Yine tarihin önemli ve ilginç tartışmalarına tanıklık ediyoruz. Sadece Türkiye’den değil, güneyimizdeki komşularımızdan söz ediyorum.
Irak’tan pek heyecanlı “zafer” haberleri alamıyoruz. Nedense Musul’da süren DAEŞ operasyonu eskisi kadar medya gündeminde yer almıyor. Anlaşılan, bazı şeyler planlandığı gibi gitmiyor ve operasyonun hızı düşmüş durumda. İlginç olan, benzer sessizliğin ABD desteğinde Rakka’da yürütülen PKK/PYD operasyonu için de geçerli olması.
Aslında sessizlik sadece Irak’ta geçerli değil. Benzer durum Suriye cephesinde de var. Trajediler sadece Türkiye’de değil, dünya kamuoyunda da yer bulamıyor. Sonuçta insani dram, askeri ve politik gelişmeler pek merak uyandırmıyor. Tek tesellimiz, ara sıra Halep’te yaşanan insanlık dramına dair çıkan cılız sesler ve haberler.
Oysa sahada, Suriye iç savaşının genel karakterini, gidişatını değiştirecek önemli gelişmeler yaşanıyor. Rusya, İran ve Lübnan Hizbullah’ının desteğini alan Esad, Halep’i mahalle mahalle, sokak sokak düşürüyor. Sadece fiziki anlamda değil, psikolojik olarak da üstünlüğü ele geçirmeyi sürdürüyor. Halep’te tutunmaya çalışan muhalifler hızla bir yol ayrımına yaklaşıyorlar. Gelen haberlere bakılırsa
Güneyimizde, Irak ve Suriye’de iç içe geçmiş karmaşık politik ve askeri mücadele devam ediyor. TOBB ETÜ’den Savaş Çalışmaları konusunda uzman Doç. Dr. Haldun Yalçınkaya sahada olup bitenlerin şimdiye kadar gördüklerimizden, bildiklerimizden çok daha farklı olduğunu ifade ediyor.
Öyle ki oyuncuların sayısı ve sıfatları neredeyse aylar, hatta haftalar içinde değişebiliyor. Dostlar hızla düşman, düşmanlar ise dosta dönüşebiliyor. Türkiye-Rusya ilişkilerinde tanıklık ettiğimiz değişim gibi. Ya da, PKK/PYD lideri Salih Müslim’in bir süre önce Ankara kebapçılarının en iyi müşterilerinden birisiyken, bugün Ankara mahkemelerinin kırmızı bültenle aranan sanığı olması gibi.
Hatta aktörler arası ilişkileri bazen tanımlamakta zorlanıyoruz. Çünkü ilişkiler muğlak; aynı anda farklı cephelerde hem dost, hem de rakip olunabiliyor. ABD uçakları bir yandan İncirlik’ten kalkarak DAEŞ hedeflerini bombalayarak TSK ve ÖSO’ya yardım ederken, aynı anda Kuzey Irak’tan kaldırdığı uçaklarla PKK/PYD’ye silah ikmali yapabiliyor.
Son günlerde politik ve askeri mücadelenin en çarpıcı mekânı “El Bab” ve çevresi. Her an “tehlikeli yakınlaşmaların” yaşanabileceği daracık bölge, adeta “muharebe sahasının
Geçen yazımda Doç. Dr. Özdamar’ın yeni ABD Başkanı Trump’la ilgili analizinden söz etmiştim. Özellikle kişiliği ve bunun dış politikaya olası yansımalarından. Yeni Başkan’ın dış politika eğilimleri son tahlilde Türkiye’yi de yakından ilgilendiriyor. Bu çerçevede, olası Rusya, AB ve Ortadoğu politikalarına odaklanmakta fayda var.
Özdamar, Trump’ın sadece Ortadoğu ve DAEŞ’ten söz ettiği konuşmalarını ayrıca işlediğini ve analiz ettiğini belirtiyor. Sonuçta çok negatif bir tabloyla karşı karşıya kaldıklarını ifade ediyor.
