Irak ve Suriye’de işler gittikçe içinden çıkılmaz bir hal alıyor. Özellikle de Musul ve Halep’te operasyon yaklaştıkça. Belirsizliği artıran birden fazla neden sayabiliriz. İlk neden, ABD’nin askeri sebeplerden dolayı DAEŞ harekâtını iki ülkeyi içine alacak biçimde planlamak ve yürütmek zorunda olması. Farklı siyasi, psikolojik, askeri koşullara sahip iki ülkede eş zamanlı harekâttan söz ediyoruz.
Öte yandan, ABD yönetimi, operasyonun başlama tarihi için ciddi zaman baskısı altında. Baskın görüş bunun başkanlık seçiminden önce başlayacağı yönünde.
Savaşlar, doğası gereği riskli bir iştir ve belirsizlikler içerir. Belirsizliklerle baş etmenin birinci kuralı, liderlik ve hızlı karar alabilmektir. Ancak seçim zamanlarında, savaşın gerektirdiği askeri/politik durumlara cevap vermek zordur ve karar almakta geç kalınabilir.
Öte yandan, Obama’nın, “ABD karada savaşmak için asker göndermeyecek” sözü, daha ilk günden harekâtı planlayanların kararlarını sınırladı. Bu ifadeyle savaşın ölçü ve ittifaklarını çıkmaza soktu. Diğer Batılı ülkeler de Obama benzeri bir yol izlediler. “Biz savaşmayalım, eğitim verip lojistik sağlayalım” diyerek kaçak güreşmeyi tercih ettiler. Tüm bu gelişmeler aynı
Sayılarının 700 binden fazla olduğu ifade edilen sivillerin bulunduğu Musul’da, sokak sokak, ev ev yürütülecek bir şehir savaşına, aynı zamanda da bir insanlık dramına tanıklık edeceğiz. Şehri savunacak DAEŞ unsurları düzensiz silahlı gruplardan oluşuyor. Muhtemelen hazırlıklılar, güçlü bir motivasyona sahipler ve direnecekler. Çünkü savaş
onlar için bir beka, var olma/yok olma, sorunu.
Şehri ele geçirmek için oluşan koalisyonda en az DAEŞ kadar istekli, ancak sorunlu ve “düzensiz”. “Koalisyon kuvvetleri”, savaş olduğunu duyanın geldiği panayır ahalisine benziyor. Farklı partilerin oluşturduğu Kürt peşmergeler, diğer küçük ölçekteki etnik grupların silahlı güçleri, PKK militanları, silahlı Şii milisler, Sünni aşiretler, merkezi hükümetin polis teşkilatı, Irak ordusunun askerleri. Dışarıdan gelenler ise İngiliz, Fransız, Alman, ABD Özel Kuvvetleri, İran ordusuna mensup “danışmanlar” ilk akla gelenler. Ayrıca listede kendine yer bulmaya uğraşan TSK unsurlarını da unutmamak gerekir.
Böylesine farklı karakter ve askeri kültüre sahip, koordinasyonu zayıf, ortak hedefleri olmayan unsurların Musul’u DAEŞ’ten alma girişiminin epey zaman alması, maliyetinin yüksekliği sürpriz
ugün, Irak ve Suriye iç savaşı sadece insani ve politik yönüyle tartışılmıyor. Aynı zamanda, aktörlerinin çokluğu, çeşitliliği, savaşın değişen karakteri, yeni teknolojilerle de gündemde.
Devletler kadar devlet dışı aktörler de sahada faaller. Askerler, istihbarat örgütleri, insani yardım organizasyonları, devletimsi yapılar, terör örgütleri, aşiretler, savaş ağaları bunlardan bazıları. Kimi savaşıyor, kimi savaşta kolaylaştırıcı rol oynuyor, kimi para kazanıyor, kimi ise çaresizce iyi işler yapmaya çalışıyor. Ancak son yılların en kaotik tablosuyla karşı karşıya olduğumuz açık. Bu tabloya teknolojinin katkısını göz ardı edemeyiz. Tıpkı insansız hava araçları (İHA) gibi.
