FETÖ lideri Türk-Amerikan ilişkilerine zarar vermeye devam ediyor. Bu gidişle daha da zarar verecek gibi görünüyor. ABD, idari işlem yapmak yerine hukuki tarafı öne çıkararak sorunun çözümün zamana yayıyor. Sonuçta Gülen’in iadesi zaman alacak.
Bu tablo, hızlı sonuç almak isteyen Türk hükümetini kızdırıyor. Türk halkının çoğunluğunun da aynı fikirde olduğunu söyleyebiliriz. Üstelik Gülen ABD’de ikamet ettikçe “darbe girişiminde CIA’nın rolü”ne dair iddialar havada uçuşmaya devam edecek. Özellikle darbenin arkasında kim var sorusuna cevap ararken. Tam da bu noktada soruna başka bir pencereden bakmamız mümkün.
Soru şu: Gülen’in Türkiye’ye iade edilmesi iyi bir fikir mi? Varsayalım ki tüm işlemler tamamlandı ve Gülen iade edildi. Ya da Gülen hayatını, ocağını söndürdüğü insanlar nedeniyle nedamet duydu, vicdan azabına dayanamadı ve kendi iradesiyle Türkiye’ye geldi. Teslim oldu.
Bu durumda Gülen yargılanır, suçlu bulunursa cezasını çekmek için hapishaneye konulur. Onun gibi yaşlı ve çeşitli hastalılıklardan muzdarip birisinin hapishane şartlarında uzun süre yaşaması zayıf bir ihtimal olacaktır. Ancak hapiste ölmesi halinde, kısa sürede “mehdi” mertebesine çıkarılacağı kesin. “Altın
Günümüz dünya-sının siyasi, ekonomik, güvenlik sorunları ve çözümü sadece bir ülkeyle sınırlı değil. Ekonomik krizlerden terörizme, mülteci sorunundan radikal dini hareketlere kadar geniş bir yelpazeden söz ediyoruz.
Eğer FETÖ gibi erken bir tarihte küreselleşmiş, bu bağlamda strateji, eleman, ilişki ve ağ kurmayı başarmış bir örgütle mücadele ediyorsanız söz konusu kuraldan bağımsız davranamazsınız. Fikirlerinizi, çabalarınızı, gücünüzü coğrafi sınırlarınızın ötesine taşımak zorundasınız. Ancak, halkınızı ikna için kullandığınız argümanların, araçların ve stratejilerin çoğu zaman yurtdışında işe yaramadığını unutmamanız gerekir.
FETÖ, benzerleri gibi, küreselleşmenin fırsat alanlarını, devlet imkânlarıyla birleştirerek, ABD, Kanada, Belçika ve Avustralya’da etkili ağlar inşa etti. Çeşitli sosyal, siyasi, ekonomik ve dini yapılar kurdu. Ancak, 15 Temmuz darbe girişimi sonrası FETÖ üyelerinin çok ciddi meşruiyet, ahlak ve ekonomik kriz yaşadıkları muhakkak. Bu krizle yüzleşen insanların, içinde bulundukları ikilemden faydalanılacak fikirler geliştirmek mücadele için uygun olabilir. Liderlerinin “fantezileri” uğruna her şeyini kaybedenlerin hıncını Türkiye aleyhtarları yaparak
Kanlı darbe girişimi kitlelerin zihninde FETÖ’ye dair algıyı farklı bir boyuta taşıdı. Var olan tereddütler ortadan kalktı. Örgütün terörist sıfatını hak ettiği konusunda artık şüphe yok. Çünkü zor ve şiddet kullanarak hükümeti ve kamuoyunun siyasi tutumunu değiştirmeyi deneyerek terörizmin az çok kabul görmüş tarifi kapsamına girdi.
FETÖ ile mücadelenin başarısı üç koşula bağlı. Lider, iyi kadrolar ve strateji. Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan, liderlik konusunda üstüne düşeni fazlasıyla yerine getiriyor. Kadro ise her zamanki gibi Türkiye’nin geleneksel sorunu olmaya devam ediyor.
