PKK ile mücadelenin başarısı, öğrenen liderler, bireyler ve kurumlara sahip olmakla mümkün. Geçmişin tecrübeleri, alan disiplini, değişimin nitelikleri ve yönünün doğru tespiti işe yarayabilir.
Örneğin, 1985 yılında yayınlanan resmi belgelerde, “PKK’nın uzun süreli politik/askeri bir strateji izleyerek halk savaşı yürüteceği” tespiti yapıldı. Buna rağmen, hükümetler/TSK 1992’ye kadar stratejik alanda sarsak, taktik alanda asker ve polisin iman gücüne, kişisel yeteneklerine, yaratıcılığına dayalı bir mücadele yürüttü.
Ancak 1992 başlarında, mücadelenin askeri yönü elle tutulur bir stratejiye dayandırıldı. Ekonomik, sosyal, psikolojik ve diplomatik ayağı ise her daim yetersiz/güdük kaldı.
Bu gün, askeri alanda inisiyatifin yeniden kazanılması için harekete geçildiği ifade ediliyor. Bu durumda bazı tarihi tecrübeleri hatırlamakta fayda var.
PKK, “Mao’yu, Vietnam savaşını” kopyaladı, yerel koşullara uyarladı. “Halkı yanına alan savaşı kazanır”, düsturuyla hareket etti. Beş kurala bugün kadar sadık kalmaya çalıştı.
1. “Gerilla balık, halk denizdir.” Balıkları çoğaltmak, güç kazanmak halkı elinde tutmakla mümkündür.
2. Kalıcı/geçici üs bölgeleri eğitim, dinlenme, lojistik
Başbakan Binali Yıldırım, geçen hafta sonu Diyarbakır ve Çukurca ziyaretlerinde PKK ile mücadele stratejisinde değişiklik yapıldığını söyledi. Anlaşılan mücadele dört ayaktan oluşuyor. İlki, PKK ile kararlı askeri/polisiye mücadele ve inisiyatifin geri alınması. İkincisi, ekonomik ve sosyal hamlelerle bölge halkının kalbinin kazanılması. Üçüncüsü, dış politika değişikliğiyle PKK üzerinde doğrudan, dolaylı baskı kurmak. Son olarak, genel kamuoyu desteğini devam ettirmek.
Yazının özünü, Başbakan Binali’nin “Bundan böyle güvenlik güçleri savunmada olmayacak, taarruza geçecekler” ifadesi oluşturuyor. Evet, uzunca bir süreden beri güvenlik güçleri, siyasi direktifler çerçevesinde, PKK ile mücadelelerini “statik” bir yaklaşımla sürdürdüler. Kışlada, üs bölgesinde, karakollarda, şehir girişlerinde kalarak. İş, o kadar abartıldı ki PKK ile mücadelenin “kalekollar” sayesinde başarılacağına ikna olduk.
Oysa PKK gibi bir sorunda mücadele “halkın kimi yanında olacağı” üzerine yürütülür. Issız tepeleri elde tutmak için tespih tanesi gibi dizilmiş “kalekollar”da oturarak bunu sağlayamazsınız. Önemli olan, halkın içinde, onun doğal, meşru bir parçası olmak ve güven vermektir. Şüphesiz
DAEŞ Türkiye sınırından sürüldü. Muhtemelen harekât önümüzdeki günlerde/haftalarda güney istikametinde ilerleyecek. Sonuçta DAEŞ’ten alınan bölge genişlerken, daha fazla nüfus ÖSO’nun denetimine girecek. Bu durum siyasi tablonun değişmesi ve harekât ihtiyaçlarının artması anlamına geliyor.
Harekât yüz kilometre genişlikte cereyan etmekle birlikte, alanın derinliğini politik hedef ve askeri gereklilikler belirleyecek. Bu yazıda cevabı aranan soru, harekâtın ne kadar kuvvete ihtiyaç duyacağıdır. Bir fikir edinmek için dört değişkene bakmak gerekir.