TSK’nın yürüttüğü “Fırat Kalkanı” operasyonu bir ayı geride bıraktı. Geçen hafta, harekâta ilişkin yapılan bir açıklamada ilginç bir detay vardı. Açıklama “DEAŞ terör örgütü tarafından, Vukuf bölgesinde bulunan unsurlarımıza, drone’dan atılan bombayla düzenlenen saldırı sonucu 3 personelimiz hafif şekilde yaralanmıştır” diyordu. Aslında açıklamanın satır aralarında ilginç gelişmelerin önemli ipuçları saklıydı.
Suriye iç savaşı, sadece devletlerin değil örgütlerin de yetenek ve yaratıcılıklarını
Hükümet, FETÖ ile mücade-lesini çeşitli cephelerde sürdürüyor. Hem Türkiye’de hem de yurtdışında. Örgütün finans kaynaklarını kurutmaya, propaganda kapasitesini azaltmaya, bürokrasideki etkinliğini kırmaya çalışıyor. Rakamların dili istatistik disiplininin sağladığı ikna kolaylığı nedeniyle en fazla istihbarat kurumları, mahkemeler ve hapishaneler çalışıyor. Ne de olsa bürokrasinin başarı adına sunduğu rakamlar herkese cazip geliyor.
Ancak, “at izi it izne karışınca”, sıradan insanların küçük ama can sıkıcı hikâyeleri FETÖ’nün yaptıklarını gölgede bırakmaya, rakamlara olan güveni sarsmaya başlıyor. FETÖ gibi kitle tabanlı ve küreselleşmiş bir örgütle mücadele bütün bunlardan daha fazlasını, hassas ve sofistike yaklaşımları gerektiriyor. Bunun içinde “örgütü” iyi tanımak, izlemek lazım.
Küreselleşmiş bir örgütün liderinin hikâyesini ambalajlama ve pazarlama yeteneğini sergilediği en iyi örneklerinden birini geçen hafta izledik. Örgüt lideri Gülen, 23 Eylül 2016’da Alman ZDF televizyonunda yarım saatlik bir röportaj verdi. Röportaj birkaç açıdan öğreticiydi.
Devletle mücadelesinde uluslararası desteği yanına almak isteyen, en azından nötr tutum takınmaya teşvik edici biri olarak
ABD Genel-kurmay Başkanı Joe Dunford geçen perşembe Senato’da bir soruya verdiği cevapta, Washington’un Rakka’yı DAEŞ’ten geri almak için SDG, Suriye Demokratik Güçleri’ni (siz onu PKK/PYD olarak okuyun) silahlandırmayı değerlendirdiğini söyledi. ABD’nin PKK/PYD’ye hafif silahlar verdiği biliniyor. Bu sefer tartışılan ise ağır ve sofistike silahların tedariki.
Askeri planlamacılar DAEŞ’e yönelik harekâtta Suriye ve Irak’ı askeri nedenlerle birlikte ele almak zorundalar. Bu bağlamda Irak için Musul, Suriye için Rakka öncelikli askeri hedef. Rakka operasyonunun amacı DAEŞ’in Musul harekâtına Suriye’den kuvvet kaydırmasına mani olmak ve bu arada olası fırsatları da değerlendirmek olduğu açık. Bu sebeple ABD yerdeki postalı PKK/PYD’nin hazırlıklarını tamamlaması, ateş ve manevra kapasitesini artırması için gayret sarf ediyor.
Bu bağlamda ABD’nin sağlayacağı silahların miktar ve özelliklerini Rakka operasyonun karakter ve ölçüsü belirleyecek. Rakka ölçeğinde bir şehrin DEAŞ’ın elinden alınması ciddi riskler içerdiğinden işin şansa bırakılmaması gerekmektedir Özellikle hibrit taktiklerin kullanıldığı şehir savaşının ihtiyaç duyduğu silah, araç ve lojistikten söz ediyoruz.
Patlayıc
Suriye, sahada hız kazanan gelişmelerin yanı sıra Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın BM ziyaretiyle yeniden gündemin ön sıralarına taşındı. Türkiye’nin cevabını bulması gereken beş önemli soru masada duruyor.