Ancak bir stratejinin olduğu tartışmalı. Bir strateji belirlenecekse, ilk koşulu, hukukun içinde kalan yöntem ve araçlara dayanması olmalı. Nitekim devlet ile terörist arasındaki en büyük fark, devletin hukukun içinde hareket etmesi, teröristin ise doğası gereği hukuk dışı uygulamalara itibar etmesidir. Örgütün küresel ölçekte faaliyet gösterdiği dikkate alınarak yurtiçinde ve yurtdışında farklı strateji ve araçlara ihtiyaç olduğu göz ardı edilmemeli.
FETÖ ile mücadele stratejisi iki bölümden oluşmalı. İlk bölüm, örgüt üyelerine “meşruiyet” ve aidiyet duygusu sağlayan “ideolojik” mimarinin sakatlığını
FETÖ’nün kanlı darbe denemesi Türkiye’nin dengelerini sarstı. İç ve dış politikayı, ekonomiyi, güvenlik alanını, psikolojimizi derinden etkiledi. Şimdi herkes darbeyi anlamlandırmaya, ne olduğunu, neler olabileceğini anlamaya ve bu çerçevede pozisyonunu gözden geçirmeye çalışıyor. Bu arada gündemde yokmuş gibi davransak da PKK terör örgütü yine oldukça aktif ve değişen koşullara uygun yeni stratejisini belirlemekle meşgul.
Darbenin icrası ve bastırılması PKK gibi terör örgütlerini bağlamaz. Coğrafi bir bölgede, etnik “egemenlik” iddiasında olan terör örgütünün “savaşı”, ülkede hâkim iktidarın siyasi, ideolojik kimliğinden bağımsızdır. Yenikapı mitinginde gördüğümüz üzere, toplumsal mutabakat ve birlik havası ise onu hiç ilgilendirmez.
PKK için önemli olan, devletin/iktidarın zayıf ya da güçlü olduğu zamanlarda alacağı pozisyondur. PKK, darbe girişimini bu çerçevede ele alır. İçeride ve dışarıda oluşan yeni koşulları anlamaya, zayıf noktalarını ve diğer fırsat alanlarını keşfetmeye çalışır.
PKK’ya göre, Türkiye’nin birçok kurumu darbe teşebbüsünden etkilendi. FETÖ’nün siyasi amaçları için TSK’nın bazı unsurlarını koçbaşı olarak kullanmaya kalkışması PKK’ya yaramış
FETÖ’nün kanlı darbe girişimi “istihbarat” sorununu yeniden gündeme taşıdı. Darbenin hazırlık safhasına, krizin yönetilmesine ve olabileceklere dair kaliteli ve yeterli istihbaratın üretilmediği/üretilemediğinden ilgililer şikâyetçi. Nitekim Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan ve Başbakan Yıldırım da aynı konuya dikkat çektiler.
İstihbarat örgütlerinin varlık nedeni karar alıcıları “stratejik sürprizlerden” korumaktır. Aynı zamanda siyasi, askeri, diplomatik, ekonomik konularda en doğru kararları almak için ihtiyaç duyulan işlenmiş bilgiyi zamanında üretmektir. Maalesef, 15 Temmuz, sadece siyasi karar alıcılar için değil istihbaratçıların kendileri için de “sürpriz” oldu.
Sonuçta, istihbarat örgütlerinin tehdit belirleme, toplama, işleme, analiz, dağıtım, geri besleme ve denetim konularında ciddi sorunlarının olduğu ortada. Bu nedenle hükümetin, MİT, Polis ve Jandarma istihbaratını bir çatı altında toplayacağı ve Cumhurbaşkanlığı’na bağlayacağı konuşuluyor.
Yıllardır TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü ile Güvenlik Çalışmaları Yüksek Lisans programında istihbarat dersleri veriyorum. Farklı bölümlerden bu dersi alan öğrencilere
FETÖ liderinin “tiyatro” olarak nitelediği kanlı darbe girişiminin ardından yayımlanan Kanun Hükmünde Kararname ile Kara, Deniz ve Hava Harp okulları, GATA ile askeri liseler kapatıldı. Bundan böyle Kuleli, Işıklar, Deniz ve Maltepe askeri liselerine öğrenci alınmayacak. Bu kararla TSK’nın subay yetiştirme düzeninin ilk basamağı tarihe karışmış oldu. Kararı alanların bir dizi pedagojik, siyasi, kriminal gerekçesinin olduğu açık.