Harekâtın ne kadar süreceği önemli bir unsurdur. Siyasi amaçları gerçekleştirecek askeri hedeflerin ele geçirilme ve elde tutma süresi kuvvet tahsisini etkiler. TSK ve destek verdiği ÖSO, yeterli alanı DAEŞ, PKK/PYD’den alıp uzunca bir süre de elinde tutmak zorunda. Bunun anlamı hatırı sayılır sayıda birliğin uzunca bir süre bu alana tahsisi gerektiğidir.
İkinci faktör “düşmandan” alınan ve elde tutulması gereken arazinin coğrafi özelliği, sosyal dokusu, genişliği ve derinliği, ayıracağınız kuvvet üzerinde etkili olur. Bölge arazisinin düz olması az kuvvetle hızlı manevra imkânı verir. Halkının “dost” olması, geri bölgede
Diyarbakır
Başbakan Binali Yıldırım’la Diyarbakır’daydık.
Yıldırım’ın uçağına bindiğimiz ilk andan itibaren, kafamızdaki soru ziyaretin bölgeyi ilgilendiren sorulara ve sorunlara yanıt verip vermeyeceğiydi.
Başbakan’ın Diyarbakır’daki yoğun programının her aşamasında gördüğümüz yoğun ilgi, açıklanan paketin ve verilen mesajların bir heyecan yarattığını ortaya koyar nitelikteydi.
Yıldırım’ın programlardaki performansı da en az alandaki halk kadar coşkuluydu.
Konuşmasındaki vurguları, inancını alana da hissettirmesi tüm etkinliklerin ilgiyle takip edilmesini sağladı.
15 Temmuz öteledi
Ziyaretin en dikkat çekici yönü ise güvenlik tedbirlerinin alışılmışın ötesindeki yoğunluğuydu.
Türkiye’nin destek verdiği “Fırat Kalkanı” harekâtı sürüyor. Politik tartışmalar, sahadaki askeri tablo ve coğrafya bize daha işin başında olduğumuzu söylüyor. Haliyle bu durumda merak edilen iki husus var. Operasyon ne kadar sürer? Ne kadar kuvvet gerekir?
Cevaplar geleceği tasarlamakta yol gösterici olabilir ve şunlara bağlıdır. Türkiye’nin politik amacı/amaçları nedir? Bu amaçları gerçekleştirmek için yapılan harekâtın karakteri, ölçeği, zorlukları nelerdir? Suriye’de kalış süresini neler, nasıl etkiler?
Askeri harekât, politik hedef/hedefleri gerçekleştirmek için yapılır. Bu çerçevede Türkiye’nin gerçekleştirmeye çalıştığı, çoğunlukla muğlâk ve fiziki olmayan politik hedeflerini şöyle sıralayabiliriz.
DAEŞ terörünün önlenmesi ve sınır güvenliğinin sağlanması. PKK/PYD’nin Fırat’ın batısına yayılmasına, Türkiye’yi güneyden kuşatmasına, derinlik kazanmasına mani olmak. ABD ve bazı Avrupalı ülkelerinin Suriye iç savaşı süresince Türkiye-Suriye sınır bölgesinde hareketlerini, Türkiye’nin hasımları ile ilişkilerini sınırlandırmak. Suriye’de iç savaşın sonlandırılması sürecinde, dolaylı da olsa, masada olmak. Sahada “dost” para-militer unsurlara destek vererek bir kısım halkın
TSK, DAEŞ’e karşı Özgür Suriye Ordusu’na destek sağlamak için Suriye’de harekât yürütüyor. Operasyon batı ve güney istikametlerinde ilerledikçe saha daha da karışacak gibi görünüyor. Hem PKK/PYD, hem de DAEŞ coğrafi bir bölgeyi kontrol etmenin yanı sıra, sınır ötesi terör yapma kapasitesine sahip. Klasik bir cephe hattı yok ve asimetrik bir tehditten söz ediyoruz.
PKK/PYD’nın bölgede TSK ile çatışmaya girmesi sahanın askeri, diplomatik anlamını değiştirdi. Kuzey Irak ve Türkiye’de devam eden PKK operasyonları Suriye’de şimdilik Fırat’ın batısına taşındı. Önümüzdeki günlerde Dicle- Fırat arasına sıçramayacağının garantisi yok.
