve halkın dış politika konularında tutumunu ve Türkiye’ye biçtiği rolleri ortaya çıkarmayı hedefliyor.
Özdamar, ilk aşamada karar alıcıların dış politika söylemlerini ele almış. Literatür taramasının ardından liderlerin konuşmalarını içerik analizine tabi tutmuş. Ardından seçkinlerle, Türkiye’nin dış politika rolleri ve tutumlarının ne olması gerektiği belirlemeye çalışmış. Farklı görüşteki diplomat, akademisyen, işadamı, gazeteci elli kişiyle derinlemesine mülakat yapılmış.
Son olarak geniş bir anketle kamuoyunun dış politikaya dair tutumlarını ölçmüş. Özdamar, sonuçlar hakkında şunları ifade ediyor.
IŞİD Kobani’ye saldırmaya başladığında ABD yetkilileri, bu şehrin öncelikli askeri hedefleri arasında olmadığını müteaddit defa dile getirdiler. IŞİD gibi küresel bir soruna odaklanmış ve stratejinin ağırlık merkezini Irak’a kuran ABD’nin harekât planlarında Kobani taktik bir hedef olarak görülüyordu. Ancak “değişen politik” ortamın, Kobani’yi, ABD nezdinde hızla farklı bir noktaya taşıdığını gördük.
Başlangıçta Türkiye’nin isteğiyle hava saldırılarını yoğunlaştıran ABD, zamanla Kobani’ye daha fazla angaje oldu. Bir gece yarısı, PKK/PYD güçlerine sağlanan havadan ikmal, havayı hızla değiştirdi. İşin politik boyutu, askeri boyutunu fersah fersah geçti. Hatta Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu operasyonu sertçe eleştirdi. Son tahlilde PKK’ya havadan ikmalin gittikçe uzayan ve sürüncemeye dökülen müzakerelerde uyarıcı bir işaret fişeği olduğu anlaşılıyor.
Zincirleme reaksiyon
Her askeri harekâtın politik bir amacının olduğu genel kabul görmüş bir kuraldır. ABD’nin PKK’ya Kobani’de havadan ikmal yapması politik arenada birden fazla taşı yerinden oynattı.
İlk olarak Türkiye-ABD ilişkilerinin, kamuoyu önünde olmasa da kapalı kapılar ardında gerilimli bir süreçten geçtiğinin
Etnik bir sorununuz var ve bunu kalıcı bir barışla sonlandırmak istiyorsanız, günün sonunda memlekete uygun gördüğünüz “siyasi bir tablo” çizmeniz ve bunun için de meşakkatli bir sürece katlanmanız gerekiyor.
Meşakkatten kastımız, çözüm süreci uzadıkça, yönetilmesinin daha da zor olacağıdır. Bu, konuyla ilgilenen herkesin paylaştığı bir gerçek. Hele Ortadoğu gibi sürprizlerle dolu bir bölgede yaşıyor iseniz bu kuralı asla göz ardı etmemelisiniz.
Nitekim hükümetin PKK ile başlattığı “çözüm sürecini” kuşatan dünya içeride ve dışarıda hızla değişiyor ve değişmeye devam edecek gibi görünüyor. Bu çerçevede aktörlerin, sorunların sayısı, başlangıç pozisyonları, hesap ve istekleri de değişiyor.
Değişim
Arap Baharı’nın tetiklediği Suriye iç savaşı, bunun canlı örneklerinden biri. İç savaş, bölgesel dengeleri, oyuncuları ve ilişkileri kökten değiştirdi. Bu değişiklik “çözüm sürecini” de etkiledi.
Zaten kırılgan olan Irak, Suriye krizinin çekim alanına da girince, IŞİD gibi “küresel” bir olgunun taban bulmasına ve güçlenmesine imkân sağladı. IŞİD’in yarattığı tehdit, etki ve dalgalanma “çözüm sürecini” de vurdu. PKK bu süreçten kendisinin bile ummadığı yeni avantajlar elde
Geçen hafta, “Kobani” bahanesi ile PKK çeşitli yerlerde şiddet ve terör rüzgârı estirdi.
İçişleri Bakanı Efkan Ala, kayıpların ve maddi hasarın büyüklüğünü ortaya koydu. Şimdilik 36 kişi hayatını kaybetti. Aralarında 212 okulun da bulunduğu çok sayıda bina yakıldı. En dikkat çeken ise 25 kaymakamlık binasının saldırıya uğramış olması.
Olaylar, “güvenlik” konularını hükümetin gündemine taşıdı. İlk tepki, kolluk teşkilatının yetkilerini artırmak için yasaların değiştirilmesi girişimi oldu. Oysa sorun “yasa” değişikliğiyle baş edilebilecek kadar basit değil.
Mozaik olaylar
Olaylar “mozaik” karakterde. Bunun anlamı, her biri zaman ve mekâna göre değişiklik göstermektedir. Başka bir ifadeyle, şehir ve kasabalarda yaşanan olayların iç dinamikleri, aktörleri, hedefleri birbirinden farklıdır. Üstelik sözü edilen 1990’lara da benzemez.
Türkiye, son kırk yıldır, kendi türünün en karmaşık örneği olan PKK sorunuyla uğraşıyor. PKK; organize, uzatılmış, askeri-politik bir ayaklanma stratejisi izliyor.
IŞİD’le mücadelenin, diğer gelişmelerle etkileşerek küresel bir soruna dönüştüğünün emareleri ortaya çıkmaya başladı. Bu nedenle Türkiye’nin zorluğu sadece güneyinde ki istikrarsız-lıklardan kaynaklanmıyor.
Baş etmesi gereken bir diğer konu da küresel oyuncuların davranışlarını, tıpkı Soğuk Savaş günlerindeki gibi, hesaba katmak. Bu durum Türkiye’nin işini bir hayli zorlaştırıyor.
ABD liderliğindeki koalisyon, çok tartışmalı IŞİD’le mücadele stratejisini açıkladı. Operasyonun IŞİD’i hedef alacağı ve ağırlık merkezinin de Irak olacağını ilanı etti.
Açıklanan strateji Rusya ve İran’ı “mutlu” etmiş görünüyor. Koalisyon uçaklarının Suriye hava sahasını her gün ihlal etmesine rağmen “egemenlik” konularında çokta hassas olan ne Rusya, ne İran, ne de Esad rejiminden hiç itiraz gelmemesi bundandır.
Son tahlilde ABD’nin IŞİD’le mücadele planı, Rusya ve komşusu Orta Asya ülkelerinden bölgeye giden “savaşçıları” avlaması demek. Elbette iş bununla bitmiyor.
Rusya, gerek renkli devrimleri gerek Arap Baharı’nı baştan beri Batılı istihbarat örgütlerinin iktidarlara karşı düzenlemiş “örtülü operasyonlar” olarak okuyor. Bu nedenle IŞİD, Irak ve Suriye’deki gelişmeleri de bu