Türkiye ile peşmerge arasında uzun yıllara dayanan bir işbirliği var. Türkiye 1990’lar boyunca peşmergeye ateş desteği, silah, lojistik ve parasal yardımda bulundu. Geçmişte olduğu gibi bu gün de işbirliğinin koşulları oluşmuş görünüyor.
Hükümet, bölgesel sorunlar, askeri gelişmeler ve dengeler çerçevesinde peşmergenin Türkiye’den geçerek Kobani’ye gitmesine izin verdi. Bu, günümüz uluslararası ilişkiler dünyasında anlaşılabilir bir durum. Hükümetler siyaseti, sadece devletlerle değil, “devletimsi yapılarla” da yürütmek zorundalar. Fakat kararlar ve işbirliği kadar, bunu hayata geçirme şekliniz ve yetenekleriniz de önemlidir.
Peşmerge geçerken
Gündemdeki diğer konuların gölgesinde kalsa da peşmergenin intikal görüntülerini televizyon ve internette izlemek mümkün. Konvoy, savaşa giden askeri birlikten çok, “Fener Alayı’na” benziyordu. Bu tablo, gerek içeride gerek dışarıda çeşitli tartışmaları tetiklemenin yanı sıra üzerinde düşünmeyi de hak ediyor.
Nitekim görüntüleri mercek altına alınca iki noktaya odaklanmamız gerektiğini görebiliyoruz. Birincisi, Kürt Yönetimi ve peşmergelerden kaynaklananlar, ikincisi Türkiye’den kaynaklanan nedenler.
Peşmergenin kurumsal askeri kültürünün eksikliği, mesleki acemiliği, asimetrik savaş koşullarına göre davranması ve konunun psikolojik boyutlarına mukayyet olamaması ön plana çıkıyor. Açılan bayraklar, flamalar, peşmergenin “egemen yabancı bir ülke”deki rahatlığını göstermesi açısından öğretici. Öte yandan, ev sahibi Türkiye’nin “hoşgörüsünün enginliği” ise bir başka “takdir” edilecek husus!
Yine, Türkiye, Irak ve Suriye’de var olan yüksek güvenlik risklerinin bilinmesine rağmen, mühimmat dolu kamyonların kasalarına asılmış sivil halkın salkım saçak yolculuk yapmasına izin verilmesi de ayrıca takdir edilecek bir cesaret!