Tek başına bu bu tablo bile güvenlik sorunlarımızın devam edeceğini gösteriyor. Sonuçta iktidarda kim olursa olsun Türkiye’nin “iyi ve güçlü bir orduya” ihtiyacı olduğu açık. “Güçlü ordu” ülke ve vatandaşlara yönelebilecek tehditlere gereken cevabı verebilmeli. Bu nedenle salt istatistikî bilgiler güçlü bir ordunuz olduğunu göstermez. Savaş makinesinin işleyebilmesi ordunun bir ruhunun olması ile mümkündür.
15 Temmuz darbe girişiminden en fazla etkilenen kurumun TSK olduğu açık. Kurum, her alanda kriz yaşamaya devam ediyor. Siyasi otoritenin seçimi,
"Fırat Kalkanı” birçok konuda tartışma başlattı. Gündemde en fazla yer tutan askeri konular. Aslında fiziki hedefin sınırlı olması ve kullanılan kuvvet dikkate alındığında “orta büyüklükte” bir operasyondan söz ediyoruz. TSK son kırk yılda, bu ölçekte binlercesine imza attı.
Ancak, müttefik hava unsurlarının operasyona verdikleri destek bunu “birleşik” bir harekâta dönüştürdü. Dahası, Hava unsurları, Kara Birlikleri, Özel Kuvvetler, Jandarma, Zırhlı Birlikler, Milli İstihbarat Teşkilatı ile Özgür Suriye Ordusu da resme girince iş “müşterek” harekât oldu. Sonuçta zor ve karmaşık bir işten söz ediyoruz. Üstelik “düşman”, bildiğimiz düzenli ordulardan değil. Beklentilerin aksine harekâtın ilk safhası kolaylıkla gerçekleşti. Ancak ilerleyen safhalarda DAEŞ’in sürpriz yapma olasılığı her zaman var.
“Fırat Kalkanı” operasyonunun çeşitli yansımalarını görüyoruz. Başta ABD olmak üzere müttefiklerin yapmaya çalıştığı ancak bir türlü tamamlanamayan DAEŞ’in Suriye ve Irak topraklarında çevrelenmesi işi, bu harekâtla sona erecek. ABD’nin sık sık şikayet ettiği Türkiye’nin de başını ağrıtan yabancı terörist savaşçı geçişi ve lojistik akışı iddiaları Suriye içinde kesilmiş olacak. Bunun
Gaziantep saldırısını DAEŞ’in yaptığına dair ortak bir kanaat var. FETÖ’nün darbe girişiminin neden olduğu sarsıntı ve PKK’nın artan terör saldırılarının ardından bu hadise gündemi birden bire değiştirdi. Kayıpların çokluğu, saldırının karakteri hiç yokmuş gibi davrandığımız bir sorunu bize yeniden hatırlattı. Çoğu çocuk 54 kişinin hayatını kaybetmesiyle DAEŞ’in kendi gündeminin olduğu ve fırsat buluğu her an terör eylemi yapabileceği görüldü. Dahası, katliamın bir “çocuk” tarafından gerçekleştirilmesi hepimizi derinden sarstı.
DAEŞ saldırısının üç amacı olduğunu anlaşılıyor. İntihar eylemi ile PKK/PYD’yi “cezalandırmaya” devam ettiğini göstermek. Tıpkı 6-7 Ekim 2014 tarihinde Kobani olayları ve sonrasında Diyarbakır, Suruç ve Ankara’da yaptığı gibi. Böylece sadece PKK sempatizanlarını korkutmayı, cezalandırmayı hedeflemiyor. Aynı zamanda, toplumda artan PKK karşıtlığından faydalanarak örgüt lehine sempati toplamaya çalışıyor.
Öte yandan düğün gibi yumuşak, duygusal bir tabloyu hedef alarak toplumun fay hatlarını harekete geçirmek, farklılıkları derinleştirmek istiyor. Ülkede güçlü bir nefret hafızası inşa ederek iç çatışma başlatıp, kaos ortamında insanların DAEŞ’ten