Trump, Ortadoğu hakkında oldukça karamsar görüşlere sahip. Özellikle DAEŞ konusunda, tahminlerin ötesinde çatışmacı fikirleri var. DAEŞ söz konusu olduğunda kendisini güçlü ve üstün taraf olarak görüyor. DAEŞ’in ancak ABD liderliğinde bitirilebileceğine inanıyor. Verilerin analizinde bu düşünce açıkça görülüyor ve şüpheye yer bırakmayacak biçimde baskın. Bu yüzden DAEŞ’e karşı sert bir tutum takınması beklenebilir.
Ancak Trump DAEŞ’i yok etme hedefini kendi ordusuyla gerçekleştirmek istemeyebilir. Daha çok yerel ittifaklar kurarak yapmaya çalışacağını öngörebiliriz. Bu yaklaşım Trump’ın DAEŞ’le mücadele için Türkiye’nin kapısını çalma ihtimalinin oldukça
Geçen yazımda söz ettiğim üzere, eğer ABD’de yeni bir başkan yönetime gelmişse bu herkes için önemlidir. Başkan hakkında yazılır, çizilir, konuşulur. Yeni başkanın iç ve dış politikalarına dair analizler yapılır.
Bu noktada önemli olan, yeni başkan Trump hakkındaki öngörüleri, bilgiyi biçimlendiren verilerin ne olduğu, nasıl toplandığı, hangi yöntemler kullanılarak analiz edildiğidir. Bu türden çalışmalarda kullanılan yöntemlerin tarihi oldukça eskidir. Türkiye’de “liderlik özelliklerini” analiz edebilen nadir akademisyenlerden
biri, Bilkent Üniversitesi’nden Doç. Dr. Özgür Özdamar. Kendisi Trump hakkında çalışmayı sürdürüyor. Bu yazıda onun analiz sonuçlarını sizlerle paylaşmak istedim.
Özdamar, Trump analizini, ABD üniversitelerinin (istihbaratının) Soğuk Savaş döneminde SSCB liderlerinin psikolojilerini uzaktan inceleyerek davranışlarını, kararlarını tahmin etmeyi amaçlayan ve 70 yıldan beri geliştirilen iki farklı yöntemi bir arada kullanarak yaptı.
Hibrit yöntem, “Operasyonel Kural Analizi” ve “Liderlik Özellikleri Analizi”nden oluşuyor. Veriler gelişmiş bilgisayar teknikleriyle işleniyor, ardından analiz ediliyor.
Özdamar, Donald Trump’ın dış politika üzerine yapmış
ABD başkanlık seçimlerini Donald Trump’ın kazanması birçok kimse için büyük sürpriz oldu. Artık ABD’nin gelenekleri zorlayan ve çarpıcı kişiliğiyle “öngörülemez” bir başkanı var. Herhangi bir ülkenin seçim sonuçlarından değil, ölçek ve politikalarıyla tüm dünyayı etkileme gücüne sahip küresel bir aktörün yeni liderinden söz ediyoruz.
Başkanın neler düşündüğünü, ekonomik, politik ve güvenlik alanlarında neler yapacağını herkes merak ediyor. Kimleri karşısına alacağı, kimlerle sıkı ilişkiler geliştireceği, bunu hangi değerlerle biçimlendireceği sadece ABD’nin değil, tüm dünyanın merak ettiği bir konu. Elbette Başkan bütün bunları tek başına gerçekleştirmeyecek. En az kendisi kadar isimleri açıklanmaya başlayan çalışma ekibi de merak konusu. Kadronun ideolojisi, profesyonel geçmişi ve referans noktaları geleceği anlamada belirleyici rol oynayacaktır.
Bu yüzünden ülkelerin/şirketlerin istihbarat örgütleri fazla mesai yapıyor olmalı. Özellikle de Trump ve ekibinin biyografik istihbaratı üzerine çalışanlardan söz ediyoruz. Çünkü yeni Başkan, bu güne kadar karşılaşılan en karmaşık profili çizerken ekibi de sürpriz yapmaya hazır görünüyor. Bu durumda istihbaratçıların, analistlerin kesin
AB’nin yıllardır Türkiye’yi oyaladığını belirten Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Bazıları eleştiriyor olabilir ama, ben de kendi kanatimi söylüyorum. Mesela, ‘Şanghay 5’lisi içerisinde Türkiye niye olmasın?’” dedi. Erdoğan konuyu Putin ve Nazarbayev’e de ilettiğini söyledi...