Her ne kadar bu okullar kapanmış olsa da benim gibi binlerce mezunun hatırlarında yaşamaya devam edecek. Her tarihi kurumun kapanmasının duygusal yönü vardır. Bu hadiseyi daha hüzünlü yapan ise 16.575 harp okulu, askeri lise ve astsubay meslek yüksek okulu öğrencisinin okullarıyla ilişiğinin kesilmiş olması. Üstelik bazılarının teğmen, astsubay olmasına bir ay kala. Siyasi, ideolojik tartışmalar bir yana, asıl ağır olan işin insani yönü. Üzüntülü anneler, babalar, kardeşler, sevgililer ve yıkılıp giden hayaller.
Aslında tarihimizde bu dram ilk defa yaşanmıyor. Benzerini 1963 yılında da yaşadık. Okuldan atılan 1453 Harbiyelinin kalbinin nasıl kırık, uzaklara baktıklarında nasıl hüzünlü olduklarını onları yakından tanıma fırsatı bulanlar bilir. Daha
Kanlı FETÖ darbe girişimi en fazla TSK’yı etkiledi. Bu çerçevede siyasi karar alıcıların ve komuta kademesinin önünde çözüm bekleyen iki büyük sorun var. Birincisi, genelde ülkeyi, özelde TSK’yı hızla krizden çıkarmak. İkincisi, TSK’yı hukuk, anayasal düzen ve demokrasi çerçevesinde yeniden konumlandırmak.
Beklemeye tahammülü olmayan ve bir bütün olan güvenlik ihtiyacımızın sorumluluğunun bir kısmı TSK’ya ait. Hiçbir tehdit, Türkiye’nin “Darbe sorunu var, taşlar yerine otursun” diye “centilmenlik” yaparak hedeflerini ertelemez. Tersine, bunu fırsat olarak görür. Nitekim bunun işaretlerini PKK saldırılarında görüyoruz.
Benzer nedenler yüzünden kriz durumundan hızla çıkmamız gerekir. Bunun için yeterli veri ve sağlıklı analize ihtiyacımız var. O halde TSK’da oluşan “hasar”a ve ölçüsüne yakından bakmak gerekir.
Darbe teşebbüsü, zaten Ergenekon, Balyoz, Casusluk, vb. davalar nedeniyle sarsıntılı bir dönemden geçen TSK’yı kötü bir anda yakaladı. Profesyonel kapasitesine ciddi hasar veren, “moral ve motivasyonu” olumsuz etkileyen gelişmelere dair uzunca bir liste yapmak mümkün.
FETÖ’nün iktidarı devirmek için TSK’yı koçbaşı gibi kullanmaya çalışması, sembol, organizasyon, emir
FETÖ’cü kanlı darbe girişimi ülke gündemini ve önceliklerini bir anda değiştirdi. Artık enerjimizi, dikkatimizi yeni bir darbe girişimini önlemeye harcıyoruz. Sokak ve meydanlarda devam eden gösteriler, OHAL, kapatılan okullar, gözaltılar, tutuklamalar bu tedbirin birer parçası. Önümüzdeki günlerde kanun hükmünde kararnamelerle benzer tedbirlerin daha da çeşitleneceği açık.
Darbe girişimi, zaten ağır ve karmaşık olan Türkiye’nin güvenlik sorunlarını daha da derinleştirdi ve çeşitlendirdi. Bir yanda yeni darbe olasılığı, bir yanda da geleneksel güvenlik sorunlarımız yer alıyor. Suriye, Irak, DAEŞ ve PKK sorunu kaybolmadı ve olanca ağırlığıyla devam ediyor.
Darbe girişiminin siyasi alandaki öncelikleri değiştirmesi, TSK üzerindeki olumsuz etkisi, polisin, istihbaratın dikkatini darbe sorununa yöneltmesi haliyle güvenlik risklerini artırıyor. Nitekim PKK bundan istifadeyle saldırılarını sürdürüyor. DAEŞ ise büyük ihtimalle kaos çıkarmak için yeni eylemlerin peşinde. Her iki terör örgütü de sınır güvenliğinde ortaya çıkabilecek zafiyetten istifade etmenin yollarını arıyordur.
Darbe girişiminden en fazla zarar gören kurum TSK ve devletin ileri gelenleri de bunu ifade ediyorlar. Böyle bir