İlk olarak, güvenli bölgeden söz etmek gerekiyor. Teorik olarak güvenli bölge iki farklı fonksiyona sahiptir. Savaş devam ederken sivillerin her türlü saldırıdan korunması ve/veya muhalif silahlı grupların “gerilla savaşını” sürdürebilmesi için ihtiyaç duyduğu “korunaklı geri bölge’ye” dönüşmesi. Zihinleri kurcalayan soru şu: Uçuşa yasak bölge kurulacaksa temel fonksiyonu bunlardan hangisi olacak? ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden ile Ankara’nın “uçuşa yasak bölge”ye aynı anlamı yükleyip yüklemediklerini bilmiyoruz. Dahası, Rusya bu fikirden hiç hoşlanmayabilir.
İkinci konu, PYD/PKK’nın bölgedeki rolünün ne olduğu ve ne olacağıdır. ABD, PKK/PYD ile ittifakını sürdürmekte ısrarlı. İşi daha da ileri götürerek, yardımların arasına tanksavar ve alçak irtifa füzelerini de dahil etmesi tabloyu kökten ve uzun vadeli değiştirecektir. Türkiye’nin PKK/PYD’ye yaklaşımı ise PKK ile mücadele stratejisine bağlı olarak şekilleniyor. ABD tarafının “yeniden müzakere” temennileri ve Türkiye’nin PKK
Suriye’de siyasi ve askeri manzara bazı bölge ve konularda sabit hale gelirken, bazılarında hızla değişiyor. Türkiye’nin desteklediği ÖSO’nun güneye doğru ilerlemesinde olduğu gibi.
Değişimin boyut ve etkisini anlamlandırmak için öncelikle Suriye ve Irak haritasına birlikte bakmak gerekiyor. Ardından, savaşın karakteri, aktörlerin politik hedefleri ile askeri hamleleri arasındaki uyuma odaklanmak gelişmeleri anlamak için iyi bir yaklaşım olabilir.
Suriye iç savaşı, özü itibarıyla arazi işgaline dayalı konvansiyonel bir mücadele değildir. Bu nedenle, tarafların kontrol ettikleri bölgelerin büyüklüğüne, coğrafi konumuna bakarak politik düzeyde sağlıklı analiz yapmak mümkün olmayabilir. Önümüzdeki süreçte, arazinin genişliğinden çok, kontrol edilen nüfus belirleyici rol oynayacaktır.
Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’ın BM ziyareti öncesi açıkladığı “beş bin kilometrekarelik alanın askeri olarak temizlenmesi” hedefi, Türkiye açısından gerçekleştirilmesi düşünülen siyasi hedefleri ortaya koyuyor. Türkiye siyasi hedefinin, güvenli bölge, uçuşa yasak bölge tesisi ve yerleşim alanları inşası olduğunu ifade ediyor. Ancak ABD ve Rusya bu girişimin, “Siyasi Geçiş Süreci”ne zarar
Arap Baharı, Suriye sorunu, DAEŞ ve FETÖ ile mücadelenin PKK’ya ciddi avantajlar sağladığı kesin. Bütün bu olumsuzluklara rağmen devlet, PKK ile mücadelede orantısız güce, kaynaklara ve meşruiyete sahip. Bu durum “kesin başarının” garantisi değildir. Bu nedenle, siyasilerin, karar alıcıların bazı hususlarda dikkatli olmaları işin maliyetini azaltabilir.
Siyaset kurumu, PKK sorununda “politik hedefini” netleştirmelidir. Amaç, PKK’yı tamamen yok etmek mi, yoksa kabul edilebilir bir seviyede beklentilerini dönüştürmek midir? Bu beklenti hangi düzeyde kabul edilebilir?
Her bir alternatif, farklı askeri/polisiye mücadele, süre, ölçü ve yoğunluk gerektirir. Eğer “politik hedef” net değilse ya da değişken ise bir süre sonra kriz kapıda demektir. Sonraki her hamlede askeri/polisi ve kamuoyunu ikna etmekte zorlanabilirsiniz.
Dikkat edilmesi gereken ikinci husus, kamuoyunun beklentilerini iyi yönetmektir. Mücadelede kararlı, açık ve tutarlı olmak her zaman iyidir. Ancak günlük, taktiksel sonuçları abartmamak gerekir. Tek bir başarı veya başarısızlık genel gidişatı belirlemez. Bu nedenle kesin sonuç içeren ifadelerden kaçınmak gerekir.
Yine teknolojiyi abartarak kurtarıcı olarak