Geçen hafta, “Kobani” bahanesi ile PKK çeşitli yerlerde şiddet ve terör rüzgârı estirdi.
İçişleri Bakanı Efkan Ala, kayıpların ve maddi hasarın büyüklüğünü ortaya koydu. Şimdilik 36 kişi hayatını kaybetti. Aralarında 212 okulun da bulunduğu çok sayıda bina yakıldı. En dikkat çeken ise 25 kaymakamlık binasının saldırıya uğramış olması.
Olaylar, “güvenlik” konularını hükümetin gündemine taşıdı. İlk tepki, kolluk teşkilatının yetkilerini artırmak için yasaların değiştirilmesi girişimi oldu. Oysa sorun “yasa” değişikliğiyle baş edilebilecek kadar basit değil.
Mozaik olaylar
Olaylar “mozaik” karakterde. Bunun anlamı, her biri zaman ve mekâna göre değişiklik göstermektedir. Başka bir ifadeyle, şehir ve kasabalarda yaşanan olayların iç dinamikleri, aktörleri, hedefleri birbirinden farklıdır. Üstelik sözü edilen 1990’lara da benzemez.
Türkiye, son kırk yıldır, kendi türünün en karmaşık örneği olan PKK sorunuyla uğraşıyor. PKK; organize, uzatılmış, askeri-politik bir ayaklanma stratejisi izliyor.
Devletin/hükümetin otoritesini, meşruiyetini zayıflatmayı, yok etmeyi, halkı kontrolü altına alarak kendi “iktidarını” inşa etmeyi hedefliyor.
Amacına ne kadar yaklaştı bilmiyoruz. Ancak hükümetin tepkisine ve hasar istatistiklerine bakacak olursak, PKK’nın ciddi bir ilerleme kaydettiğini söyleyebiliriz.
‘Hibrit’ strateji
PKK “hibrit strateji” izliyor. Basit basın açıklamasından sokak gösterilerine, Bingöl’de polislerin suikastla şehit edildiği terörden kışlaların taciz edildiği gerilla hareketlerine kadar geniş bir yelpazeden söz ediyoruz.
Üstelik bu stratejinin bileşenleri arasında kesin bir sınır da yok. Farklı türde eylemlerin ne zaman başladığını, ne zaman biteceğini veya ötekine dönüşeceğini, işlerin hangi noktada kontrolden çıkabileceğini kestirmek çok zor.
Değişken karakter
Son olaylar bize yaşananların mekânsal anlamda da karakterinin ne kadar çeşitlendiğini gösterdi.
Çatışmaların ilk grubunu devlet /PKK militanları arasında geçen “otorite üstünlüğü” oluşturmaktadır.
İkinci grubu PKK’nın tek ideoloji ve yöntem dayattığı mekânlarda İslamcı Kürt gruplarla yaşanan şiddet olayları oluşturuyor. Bu bir anlamda Irak ve Suriye’de yaşanan çatışmaların Türkiye içlerine ulaşan “gölgesi” olarak da görülebilir. Ne gibi tehlikeler içerdiğini ise televizyonlardan naklen izliyoruz.
Üçüncü gruptaysa, eylemler farklı coğrafi alanlarda “etnik” bir karaktere dönüşebilmektedir. Türk-Kürt, Kürt-Arap çatışmasına dönüşme potansiyeli taşımaktadır.
Dördüncü grubu devlet otoritesini zayıfladığı anda ortaya çıkan, sosyal ekonomik sorunlarla tahkim edilmiş “yağma” olayları oluşturmaktadır. Bu tür eylemlerin, mal canın yongasıdır deyişinde olduğu gibi ciddi güvensizlik ve korku yaratacağı ve sermaye göçünü hızlandıracağı da bir gerçektir.
Böyle bir ortamda, kaybedilen ve hasar gören kamu otoritesini hukuk çerçevesinde yeniden inşa epey meşakkatli bir iştir. Zaman alır. Sadece bir yasa sorunu da değildir. Her “karakter” için farklı yaklaşım gerektirir.
“Kamu güvenliği” devletin olmazsa olmazıdır. Müzakere yürütülürken, devletin güvenlik görev ve kapasitesini sınırlamak, PKK’nın uğruna otuz yıldır uğraştığı “halkın kontrolü” hedefine kolayca ulaşması demektir.