FETÖ ile mücadelenin kararlılıkla sürdürüleceğini vurgulayan Erdoğan, görevden almalara yönelik eleştirilere ise “Suç işleyen bedelini ödeyecek” sözleriyle tepki gösterdi. Erdoğan başkanlık konusunda ise “Tememni ederim ki bu iş millete gider” diye konuştu...
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Özbekistan dönüş yolunda aralarında yazarımız Nihat Ali Özcan’ın da bulunduğu gazetecilerin sorularını yanıtladı.
Ortadoğu’da olup bitenler sadece devletler için değil devlet dışı aktörler için de bir dizi belirsizlik, fırsat ve risk anlamına geliyor. Bu tablodan PKK da hissesine düşeni alıyor. Suriye ve Irak’ta yaşananlar PKK için güç ve meşruiyet anlamına gelse de ABD seçimleri, hükümetin izlediği yol örgütün işini zorlaştırıyor. Terör eylemlerine dair istatistikler daha küçük sayılara işaret etse de politik tablo her zamankinden daha muğlak ve zor görünüyor.
PKK, geleceği için büyük umutlar bağladığı Suriye ve Irak cephesinde bugünlerde oldukça meşgul. Gücünün büyük kısmını Kuzey Suriye’nin güvenliğine, Rakka’nın kuşatılmasına ve Irak’a tahsis etmiş durumda. Operasyonun süresi ve maliyeti belirsizliğini korurken, yeni ABD yönetiminin Suriye politikalarının PKK/PYD’yi nasıl etkileyeceği de merak edilen bir diğer konu.
Suriye ve Irak’ta bunlar yaşanırken, PKK Türkiye’de farklı cephelerde baskı alında. Hükümet bunu daha geniş alanlara yayarak artırmakta da kararlı görünüyor. Özellikle örgütün iki ana bileşeni “insan” ve “finans” alanında.
Dağdaki ve şehirdeki militanları hedef alan operasyonlar sürüyor. Mevsim koşulları PKK’nın hareketlerini ve eylem kapasitesini sınırlarken, güvenlik
FETÖ’nün 15 Temmuz darbe girişimini çeşitli yönleriyle tartışmaya devam ediyoruz. Daha uzun süre tartışmaya da devam edeceğiz. Öne çıkan konuların başında istihbaratın rolü ve sorumluluğu geliyor.
Disiplinin dışından bakanlar için olup bitenler hayret verici olabilir. Ancak tarihin tozlu raflarında göz göre göre gerçekleşmiş binlerce istihbarat fiyaskosu bulabilirsiniz. İkinci Dünya Savaşı’nda Japonların Pearl Harbor baskınından Mossad’ın karizmasını çizdirdiği 1973 Arap İsrail savaşına, CIA’nın öngöremediği İran İslam Devrimi’nden 11 Eylül saldırısına kadar...
15 Temmuz darbe girişiminin meşhur “istihbarat” hikâyesini artık herkes biliyor. Bir pilot binbaşı, aynı gün, MİT nizamiyesine gider. Bir süre kapıda bekletildikten sonra ilgililerle görüşür. Onlara kendisinin o akşam, helikopteri ile MİT karargâhına yapılacak baskında görevli olduğunu söyler.
Bu “altın” değerindeki “bilgi”, doğru analiz edilip, tam zamanlı ve kaliteli bir “istihbarata” dönüştürülemedi ve sonunda işler kontrolden çıktı. Hareketin sadece ve sadece “Hakan Fidan’ı” hedef alacağı biçiminde üretilen istihbarat, milleti, Cumhurbaşkanı’nı, hükümeti ve diğer karar alıcıları “stratejik sürprizlerden” koruyamadı.
Bu